MEKÂRİM EN-NEHR
Irak'ta
yetişen büyük velîlerden. İsmi, Mekârim bin İdris'tir. Irak'ta En-Nehr-ul-Hâlis
adlı yerde yaşadı. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Kabri orada olup
ziyâret edilmektedir.
Mekârim
hazretleri evliyânın büyüklerinden Ali bin el-Hiytî hazretlerinin mânevî
terbiyelerinde yetişti. İlim, edep ve mânevî yükseklikler sâhibi zâtlar
kendisini övmüştür. Hocası onun hakkında; "Kardeşim Şeyh Mekârim cidden büyük ve
fazîletli bir zâttır. Lâkin o bizden sonra anlaşılacaktır." buyurdu.
Nehr-i
Hâlis beldesindeki talebelerin yetiştirilme vazîfesi kendisine verildi. Pek çok
kimse gelip talebesi olmakla şereflendi. Hikmetli sözleriyle insanlara hak yolun
bilgilerini öğretti.
Ebû
Muhammed bin İdris anlatır: "Mekârim hazretleri bir gün sevdiklerine Cehennem'i
ve orada yapılacak azâbı anlatıyordu. Herkes korkmaya ve ağlamaya başladı. Lâkin
orada yabancı birisi vardı. O bu anlatılalardan hiç etkilenmedi ve kendi
kendine; "Bu korkutmaktır. Yoksa gerçekten kimseyi yakacak bir ateş değildir."
diye mırıldandı. Mekârim hazretleri onun bu inkârını anlayıp ona Kur'ân-ı
kerîmdeki meâlen;
"Yemin olsun ki, onlara Rabbinin azâbından bir nefha esinti dokunsa, elbette
derler ki: "Vay hâlimize biz hakikaten zâlimlerden olmuşuz." (Enbiyâ sûresi:
46) âyet-i kerîmesini okudular ve sükût ettiler. Onların susmasıyla oradakilerin
hepsi sustu. Bu sırada inkarcının renginin solduğu ve titremeye başladığı
görüldü. Sonra da; "İmdâd, imdât!" diye bağırmaya başladı. Bu sırada adamın
burnundan etrâfa fenâ kokulu bir duman çıktı. Bu sırada Mekârim hazretleri
tekrar Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Rabbimiz bizden azâbı kaldır. Şüphe yok ki
biz müminleriz." (Duhân sûresi: 12) âyet-i kerîmesini okudu. Bunun üzerine
adam sükûnete kavuştu. Korku ve endişesi kalmadı. Sonra ayağa kalkıp Mekârim
hazretlerinin ayaklarına kapandı. Îmân etti. Biraz önce karşılaştığı durumunu
anlattı ve; "Ben anlatılanları inkâr edince, içimde ateşten bir kıvılcımın
kalbime doğru hızla yaklaştığını hissettim. İçim dumanla dolmuştu. Boğulacak
gibi oldum. O sırada; "İşte yalanladığınız ateştir. Bu bir sihir mi? Yoksa
siz görmüyor musunuz." meâlindeki (Tûr sûresi: 14) kelâmı işittim. İşin hakikatını anladım. Mekârim hazretlerinin sözleriyle kalbim açıldı ve şimdi îmân
etmekle şereflendim." dedi."
Ebü'l-Hasan Cesûkî anlatır: "Bir zaman Mekârim hazretlerinin yanındaydım. Allahü
teâlâya olan sevgi ve muhabbetten konuştular. Bir ara; "Kalbi, Allahü teâlânın
aşkıyla yanan âşıkların nûru gizlense, her yer karanlık olur." buyurdu. Birden
mesciddeki bütün kandiller sönüverdi. Herkes karanlıkta kaldı. Mekârim
hazretleri bir müddet sessizce beklediler. Sonra; "Âşıkların nûru ortaya
çıkınca, bütün kandiller pırıl pırıl yanar." buyurdu. Birden kandiller
yanıverdi. Mescidin içi ışıkla dolmuştu."
Ebü'l-Mâcid Mübârek anlatır: "Mekârim hazretlerinin yanındaydım. Biri gelip ona;
"Efendim! Mânevî sırlara âşinâ, hakîkatı bilenin alâmeti nedir?" dedi. Mekârim
hazretleri de; "Sen hıristiyan birisin. Belinde zünnârın var. Ateş ehli
olmuşsun." buyurdu. O kişi feryâd edip Mekârim hazretlerinin ellerine kapandı ve
belindeki zünnârı kesip müslüman oldu.
Kendisine; "Sâdık mürid kimdir?" dediler. O; "Sâdık mürîd yâni talebe kalbinden
her şeyi çıkaran kimsedir. Kadere rızâ gösterir." buyurdu. Zâhidden sorulduğunda
ise; "Nefsiyle uğraşıp, rahatı terkeden, makam ve mevkiye îtibâr etmeyen,
şehvetlerden ve arzularından uzak, cihâd eden, tefekkür sâhibi, istikâmetten
ayrılmayan, hakîkatı kendine şiâr edinmiş, kadere inanmış, mevlâdan hayâ eden
kimsedir." buyurdu.
Muhlisi
de şöyle anlattı: "Muhlis, Allahü teâlânın rahmeti ile mahlûkâtın şerrinden
kurtulan ve bütün insanların efendisi olan Peygamber efendimizin emirlerine
uyandır." buyurdu."
Ebü'l-Mecd el-Mübârek bin Ahmed anlatır: "Onun huzûrunda idim. Ah kerâmetini bir
görsem, diye içimden geçirdim. O sırada bana dönerek; "Evlâdım! Şimdi içeriye şu
vasıflarda beş kişi girecek ve yaşları da şu kadardır, şu kadar ömürleri
kalmıştır. Şu gibi şeylere temayülleri vardır." buyurdu. Hakîkaten buyurduğu
gibi çıktı."
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.267
2)
Kalâid-ül-Cevâhir
3)
Menâkıb-ül-Ârifîn Kerâmât-il-Kâmilîn; Üniversite Kütüphânesi, No: 558, vr.179
|