|
İBN-İ ÜSTÂD-ÜL-A'ZAM
Yemen'in meşhûr velîlerinden. İsmi Abdullah bin Alevî ibni Üstad-ül-A'zam olup
seyyiddir. 1240 (H.638) senesinde doğdu. 1330 (H.731)'da vefât etti.
Babasından ve dedesi Üstaz-ül-A'zam'dan ilim, edep ve İslâm ahlâkını öğrendi.
Ayrıca zamânının meşhûr âlimlerinden de ilim tahsil etti. Fıkıh ilmini Ahmed bin
Abdurrahmân bin Alevî'den, Şeyh-i kebîr Abdullah bin İbrâhim Bakşîr'den öğrendi.
Tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini bilhassa babasından ve zamanının
seçkin âlimlerinden olan dedesinden gördü. Bu ilimlerde iyice yetişip icâzet
aldı. İlimde yüksek derecelere ulaştı. Tasavvufta da kemâle erip fazîletli bir
zât oldu. İlim ve fazîlette zamânının en meşhûr âlimiydi. Bulunduğu memleketin
her yerinde tanındı.
Daha
sonra Terîm'den Yemen'e gidip Ehûr şehrindeAmr bin Meymûn'dan da ilim öğrendi.
Buradan hacca gitti. Medîne'ye gidip Peygamber efendimizin türbesini ziyâret
etti. Bir sene Medîne'de kaldıktan sonra, Mekke'ye gidip sekiz sene kaldı. İlmî
mütâlaalar ile ve ilim öğretmekle meşgûl oldu. Mekke ve Medîne'de çok tanınıp
sevildiğinden, kendisine İmâm-ül-Harameyn lakabı verildi. Çok zekî ve münâzara
kâbiliyeti yüksekti. Çok ibâdet eder, devamlı oruç tutar ve az uyurdu.
Mekke'deyken âdeti şöyleydi:Sabah namazı vaktinde sükûnet ve vakar
içindeMescid-i harâma gider, Kâbe yanında sabah namazını kılardı. Namazdan sonra
kuşluk vaktine kadar Kur'ân-ı kerîm okurdu. Sonra kuşluk namazını kılardı. Yatsı
namazı vaktine kadar Mescid-i Harâmda kalır, yatsı namazını da kılıp ayrılırdı.
Mekke'de bulunduğu sırada, Hadramevt'in ileri gelenleri bir mektup yazıp kardeşi
Ali bin Alevî ile Mekke'ye gönderdiler. Kendisine çok ihtiyaçları olduğunu,
ilminden istifâde edilmesi için memleketine dönmesini istediler. Bunun
üzerineMekke'den ayrılıp Yemen'e Zebîd şehrine gitti. Bu sırada pekçok âkil,
fâzıl ve meşhûr kimselerle görüşüp istifâde etti. Karşılıklı ilim alış verişi
yaptılar. Daha sonra Terîm şehrine gitti ve oradaki âlimlerle ilmî mütâlaalarda
bulundu. Buradan Ehûr şehrine geçip şeyhi Ömer bin Meymûn'u ziyâret etmek
istedi. Ancak oraya vardığı gün hocası vefât etti.Cenâzesini yıkayıp, kefenledi
ve defnettiler. Bu hocası vefât edeceği sırada talebeleri yanına toplanıp
kendisinden sonra kimi halîfe bırakacağını sordular. Bunun üzerine şöyle
buyurdu: "Ben ölünce beni yıkayıp kefenleyiniz. Bu sırada sizin yanınıza şöyle
şöyle vasıfları bulunan bir kimse gelecek işte o kimse benden sonra yerime
geçecek kimsedir." diye İbn-i Üstâd-ül-A'zam'ı târif etti.
Onu
gördüklerinde hocalarının târif ettiği zât olduğunu anladılar ve yapılan
vasiyeti kendisine bildirdiler. Kendisinin orada kalması ve insanlara rehberlik
yapması için ısrar ettiler. Tevâzu gösterip istemedi. Bunun üzerine hocasının
oğlu vasiyeti bildirip babasının hırkasını ona giydirdi. Bundan sonra insanlara
rehberlik edip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Ayrıca Şâfiî
mezhebi fıkhı dersleri verdi. Pekçok talebe yetiştirdi. Başta Ali, Muhammed,
Ahmed adındaki üç oğlu, kardeşinin oğlu Muhammed Ebû Bekr ve Alevî, amca
oğulları Ahmed ve Allâme Muhammed bin Alevî, hocasının oğlu Şeyh Abdullah Fakîh
Ahmed bin Abdurrahmân, Şeyh Ali bin Sülem, Fadl bin Muhammed, Şeyh Abdullah bin
Fakîh Fadl, Ârif-i Billah Muhammed bin Ebî Bekr bin Abbâd, Şeyh Muhammed bin Ali
bin Şuayb el-Ensârî ve daha pekçok kimse onun derslerinde ve sohbetlerinde
yetişip, kemâle ermiştir.
Derslerinde, sohbetlerinde ve münâsebetlerinde dâimâ insanlara faydalı olmuş,
onların saâdete kavuşması için çalışmıştır. Huzûruna gelenlerden müşkülü,
sıkıntısı olanlar onun bereketli nazarlarıyla sıkıntılarından kurtulurlardı.
Tevâzûda, alçak gönüllülükte emsâline az rastlanırdı. Büyük-küçük herkese
mütevâzî davranırdı. Kendisini asla büyük görmezdi. Dünyâya hiç düşkünlük
göstermezdi. Gariplere, fakirlere, yetimlere çok yardım ederdi. Cömertliği
şaşılacak derecedeydi. Muhtaçlar için husûsî bir yardım müessesesi kurmuştu.
Komşuları ve yaşadığı beldenin insanları onun çok iyilik ve yardımını gördüler.
İnsanlara hem dîn-i İslâmı anlatarak mânen ve ihtiyaçlarını karşılamak sûretiyle
de madden yardımcı olurdu. Yaşadığı Terîm şehrinde kendisini tanıyan tanımayan
herkese yardımı ulaşırdı. Benî Alevî Mescidi için bir hurma bahçesi, arâziler ve
su kuyusu, çeşmeler vakfetti. Bunların gelirleri, mescidin bakımı ve misâfirleri
barındırmak için harcanırdı. Yine vefât edenlere kabir hazırlanması, bebeklere
süt verilmesi için vakıflar kurdu. Yaptığı hizmetler o kadar genişledi ve
insanlara faydalı oldu ki, o zaman sultanlar bile böylesini yapamazdı.
Menâkıb-ı Benî Alevî
kitabında,
Târih-i Basît ve Vasît kitaplarında zikredilen menkıbelerinden bir
kısmı
şöyledir:
Bir gün
İbn-i Üstâd-ül-A'zam Abdullah hazretlerinin yanına fakirlerden bir bölük kimse
geldi. Karınları açtı. Abdullah hazretleri, İbn-i Nâfi' isimli hizmetçisine;
"Filan ambara git! Oradan bu fakirler için hurma getir! Karınlarını
doyursunlar." buyurdu. Hizmetçi o ambarın boş olduğunu gâyet iyi bildiğinden, "O
ambar boş." dedi. O zât, aynı emri tekrarlayınca, hizmetçi, ambarı
boşalttıklarını, içinde hiçbir şey kalmadığını, tamâmen boş olduğunu bildirdi. O
yine; "Sen ambara git! Orada hurma bulursun." deyince, hizmetçi gitti.Hakîkaten
orada hurma bulunduğunu gördü ve alıp getirdi. Fakirler o hurmaları yiyip
karınlarını doyurdular.
Ahmed
bin Nu'mân isminde bir kimsenin bir hayvanı vardı. Hayvanı satmak üzere pazara
giderken, kendi kendine; "Bu hayvanı şu kadar fiyata satabilirsem, aldığım
ücretin şu kadar mikdârını Abdullah bin Alevî hazretlerine hediye edeceğim."
diye niyet etti. Pazara vardı. Hayvanını kolaylıkla ve arzû ettiği fiyata sattı.
Sonra, Abdullah binAlevî hazretlerinin bulunduğu Terîm beldesine döndü. Fakat
yolda yaptığı niyeti, sadaka vermeyi unutmuştu.Abdullah bin Alevî bunu yanına
çağırıp, o niyetini hatırlattı. O kimse çok hayret etti. Bu niyetini hiç kimseye
söylememişti. Bunun, o zâtın bir kerâmeti olduğunu anlıyarak nezrini, adağını
yerine getirdi.
Bir
defâsında iki kişi, birlikte Abdullah bin Alevî hazretlerinin ziyâretine
geldiler. Yolda birisi, Abdullah hazretlerinin yanına vardıklarında kendisine
hurma, diğeri ise ekmek verilmesini arzu etti. Yanına vardıklarında her ikisine
de arzu ettikleri şeyleri ikrâm etti.
Hizmetçilerinden birisi şöyle anlatır: "Bir defâ kendisi ile berâber bir sefere
çıktık. Bir yere vardığımızda bana, yüksekçe bir yere çıkıp, uzaktaFîl
beldesinde bulunan Şeyh Ömer isimli bir zâtı çağırmamı söyleyince, emrettiği
gibi yaptım. Üçüncü defâ seslendiğimde, o zâtın; "Lebbeyk, buyurun efendim!"
diye cevap verdiğini işittim. Aradaki mesâfe çok uzaktı. Abdullah hazretlerinin
çağırdığını söyledim. Biraz sonra çıka geldi. Sür'atle geldiği için, çok
terlemiş ve terden elbisesi ıslanmıştı. Berâberce oturup sohbete başladılar.
Öyle derin mânâlı konuşuyorlardı ki, ben yanlarında bulunup kendilerini
dinlediğim hâlde bir şey anlayamadım. Bu hâlde akşam namazı vakti oldu. Namazdan
sonra vedâlaştılar. Şeyh Ömer memleketine gitti. Abdullah bin Alevî, kendisi
hayatta olduğu müddetçe bu hâli hiç kimseye haber vermememi emretti. Ben de bu
kerâmetini, onun sağlığında hiç kimseye söylemedim. Vefâtından sonra anlattım.
Yine
talebelerinden Müflih el-Hamîdî anlatır: Yolculuğa çıkmıştım. Yolda eşkıyâlar
önümü kestiler. Beni öldürmek ve malımı almak istiyorlardı. Hocam Abdullah bin
Alevî hazretlerinden yardım istedim. Onu vesîle ederek Allahü teâlâya duâ ettim.
Tam bu sırada, bir kişinin; "Abdullah bin Alevî geliyor." dediğini işittim. Bu
sözü duyan şakîlerin her biri bir tarafa dağıldı. Bana hiçbir zarar veremediler.
Abdullah bin Alevî hazretlerinin talebelerinden birisi, bir yerde zirâat yapıp
ekin ekmişti. Onun ekin ektiği bölgede, iki grup arasında muhârebe oldu.
Muhârebede gâlip gelenler, orada bulunan ekinlerin kendilerine geçtiğini,
dolayısıyla oradaki mahsûlü kendilerinin hasad edeceklerini bildirdiler.
Ekinlerin sâhibi olan talebe, hocası hürmetine Allahü teâlâya duâ etti. O
kimseler ekinleri biçip, hasad etmek için tarlaya geldiklerinde, ekinlerin hasad
edilmiş olduğunu görüp, üzüntüyle geri döndüler. Sonra fakirlerden biri gidip
baktı. Ekinin hasad edilmemiş olduğunu gördü ve bunu onlara haber verdi. Geri
dönüp baktıklarında, yine gördüler ki, ekin hasad edilmiş, kaldırılmış.
Anladılar ki, bu mahsûl korunmakta, muhâfaza edilmektedir. Bunu anladıktan
sonra, o tarladaki mahsûl ile uğraşmaktan vaz geçtiler.
İbn-i
Üstâd ül-A'zam Abdullah bin Alevî hazretleri vefât ettikten sonra, cenâzesi
yıkanıp, gasl edildi. Artan suyu talebelerinden bâzısı aldı. Bu sudan hangi
yaraya sürseler, Allahü teâlanın izni ile o yara iyileşirdi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
TÖVBEYE SADÂKAT
Abdullah bin Alevî hazretleri, bir zaman Mekke-i mükerremede şarab içen bir
kimseyle karşılaştı. Böyle mübârek bir yerde, böyle çirkin bir günâhın
işlenmesini hoş karşılamadı. O kimse, Abdullah binAlevî hazretlerine:
"Ben
terzilik yapıyorum. Şarap içmeye öyle alışmışım ki, onu içmesem sanatımı, işimi
yürütemiyorum. İçmezsem, çalışamıyorum. Her ne kadar bırakmak istesem de,
bırakamıyorum. Bunu bırakırsam, işimi devâm ettiremem." dedi.Abdullah
hazretleri; "Şayet Allahü teâlâ, sana içki içmeden de mesleğini devâm ettirmeni
nasîb ederse, içki içmeye tekrar dönmeyeceğine dâir bana söz ver!" dedi. O kimse
de "Peki!" deyince, Abdullah hazretleri, Allahü teâlâya duâ edip, bu kimseye
tövbe etmeyi nasîb etmesi ve tövbesini kabûl etmesi için yalvardı. O kimse
içkiyi terk etti. İşini, içkisiz de yapabildiğini anladı. Önceki hâline tövbe
etti ve tövbesini bozmadı. Abdullah bin Alevî hazretlerinin delâleti ile
tövbesinde öyle bir sadâkat gösterdi ki; sâlihlerden kıymetli bir zât oldu. Bu
hâdiseden bir müddet sonra, Abdullah bin Alevî, rüyâsında bir münâdînin, bu
kimsenin ismini söyleyerek; "Filân kimse için, filân yerde bir kabir kazınız!
Kim onun cenâze namazında bulunursa, Allahü teâlâ onu magfiret eder." diye nidâ
ettiğini gördü. Uyandığında, hemen o kimsenin hâlini sordu. Vefât ettiğini
bildirdiler. Bildirilen yere kabri kazıldı. Abdullah bin Alevî cenâze namazını
kıldırdı. Oraya defnettiler.
BİZİMLE
BERÂBERDİ
Abdullah bin Alevî hazretleri, her sene haccederdi. Bunu evliyâdan çok kimse
haber vermiştir. İnsanlar onu, memleketi olanTerîm beldesinde zannederler, fakat
o hac zamanı hacılar arasında bulunurdu. Bir sene talebelerinden Müflih bin
Abdullah hacca gitmeye niyet etti. Gidip, hocası Abdullah bin Alevî
hazretlerinden izin istedi. O da! "Minâ'ya vardığın zaman, filân oğlu filânı
sor. Bizim selâmımızı söyle, o sana istediğin konuda yardım eder."
buyurdu.Müflih bin Abdullah diyor ki: "Minâ'ya vardığımda, o kimseyi buldum.
Bana çok yardımda bulundu. Hocamdan suâl etti. Ben de, şu anda Terîm beldesinde
bulunduğunu, hâlinin iyi olduğunu söyledim. O kimse hayret etti. "Daha dün,
bizimle beraber Arafât'ta vakfe yaptı. Şimdi nasıl Terîm'de olur?" dedi. Benim
ihtiyaçlarımı giderdi. Ben Terîm'e döndüğüm zaman, hocamın yanına gittim.
Haccımı tebrik etti. Ben de; "Asıl ben sizin haccınızı tebrîk ederim." deyip,
şâhid olduğum durumu anlattım. "Sen bunu gizli tut! Ama senin arzun da hâsıl
oldu. Orada sıkıntı çekmedin." buyurdu. Ben bu hâlin, onun bir kerâmeti olduğunu
anladım ve kendisini hayatta iken bunu kimseye anlatmadım.
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.116
2)
Meşre-ür-Revî; c.2, s.184
3)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.248
|
|