KAYYÛM-İ CİHÂN MUHAMMED
SEYFULLAH
Evliyânın meşhûrlarından. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunlarındandır. İsmi
Muhammed, babasınınki Gulâm Muhammed Ma'sum'dur. 1743 (H.1156) senesinde doğdu.
Babası
Gulâm Muhammed Ma'sûm-i Sânî, Kayyûm-i Cihan Muhammed'in doğmadan önce gördüğü
rüyâyı şöyle anlatmıştır: Muhammed Seyfullah doğmadan bir gün önce, rüyâmda
Peygamber efendimizi görüp, ziyâret etmekle şereflenmiştim. Resûlullah efendimiz
bana müjde vererek şöyle buyurdu: "Yarın senin bir oğlun doğacak, görülmemiş bir
evlâd ve Allahü teâlânın sevgili kullarından olacaktır. Dedelerinin; ecdâdının
nisbetine vâris olacaktır. Âlemi nûrla dolduracak, onun gelişinin çok bereketli
olacağını bil ve ismini benim ismimden koy." Kutbu'l-aktâb Gulâm Muhammed Ma'sûm
hazretleri, bu rüyâyı gördükten sonra uyanıp, abdest aldı ve sabah namazını
kılmak için dergâhına gitti. Namazdan sonra murâkabe hâlinde otururken, Kâbe'yi
gördü ve çok mübârek bir oğlunun dünyâya geldiği müjdesini aldı. Müceddidiyye ve
Ma'sûmiyye bahçesinin bu yeni fidânının kulağına ezân ve ikâmet okuduğu zaman,
bu yeni doğmuş bebek, yanında bulunanların da hayretle görüp duydukları bir
şekilde tekbir getirdi. İsmi konurken tekbir getirdiğini işitenler, babasına;
"Onun tekbir getirdiğini işittik." dediler. Babası, ona hizmet etmelerini
söyledikten sonra; "Bu çocuk asrının bir tanesi olacak, görülmemiş nâdir işler
yapacak, onun irşâd nûrları âlemi dolduracak ve insanlar bahtiyâr olacak. Bizim
hayatımız ona vesîle olmak içindir. İşte şimdi bu nâdir evlâd doğdu. Maksad
hâsıl oldu." demiştir.
Yine
onun için şöyle anlatmıştır: "Bu oğlum diğer çocuklar gibi ağlamazdı. Önce
Allahü teâlânın ismini zikreder, üç defâ gâyet açık bir şekilde "Allah" derdi.
Bundan sonra ağlardı. Bu çocukda öyle hâller görüyorum ki, onun sırlarından olan
bu hallerin çoğunu kimse bilmiyor!" Babası onun yetişmesi için yüksek
teveccühlerde bulundu. Onu Müceddidî yolunun nûrlarına ve sırlarına kavuşturdu.
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah hazretleri, önce babası Gulâm Muhammed Ma'sûm-i
Sânî'nin teveccüh ve feyzleriyle yetişti. Bunu kendisi şöyle anlatmıştır: "Hakîkatı
arayanların rehberi olan babam hayattayken, ben her ne kadar küçüksem de babamın
feyzlerine kavuştum. Çünkü, babamın feyzleri ve bereketli teveccühleri,
büyük-küçük, genç-ihtiyâr, diri-ölü herkese ulaşıyordu. Benimle daha başka bir
şefkat ve dikkat ile ilgilendi. Çok teveccühte bulundu. Bana yüksek müjdeler ve
işâretler verdi. Hakkımda müjdelediği ve işâret ettiği şeylerin hepsine
kavuştum. Babamın benim hakkımda verdiği müjdeleri işiten ahbâbı ve seçilmiş
eshâbı yıllar sonra zamânı geldikçe benim o nîmetlere kavuştuğumu görünce
şaşırdılar."
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah hazretleri, daha çocukluğunda şâhid olduğu
hâdiseleri şöyle anlatmıştır: Çocukluğumda acâyib hâller görür ve yaşardım.
Büyüklerin rûhlarını ve cinlerin sâlihlerini görürdüm. Çocukluk günlerimde bir
defâsında akranlarımdan bir grup çocukla Lâhor şehrine gitmiştik. O günlerde
çevreye gayr-i müslimler gelip yerleşmişlerdi. Ben bir muz ağacına çıkıp,
muzların iyilerini topluyor ve çocuklara atıyordum. Ağacın altındaki çocuklar
gayr-i müslim atlıların yanımıza geldiğini görerek kaçmışlar, ben ağacın
üzerinden; "Attığım muzları toplayınız." diye bağırmıştım. Bir de baktım hepsi
gitmiş. Bu arada ağacın altında başka çocuklar gördüm. Ağızlarından ateş
çıkıyordu. Onlara size ne oluyor da ağzınızdan ateş saçılıyor dedim ve hayret
ettim. Onlar; "Biz cinlerin çocuklarıyız. Buraya seni korumak için toplandık.
Öbür çocuklar süvârilerden korkup kaçtılar!" dediler.
Yine
çocukluğumda bir gün ormana gitmiştim. Yanımda kimse yoktu. Ormanda dolaşırken
bir arslanın peşimden geldiğini gördüm. Nereye gitsem peşimden tâkib etti ve
aslâ bana saldırmadı, bir zarar vermedi. Sonra ormandan çıkıp gidinceye kadar
benden ayrılmadı. Ormandan ayrıldım, arslan da peşimden ayrıldı. Onun, bana
bekçilik yaptığını ve beni koruduğunu anladım.
Yine
birgün ata binmiş gidiyordum. Hizmetçiler de peşimden geliyordu. Yolda at âniden
durdu ve yürümedi. Sebebini araştırıp çevreye baktım ve bir arslanın üzerime
saldırmaya hazırlandığını gördüm. Tam karşıma çıkınca dikkatlice baktım. Ben
böyle bakar bakmaz arslan geri dönüp sür'atle kaçtı. Allahü teâlânın beni
koruduğunu, hıfz-ı ilâhînin benimle olduğunu anladım."
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah'ın çocukluğunda, buna benzer pekçok hâdiseler
geçmiştir. Dört yaşındayken babası vefât etmiştir. Babasından çok feyz alıp,
onun vefâtından sonra da kardeşi Şâh Gulâm Muhammed'den feyz alarak yetişmiş,
böylece bülûğ çağına ulaşmıştır. Çocukluk hâlini anlatırken: "Çocukluğumda
herhangi bir hastalığa tutulsam, hastalığın tedâvisi ve ilâcını, babamın feyzi
ve bereketi bilirdim ve böylece tedâvi olurdum." buyurmuştur. Babasının
vefâtından sonra, yıllarca onun ayrılık ateşiyle yandı. Sonra ağabeyi Şâh Gulâm
Muhammed onu tasavvufta yetiştirip, kemâl derecelere ulaştırdı ve icâzet verdi.
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah hazretleri, tasavvufta yetişip icâzet aldıktan
sonra, insanlara doğru yolu anlatmaya başladı. Kırk yaşına yaklaştığı sırada
Türkistan'a gitti. Bu sırada tasavvuf hâllerine gark olmuş, yüksek derecelerde,
kendinden geçmiş bir hâldeydi. Kâbil'e vardıklarında hâlleri pek yüksek
derecelere ulaşmıştı. Orada insanlara ilim yaymakla meşgûl oldu. O bölgede
hizmetleri çok tesirli olup, insanlar sohbetine koştular ve feyzleri ile saâdete
kavuştular. Hattâ meşhûr kumandanlar onu ziyâret etmek, sohbetinde bulunmak
arzusuyla bulunduğu yere gittiler.
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah hazretleri, her işinde olduğu gibi nâfile
namazları kılma husûsunda da sünnete uyardı. Namaz kılarken namazın tâdil-i
erkânına, edeblerine riâyet eder, hudû', huşû' ve tumânînet içinde olurdu.
Kıyâmda ve secdede uzun müddet dururdu. Kendinden geçmiş, kalbi Allahü teâlâya
yönelmiş, dünyâ düşüncelerinden tamâmen kurtulmuş bir hâlde namaz kılardı. Her
hafta, peşi peşine olmak üzere; pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri
bâzan da hafta boyunca oruç tutardı. Giyinme husûsunda da sünnete uyardı. Aslâ
bid'at işlemezdi. Hiçbir bid'ati beğenmez ve kabûl etmezdi. Bid'at sâhiplerinden
uzak durur, onları meclisine kabûl etmezdi. Dünyâya düşkün olanları huzûruna
kabûl etmez, zenginlerle görüşmezdi.
Kayyûm-i Cihan hazretleri, bir gün yeğeninin evine gitmişti. O sırada, kapıda
bir Hintli duruyordu. O gelince kenara çekilip yol verdi. Bu sırada Kayyûm-ı
Cihân hazretleri ona bir nazar edip içeri girdi. İçeri girince; kapıdaki
Hintliyi sordu. Bir ihtiyaç için geldiğini söylediler. Bunun üzerine; "Yakında
sohbetimize gelir." buyurdu. Bunu işitenlerden biri; "Hindûnun müslüman
olacağına dâir müjde verildi." dedi. Bir müddet sonra o Hindû bir arsa yüzünden
biriyle hasım oldu. Meselenin halli için İslâm kâdısına baş vurdu. Kâdı
huzûrunda konuşurken, sözlerinden müslüman olduğu anlaşılıyordu. Daha sonra
müslüman olduğunu açıkladı ve Kayyûm-ı Cihân hazretlerinin dergahına gidip
talebelerinden oldu.
Umdet-ül-Makâmât
kitabının müellifi Hâce
Muhammed Fadl şöyle anlatmıştır: Evimizin önünde bir söğüt ağacı, vardı. Bir ara
bu ağaç
kurudu. Bir gün Kayyûm-i Cihân hazretleri
abdest alırken, abdest aldığı suyu bir kaba koydum. Niçin aldığımı sorunca;
"Kurumuş bir söğüt ağacımız var. Onun dibine dökeceğim." dedim. "Eğer bu niyetle
dökeceksen o ağaç yeşerir." buyurdu. Götürüp söğüt ağacının dibine döktüm. Onun
bereketiyle yeşermesini arzu ediyordum. Nihâyet ağaç yeşerip tâze dallar verdi.
Kayyûm-i Cihân hazretleri bir gün bu söğüt ağacına bakarak; "Bu ağaç biz hayatta
olduğumuz müddetçe bâzan kurur, bâzan yeşerir. Fakat biz vefât ettikten sonra
tamâmen kurur!" buyurdu. Gerçekten de buyurduğu gibi oldu.
Kayyûm-i Cihân hazretleri bir gün abdest aldı, hizmetçiye dönerek; Bu abdest
suyunu sakla ona ihtiyaç olacak." buyurdu. Hizmetçi; "Ne için lâzım olacak?"
deyince; Bir yılanın zehirinin tesirini defetmek için!" buyurdu. SonraCumâ
namazına gitti. Namazdan dönünce; huzûruna zayıf ve bitkin bir kimse getirdiler
ve; "Bunu yılan soktu ölmek üzeredir. Bir de küçük çocuğu var, babasız, yetim
kalacak! Bir duâda ve yardımda bulunun!" dediler. Kayyûm-i Cihân hazretleri Cumâ
namazına gitmeden önce abdest alırken hizmetçiye bir kaba koymasını söylediği
abdest suyunu istedi. "Onu bunun için ayırmıştık." buyurdu.Sonra yılanın soktuğu
kimseye verip, bir kısmını yılanın soktuğu yere sürmesini söyledi. Buyurduğu
gibi yapınca hemen iyileşti.
Ömrünün
son günlerinde, Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret arzusuyla yandı.
Gençliğinde hacca gidip, ziyâret etmişti. Hayâtının son zamanlarında Kâbil'e
gitti.Son günlerinde ibâdet ve tâatlarını pek ziyâde arttırmıştı. Bu hâlini
görüp ibâdetleri çok ziyâdeleştirdiniz denilince, tebessüm ederek; "Artık ömür
sona erdi, elden ne gelirse yapmak lâzım." buyurdu. Son günlerinde sohbetleri
kalabalıktan taşmaya başladı. Pekçok kimse onun sohbetini bulunmaz bir ganîmet
bilerek feyzlerine kavuşuyordu. Vefâtından önce sıtma hastalığına tutulup,
hastalığı yedi gün şiddetle devâm etti. Hastalığı sırasında alnından terlerin
aktığı görülerek, şifâya kavuşacağınıza alâmet denilince, tebessüm edip; "Ümid
ediyorum ki, âhiret şifâsı hâsıl olacak!" buyurdu. Son nefesleri verdiği
sıralarda başında bulunanlar yüzündeki nûrun git gide fazlalaştığını görerek
hayret ettiler. Bu hâldeyken başında Yâsîn-i şerîf sûresinin okunmasını emretti
ve okundu. Kendisi de hep zikir ile meşgûl oluyordu. Bu hâldeyken tebessüm
ederek 1797 (H.1212) senesinde vefât etti.Cenâzesi yıkanırken yanında bulunan
Hacı Muhammed Fadl şöyle anlatmıştır: "Cenâzesi yıkanırken ben ayak ucunda
duruyordum. Yıkama işi bitince yüzüyle bana karşı bir işâret yaparak ayaklarını
gösteriyordu. Ayak ucuna gidip baktığımda az bir yerin kuru kaldığını gördük ve
yıkadık. Cenâzesinde büyük bir cemâat toplanmıştı.Kabre koymak üzere kabrine
inmiştim. Mübârek yüzünü birazcık kıbleye karşı çeviriyordum. Kendisi gâyet
yavaş bir hareketle yüzünü kıbleye çevirdi. Yüzünü açtım, yüzünde görülmedik bir
nûr parlıyordu ve gittikçe artıyordu ki akıl onu anlayamaz."
Kabri,
Rûşenî Hindî Mescidi yanındadır. Vefât etmeden önce bir gün bir yere oturup
sohbet etmişti. Orada gâyet güzel ve yeşil bir ağaç vardı. Ağaç altında
oturulduğu sırada; "Burası kâmil ve mükemmil bir zâtın mekânı olacak."
buyurmuştu. Vefât edince kendisi işâret ettiği o yere defnedildi.
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfeddîn hazretlerinin eserleri: 1) Âdâb-ül-İrşâd:
Bu eserine Ma'den-ül-Esrâr adı da verilmiştir. 2) Mahzen-ül-Envar-i
Ahmedî fî Keşf-il-Esrâr-il-Müceddidî, 3) Çihâr Cûy (Dört Nehir).
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
GERÇEK
TABİB
Bir
defâsında Tîmûr Şâh hastalandı ve bir türlü çâre bulamadı. Nihâyet Kayyûm-i
Cihân hazretlerine haber göndererek; "Tabibler tedâvisinden âciz kaldılar, bir
çâre bulamadılar! Şimdi sizin himmetinizi beklemektedir." dediler.
Bu
haber üzerine Kayyûm-i Cihân hazretleri hemen; "Esferze bitkisinden bir miktar
ilâç yapıp üç gün yutsun, inşâallahü teâlâ şifâ bulacak." buyurdu. Bu durumu
tabibler duyunca hepsi birden ittifak hâlinde; "Onun hastalığı soğuk sebebiyle
olmuştur. Eğer "Esferze" bitkisinden yapılan ilâç verilirse ölümüne sebeb olur.
Fakat mâdem ki, Kayyûm-i Cihân böyle buyurmuş tecrübe edilsin." dediler. Bunun
üzerine Tîmûr Şâh'ın tabîbi olan en meşhûr tabib; "Tecrübe gerekmez. Bu, canla
oynamaktır." dedi. Tabiblerin endişesi ve bu husûsdaki dedikoduları Kayyûm-i
Cihân hazretlerine bildirilince, bir miktar "Esferze" bitkisi istedi. Kendi
eliyle ilâç hazırlayıp, Tîmûr Şâha gönderdi ve; "Bu bitkide üç çeşit özellik
vardır. Hiç endişelenmesin. Üç gün bu ilâcı kullansın, sıhhate kavuşacak."
buyurdu. Tîmûr Şâh, Kayyûm-i Cihân hazretlerinin tavsiye ettiği ve eliyle
yaparak gönderdiği ilâcı üç gün kullandı. Sonunda sıhhate kavuştu. Tîmûr Şâh ve
ilâcın kullanılmasına mâni olmak isteyen tabibler hayret ettiler. Kayyûm-i Cihân
hazretlerinin ilim ve mârifet sâhibi bir velî olduğunu anlayıp sohbetine
katıldılar.
KAYNAKLAR
1)
Umdet-ül-Makâmât; s.445
2)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.62
|