KEMAL ÜMMÎ
Anadolu
velîlerinden, şâir. İsmi İsmâil'dir. Kemâl Ümmî lakabıyla meşhur olmuştur. On
beşinci asrın başlarında Niğde'de doğdu. Doğum ve vefât târihleri
bilinmemektedir. Kabri Niğde'de Yenice Mahallesindedir.
Şeyh
Muhammed Bahaeddîn-i Erzincânî'nin halîfelerindendir. Şeyh Cemâl-i Halvetî'nin
akran ve dostlarındandır. Adına yazılan bir Menâkıbnâme'de; "Sâfî
Sultan'dan el aldı dirler." şeklinde bir ifâdeye göre o zâttan da feyz aldığı
anlaşılmaktadır. Anadolu'da meşhur ve çok sevilmesi yüzünden Karaman, Manisa, Mudurnu ve Niğde mevlevîhânelerinde makamları vardır. Ömrünün çoğunu Niğde'de geçiren Kemâl Ümmî
hazretleri, rivâyete göre Bolu civârında da bulunmuştur. Pekçok insanı irşâd
etmiştir, onlara Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını anlatıp, saâdete
kavuşmalarına vesîle olmuştur.
Kemâl
Ümmî bilhassa şiirleriyle tanınan bir tasavvuf şâiridir. Şiirlerinde muhtevâ
bakımından Yûnus Emre'ye benzer. Daha ziyâde aruz vezniyle kasîde, gazel ve
mesnevî gibi klasik nazım şekillerinde şiirleri vardır. Tekke şiirinde kendinden
sonraki şâirlere örnek olmuştur. Şiirlerini aruz vezniyle yazmasına rağmen açık
ve anlaşılır bir dili vardır. Halkın anlayacağı şekilde hitâb etmiştir. Bilhassa
yazdığı güzel ilâhîler Anadolu sınırlarını aşarak Kırım, Kazan,
Taşkent ve Özbek Türkleri arasında yayılmıştır. Şiirlerinde dünyânın fâniliğini
Allahü teâlânın sevgisini, dünyâ nîmetleri ile güzel ahlâk ve ibâdeti ve
ibâdetlere teşviki işlemiştir. Dîvân'ında iki bin üç yüz beyitten fazla
şiiri vardır. Münâcaat, naat, kasîde, gazel, mesnevî ve ilâhîlerden meydana
gelen dîvânının, İstanbul ve Anadolu kütüphânelerinde pekçok nüshası
bulunmaktadır. Bu dîvânından başka Kırk Armağan adlı didaktik muhtevâlı bir eseri mevcuttur.
Bir
menkıbesi şöyledir: Kemâl Ümmî hazretlerinin Sinan adında bir oğlu vardı.Bu oğlu
ilim tahsîli yapmış, zâhirî ilimlerde çok yükselmişti. Ancak babasının büyük
velî olduğunu bir türlü kabûl etmiyordu. Tasavvufta yükselmek, kemâle ermek
istiyordu ve kendine rehberlik edecek yol gösterici bir mürşid arıyordu.Kuvvetli
bir ilim tahsîli yapmış olduğundan hep kitaplarla meşgûl olurdu. Nihâyet bir gün
babasına; "Herkes seni sevip sayıyor. Eğer beni önceden yetiştirseydiniz, size
itâat ederdim. Fakat zâhir ilimlerde bilginiz yok. Benimse çok müşkülüm var."
dedi. Bunun üzerine babası; "Oğlum sen de murâdına erersin. Benim sözümü dinle,
bu yolda gayret göster, Mekke'ye git, Kâbe'yi tavâf et. Safâ ve Merve arasında
sa'y edip, Makâm-ı İbrâhim'e varınca, Allahü teâlâya yalvarıp duâ et. İki rekat
namaz kıl. Selâm verip duâ ettikten sonra yanında ihtiyar bir zât görürsün. O
zât senin gönlünün derdine çâre olur. O gönül sırlarından haberdârdır. Nice
sırları ondan öğrenirsin." dedi.
Babasından böyle bir işâret alınca, Kâbe'ye gitmek üzere yola çıktı. Mekke'ye
gitmek için bir gemiye bindi. Hava gâyet sâkin ve gemi yolcu ile doluydu.
Yolculukları sırasında hava değişip rüzgâr esmeye ve deniz dalgaları coşmaya
başladı. Sonunda gemi battı. Yolculardan kimi boğuldu, kimi kurtuldu. Kemâl Ümmî
hazretlerinin oğluSinân ise boğulmak üzere olup dalgalar arasında çırpınıyordu.
Bu sırada babası âniden gözüküp onu boğulmaktan kurtardı ve gözden kayboldu.
Boğulmaktan kurtulduğu için Allahü teâlâya şükretti.
Kurtulan diğer yolcularla birlikte karadan yürüyerek yola devâm ettiler. Ancak
hallerinin ne olacağını bilmeden yolculukları sıkıntılı geçiyordu. Bir müddet
gittikten sonra çölde eşkıyâ yollarını kesip hepsini esir aldı. Sinan bu sefer
de tuzağa düşmüş bir yabancı kuş gibi esir oldu. Allahü teâlâya tevekkül edip
sabırla beklemeye başladı. Onu bir zindana kapattılar. Geceleri gözüne uyku
girmiyordu. Çok halsiz ve zayıf düşmüş, ağlamaktan gözleri kan çanağına
dönmüştü. Ayrıca çok da işkence görüyordu. Bu ızdırap ve zindandan kurtulmak
için hiçbir çârenin olmadığını anladı. O zaman Allahü teâlâya duâ edip, şöyle
dedi:
"Yâ
Rabbî! Bana lutfeyle, çok günâhkârım. Senin velî kullarından olan babama değer
vermez ve inanmazdım. İnadım sebebiyle içinde bulunduğum bu sıkıntıya düştüm.
Babama hiç teslim olmazdım. Onun sözlerini hiç tutmazdım. Kimsenin sözünü
beğenmez ve yüzünü görmek istemezdim. Babama hiç baş eğmezdim. Yâ Rabbî! Benim
çektiğim hep bu yaptıklarımdandır. Bana ihsân eyle kurtar beni. Şimdi kabahatimi
anladım." diyerek gece-gündüz ağlardı.
Günlerce böyle çâresiz gam ve dert çekip kurtulacağı günü bekledi. Bir gün
ellerini ve ayaklarını da bağladılar ve; "Şimdi senin gözlerine de mil çekip
seni kör edeceğiz, artık dünyâyı görmez olursun ve bir yere gidemeyip, buralarda
kalırsın." dediler. Bu sözleri işitince, çâresizlik ve dehşet içinde çok ağladı.
Artık tam çâresizlik içine düşüp gözlerini de kaybetme korkusu içindeyken
birdenbire babası Kemâl Ümmî hazretleri karşısına çıkıverdi. Elini uzatıp;
"Gözünü yum beri gel. Allahü teâlânın kudretini göresin. Hep âh edip inlersin."
dedi. Sonra onu anlamadığı bir şekilde tutup Kâbe'ye bıraktı. Gözlerini
açtığında Kâbe'nin yanında idi. Bu hallere çok şaşırıp, günahlarına ve
kabâhatlerine pek ziyâde pişman oldu. Tam bir ihlâs ile cânu gönülden Kâbe'yi
tavâf etti. Sonra Makâm-ı İbrâhim'e geçip iki rekat namaz kıldı.
Bu
hâlini kendisi şöyle anlatmıştır: Makâm-ı İbrâhim'de iki rekat namaz kıldım.
Selâm verdikten sonra; "Yâ Rabbî bu yolda nice sıkıntılar çektim. Şimdi beni
murâdıma erdir." diye duâ edip ellerimi yüzüme sürdüm. Bu sırada yanımda oturan
yüzü örtülü bir ihtiyâr gördüm. Elini öptüm ve; "Efendim şimdi sizden ricâm,
beni murâdıma kavuşturmak için himmet eylemenizdir. Derdime bir çâre ihsân
edin." dedim. Bana; "Evliyâya karşı inadı terkeyle, onlara îtimât göster.
Görünüşlerine bakma! Onların bâtınlarına iç alemlerine bak. Neden gördüğünü
ilimden habersiz zannedersin. Zâhir ilimle Allahü teâlâya kavuşmayı mı murâd
edersin! Zâhir ilmi olmayanı Hak'tan uzak mı sanırsın? Gerçi ilim kişiye
faydalıdır. Fakat bu ilimle amel edilmeyince, faydası olmaz. Dünyaya düşkün
olmayan, haramlardan sakınan mevlasına kavuşur. Eğer bu sözleri anlayıp idrak
ettiysen, mürşidine yol göstericine teslim olman gerekir." buyurdu ve bir hayli
nasîhat etti.
Sinan
Efendi bu nasîhatları dikkatle dinleyip çok göz yaşı döktü. Kendisine nasîhat
eden zât yüzündeki örtüyü kaldırıp ona yüzünü gösterdi. Baktığında onun babası
olduğunu gördü. "Derdime yine babam çâre oldu." diyerek elini öpüp ayaklarına
kapandı. Artık babasının büyük bir velî olduğunu açıkça görüp anladı. Ona teslim
oldu ve duâsını aldı. Kâbe'deki hizmetçiler Sinan'ın yanına yaklaşıp; "Bu zât
neden sana bu kadar yakın alâka gösterdi. Senin de ona karşı muhabbetin
nedendir?" dediler. "Bu zât benim babamdır." deyince, hizmetçiler; "Bu zât elli
seneden beri beş vakit namazını Kâbe'de kılar. Biz onu hep burada görürüz."
dediler. Kemâl Ümmî hazretlerinin oğlu Sinan, daha sonra babasının terbiyesinde
tasavvufta yetişip mârifet sâhibi fazîletli bir zât oldu.
Bir
defâsında da oğlu Sinan'a; "Oğul eğer ihlâsın varsa, gel şu ayağımın üstüne bas.
Göresin sen dahi vakit nicedir, demeyesin bu vakit gecedir." dedi. Oğlu ayağına
basınca, ayağını oynattı. Oğlu Sinan'ın gözünden perde kalkıp arşı seyretmeye
başladı. Melekleri semâyı doldurmuş namaz kılıyor halde gördü.Babasının bu
kerâmetini görünce, onun büyük bir veli olduğunu anlayıp ayaklarına kapandı.
Ondan feyz alıp saâdete kavuştu.
Kemal
Ümmi hazretlerinin şiirlerinden biri:
Bakın
iy cân ü dil gözün açanlar
Beka
mülki fenâ ilden seçenler
Kanı
şol dünyâya mağrûr olanlar
Kanı
şol menzile konup göçenler
Kanı
şol illeri bizüm diyenler
Kanı
şol yerleri eküp biçenler
Kanı
şol kal'alar burçlar yapanlar
Kanı
anda durup yiyüp içenler
Kanı
şol cem' olup tez dagılanlar
Kanı
şol şem' olup yanup tütenler
Kanı
şol işret idüp raks uranlar
Kanı
şol başlara saçu saçanlar
Kanı
şol baş oluban kim sananlar
Kamu
halkın hakkın yiyüp içenler
Kemâl
Ümmî sen ol Hak'dan yana kaç
Kaçan
kurtulur ölümden kaçanlar
Bu
tuzakda tutulmaz dane içün
Safâ
şevkiyle uçmağa kaçanlar
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BENİM
DİLİM ŞEYH KERÎMÜDDÎN'İN DİLİDİR
Yüksek
hocaları tarafından icâzet ile şereflendirilip memleketine gönderildikten sonra,
tâliblere ilim ve feyz kaynağı olarak hizmet eden Kerîmüddîn insanlara çok
faydalı olmaktaydı. Bir zaman İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yolu, Kerîmüddîn'in
beldesine düştü. Orada Kerîmüddîn'den feyz almakta, sohbetinde bulunmakta
olanlardan bir grup kimse, hazret-i İmâm'ın huzûruna gelerek feyz ve
bereketlerinden, kıymetli sohbetlerinden istifâde etmek istediklerini arz
ettiler. O da Kerîmüddîn'i çağırarak; "Bunları büyükler yoluna aldınız mı?
Almadınız mı?" diye sordular. Kerîmüddîn; "Efendim, yüksek hazretinizden bana
ulaşanları bunlara ulaştırdım." diye arz edince, İmâm-ı Rabbânî hazretleri o
kimselere dönerek; "Benim dilim, Şeyh Kerîmüddîn'in dilidir. O ne söyledi ise
ben söylemişim. Sohbetlerini bu dikkat ve uyanıklık ile dinlerseniz aynı
istifâdeye kavuşursunuz." buyurdu ve üzerlerinde bulunan gömleği çıkararak
Kerîmüddîn'e verdi.
KAYNAKLAR
1) Türk
Klasikleri; c.3, s.39
2)
Menâkıbnâme-i Kemâl Ümmî ; Ali Emirî (Millet) Kütüphânesi, Manzûm; No: 1323
|