LÂMİÎ ÇELEBİ
Osmanlılar zamânında yetişmiş âlim ve velî. İsmi Mahmûd olup babasınınki
Osman'dır. Lâmiî Çelebi diye meşhur oldu. 1472 (H.877) de Bursa'da doğdu.
Zamânının büyük âlimlerinden zâhirî ilimleri öğrendi. Tasavvufta, Seyyid Emîr
Ahmed Buhârî hazretlerine intisâb ederek, onun talebesi olmakla şereflendi.
Lâmiî Çelebi'nin babası
Osman Çelebi, Sultan İkinci Bâyezîd'in hazîne defterdârıydı. Osman Çelebi'nin de
babası Nakkâş Ali Paşa, devrinin en şöhretli sanatkârıydı. Tîmûr Hân onu
Semerkand'a götürdü. Bir müddet orada kalanAli Paşa, Bursa'ya döndüğünde, Yeşil
Câmi ve Yeşil Türbe'nin iç nakışlarını yaparak büyük hizmetler yaptı. Lâmiî
Çelebi'yi annesi Dilşâd Hâtun yetiştirdi. Lâmiî Çelebi, devrinin büyük
âlimlerinden Molla Ehâveyn ve Molla Muhammed bin Hasanzâde'den; tefsîr, hadîs,
fıkıh ilimlerini öğrendi. Talebelik hayâtında tasavvufa karşı oldukça temâyülü
vardı. Bu sebeple Şâh-ı Nakşîbend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin
yolundaki evliyânın büyüklerinden İstanbul'da Seyyid Emîr Ahmed Çelebi'nin
derslerine katılarak, ona talebe oldu. Tasavvuf yolunda, o büyük zâtın
teveccühleri, feyz ve bereketleri ile olgunlaşıp, kâmil bir insan oldu.
Lâmiî Çelebi, Şeyh Rüstem
Halîfe ile aralarında geçen bir hâtırâsını şöyle anlattı: "Rüstem Halîfe,
önceleri Zeyniyye tarîkatinde Hacı Halîfe'nin talebesi olmuş görünüyorsa da,
davranışları, onun Üveysîlere benzediğini gösteriyordu. O sıralarda gözüme bir
ağrı girmişti. Yaptırdığım tedâvîlerden hiçbir fayda görememiştim. Rüstem Halîfe
bana dedi ki: "Gençliğimde benim de gözüm ağrımıştı. Senin gibi çeşitli şeylere
başvurmuştum. Fakat hiçbiri netice vermemişti. Bir gün yolda giderken, karşıma
biri çıktı. Daha bir şey söylemeden bana; "Evlâd! Gözlerinin ağrılarından
kurtulmak istiyorsan, müekked sünnetlerin sonundaki rekatlerde Mu'avvizeteyn'i (Felâk
ve Nâs sûrelerini) oku. Allahü teâlânın izniyle şifâ bulursun." dedi. Ben de
onun dediği gibi hareket ettim. Hamdolsun ondan sonra gözlerim ağrımadı. Sizin
de öyle yapmanızı tavsiye ederim." Rüstem Halîfe'ye; "O yiğit kimdi?" diye
sordum. Cevâbında; "Hızır aleyhisselâmdı." dedi. Ben de müekked sünnetlerin son
rekatlerinde Mu'avvizeteyn'i okudum. Rabbime sonsuz şükürler olsun, göz
ağrılarından kurtuldum."
Lâmiî
Çelebi, 1512 de dört bin akçelik bir vakıf kurdu. 1531 (H.938) de Bursa'da vefât
edince, dedesi Nakkâş Ali'nin yaptırdığı mescidin avlusuna defnedildi. Şu anda
sâdece baş taşı kalan mezârında,
girift sülüsle "El-merhûm Şeyh Lâmiî bin Osman" yazısı vardır. Büyük âlim Molla
Abdurrahmân Câmî hazretlerinin Şevâhid-ün-Nübüvve ve Nefehât-ül-Üns'ünü
tercüme ettiği için, "Câmî-i Rûm" diye şöhret bulmuştu. Nefehât'ı tercüme
ettikten sonra, ona ilâveler de yaparak eseri daha da genişletti. Sonra Fettâh
Nişâbûrî'nin Hüsn-i Dil'ini tercüme edip, Yavuz Sultan Selîm Hana takdîm etti.
Tercüme ettiği kitaplar
pekçoktur.
Şeref-ül-İnsan isimli eserinin mukaddimesinde, yazdığı kitaplarını şöyle
kaydeder: Resâil, Şevâhid-ün-Nübüvve, Nefehât-ül-Üns Tercümesi, Risâle-i
Tasavvuf, Hüsn-i Dil, Münâzarât-i Behâr ü Şitâ, Şerh-i Dibâce-i Gülistan,
Münşeât-i Mekâtip, Hall-i Muamma-i Mîr Hüseyin, Risâle-i Arûz, Menâkıb-ı Üveys-i
Karnî, İbretnâme, Risâle-i Resûl minel-Fünûn, Mevlid-ir-Resûl, Maktel-i İmâm
Hüseyin, Şem'u Pervâne, Gûy ü Çevgân, Ferhatnâme, Kıssâ-ı Evlâd-ı Câbir, Lügât-ı
Manzûme, Risâle-i Bâl, Şehrengiz, Dîvân-ı Eş'ar.
Bu
eserleri dışında, İstanbul kütüphânelerinin bâzılarında
da birkaç risâlesine tesâdüf edilmiştir. Bunlar; Üniversite Kütüphânesi Türkçe
yazmalar kısmı 3182 numarada kayıtlı Risâle-i Nefs-ül-Emr ile, AliEmîrî
Kütüphânesinde 380 numarada kayıtlı Külliyât'tır. Bu Külliyât'ın
içinde; Fedâil-i Şiir ve Şâirân, Hayretnâme, Heft Peyker ve Hirednâme
isimli
risâleleri vardır.
Eserlerinin büyük bir kısmı tasavvuf ile ilgilidir. Mevlânâ Câmiî hazretlerinin
Nefehât-ül-Üns min Hadarât-il-Kuds'ünü Türkçeye çevirip, Fütûh-ül-Mücâhidîn
li Tervîhi Kulûb-il-Müşâhidîn ismini vermiştir.
LÂMİÎ ÇELEBİ'NİN ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER:
Çağrışur gökte melekler âh u zârımdan, meded!
Odlara yandım, bu âh-ı pür
şerârımdan, meded!
Senin gitmez başından bu
havâlar
Dimâğın Cümle toprak
olmayınca
Bu sergerdanlığın pâyânı
yoktur
Vücûdun serteser hâk
olmayınca.
Lâmiî Çelebi'nin, Sultan
Selim Han için yazdığı bir şiir de şöyledir:
Çünki, destin ebrdir,
hasmın niçindir eşkbâr?
Çünki deryâdır dilin, âlem
neden pür mâcerâ?
Kapına yüz sürdüğüyçün
buldu bu kadri güneş
Ey güneş hoş südde-i âliye
ettin ilticâ
Feyz-i ihsânın eder dürr ü
sadef içre yetîm
Neşr-i lütfun gülşen-i bî
bergi eyler pür nevâ
Sâye-i
adlinde âlem râhat, illâ sîm ü zer
Dest-i lütfundan perîşân
olmuş eyler iştikâ
Sen
Muhammed âyet ü Haydar dili medhedemez
Lâmiî, Selmân değil,
Hassân olursa Husrevâ
Nûra garkettikçe dehri
mihr ü meh şâm ü seher
Tal'atın âyînesinden âlem olsun rûşenâ
KAYNAKLAR
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye
Tercümesi (Mecdî Efendi); s.431
2) Sehî Beğ Tezkiresi;
s.50
3) Tezkiret-üş-Şu'arâ;
c.2, s.830
4)
Latîfî Tezkiresi; s.293
5)
Sicilli Osmânî; c.4, s.86
6)
Kâmûs-ul-A'lâm; c.5, s.3973
7)
Rehber Ansiklopedisi; c.11, s.35
8) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.14, s.177
|