İBN-İ ÂRİF
Endülüs
evliyâsının büyüklerinden. Kırâat ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi Ahmed bin
Muhammed, künyesi Ebü'l-Abbas'dır. Mağrib'den gelip Endülüs'e yerleşen
Berberîlerden Senhâce kabîlesine mensûb olduğu için Senhâcî, Meriyye şehrine
yerleştiği için Meriyyî ve Endülüsî diye de meşhûr olmuştur. 1088 (H.481)
senesinde doğdu. 1142 (H.536) senesinde Merrakeş'te vefât etti. Kabri oradadır.
Küçük
yaşta Kur'ân ilimlerini öğrenmeye başlayan İbn-i Ârif; Mevla-i Mu'tasım Ebû
Hâlid Yezîd, Ebû Bekr Ömer bin Ahmed, Ebû Muhammed Karvî, Ebü'l-Kâsım Arabî,
Kâdı İyâd ve daha birçok âlimin ilminden istifâde etti. Kâdı İyâd ve İbn-i
Beşküvâl'le mektuplaştı. Değişik ilimlerde söz sâhibi oldu.Bilhassa kırâat
ilmine karşı ayrı bir arzu ve isteği vardı. Yedi kırâat imâmının kırâatlarını,
rivâyet ve tuttukları yollarını, aralarındaki farklılıkları ve okunuş
şekillerini çok iyi bilirdi. Kırâat râvîlerinin bütün husûsiyetlerine hakkıyla
vâkıf oldu. Mâlikî mezhebî fıkıh bilgilerinde ve târih ilminde husûsî ihtisas
sâhibiydi. Zamânındaki velîlerin sohbetlerinde bulunarak tasavvuf yolunda
ilerledi.
İlimde
ve fazîlette yüksek, velî bir zât olan Ebü'l-Abbâs Ârif insanlara İslâmiyetin
emir ve yasaklarını anlatmaya başladı. İnsanlar onun sohbetlerine uzaktan ve
yakından gelerek ilim ve feyzinden istifâde ettiler. Pekçok talebe yetiştirdi.
Ebû Abdullah Gazâlî, Ebû Rebî', Kefîf-i Mâlikî gibi büyükler onun
talebelerindendir. Çok güzel şiirler söyleyen, tatlı ve hoş sohbetleriyle
insanları peşinden sürükleyen İbn-i Ârif kıymetli eserler yazdı. Ehl-i sünnetin
savunuculuğunu yaparak İbn-i Hazm gibi doğru yoldan ayrılan kimselerin sapık
fikirlerini kuvvetli delillerle çürüttü. Keskin zekâsı, kuvvetli delilleri ve
engin deniz gibi ilmi karşısında tutunamayan bozuk düşünceli kimseler, onun
aleyhinde çeşitli dedikodular yayarak, hîle ve tuzaklar hazırlayarak susturmak
istediler. Fakat o, hak bildiğini söylemekten çekinmedi.
İlimde
çok yüksek, ibâdette gayretliydi. Dünyâ malına hiç kıymet vermez, eline
geçenleri fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. Bir şeye başkasının ihtiyâcı
varken, kendi ihtiyâcına harcamazdı. Haram ve şüpheli şeylerden kaçar, günâha
düşerim korkusuyla mübahları da zarûret mikdârı kullanırdı. Vaktini, namaz
kılmak, Kur'ân-ı kerîm okumak, ilim öğrenmek ve insanlara emr-i mârûf yapmakla
geçirirdi. YalnızAllahü teâlânın rızâsını kazanmak için gayret eder, O'nun
dîninin yayılması için çalışırdı.
Güzel
ahlâkı, hoş sohbetleri ve derin ilmiyle insanlara örnek olarak onların dünyâ ve
âhirette mutluluğa, saâdete kavuşmaları için çırpınan İbn-i Ârif hazretlerinin
pekçok kerâmetleri görüldü. Onun sohbetinde yetişen zâtlar da pekçok yüksek
hallere kavuştular.
Talebelerinden Ebû Abdullah el-Gazâlî şöyle anlattı: "Hocamız Ebü'l-Abbâs ibni
Ârif'in sohbetinde hazır bulunuyorduk. Onu dinleyenler arasında hiç konuşmayan
ve hiç soru sormayan biri vardı. Ben kendi kendime; "Bu kimdir?" diye sorup
onunla tanışmak ve nerede kaldığını öğrenmek istedim. Akşam olup meclisden
ayrıldıktan sonra o zâtı onun anlayamayacağı bir sûrette geriden tâkib ettim.
Şehrin bâzı sokaklarını geçtikten sonra gökyüzünden elinde bir ekmek ve yanında
katık bulunan bir kimse inip, elindekileri o kimseye verdi ve ayrılıp gitti. Bu
hâdise benim daha çok dikkatimi çekti, yanına yaklaşıp selâm verdim. Beni tanıdı
ve selâmıma cevap verdi. O kimseye, kendisine ekmek verenin kim olduğunu sordum.
Benim kimseye anlatmayacağıma dâir söz aldıktan sonra bana; "O bir melektir. Her
gün bana Allahü teâlânın takdîr buyurduğu rızkımı getirir. Allahü teâlâ bu hâli
bana tasavvuf yoluna yönelip, İbn-i Ârif'in sohbetleriyle şereflendiğim zamandan
beri ihsân etti. Nafakam bittiği zaman gökyüzünden, içinde ihtiyâcım olan
şeylerin bulunduğu bir zenbil iner, ben onların bir kısmıyla ihtiyâcımı giderir,
geri kalanını ihtiyaç sâhiplerine dağıtırım. İşte böyle bir haldeyken o melek
gelip bunları bana getirdi." dedi. Fakat o kimse benim gözümden kayboldu, ben
onu göremez oldum."
Ebü'l-Abbâs
ibni Ârif'in bir sohbeti sırasında talebelerinden biri bir kimseye sadaka olarak
bir şeyler vermek istedi. Bir diğeri; "Sadakayı akrabâna vermek daha evlâdır."
dedi. Bu hâli gören Ebü'l-Abbâs ibni Ârif; "Sadakayı Allahü teâlâya yakın
olanlara vermek daha iyidir." buyurdu.
İbn-i
Ârif hazretlerinin üstünlüğünü çekemeyen, onun kuvvetli delilleri ve engin ilmi
karşısında tutunamayan sapık kimseler, insanların, onun etrâfında toplanmasına
hased ettiler.
Onu,
Sultan Ali bin Yûsuf bin Taşfîn'e şikâyet ettiler. "Etrâfına halkı toplayıp,
senin saltanatına göz dikiyor." dediler. Sultan, adamlarını gönderip onu gemiyle
Merrakeş'e getirtti. 1142 (H.536) senesinde yolda veya Merrakeş'e ulaştığı günün
akşamı vefât etti. Sultan, İbn-ül-Ârif'in böyle bir şeyle ilgisi olmadığını
anlayıp, kendisinin aldatıldığını öğrenince, yaptıklarına pişman oldu.
İftirâcıların elebaşısı olan Meriyye şehri ileri gelenlerinden Ebü'l-Esved'i
cezâlandırdı. İbn-ül-Ârif, sultanın da katıldığı kalabalık bir cemâat tarafından
kılınan cenâze namazından sonra Merrakeş'te toprağa verildi.
Ömrünü
İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmek, öğretmek ve talebe yetiştirmekle
geçiren İbn-i Ârif hazretleri kıymetli eserler de yazdı. Bunlar; Metâliu'l-Envâr
ve Menâbiü'l-Esrâr ile Mehâsinü'l-Mecâlis olup, Mehâsinü'l-Mecâlis
adlı eserinin el yazması Süleymâniye Kütüphânesi Fâtih kısmı 2650/2
numarada, Bâyezîd Kütüphânesi Veliyyüddîn Efendi kısım 1821/20 ve 1828/4 numaralarda kayıtlıdır.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
FİLAN HASTALIĞA
İYİ GELİRİM
Talebesi Ebû Abdullah Gazâlî anlatır: "Bir gün hocam İbn-i Ârif'in huzûrundan
dışarı çıktım. Boş bir arâzide yürümeye başladım. Gördüğüm her ağaç, yaklaştığım
her ot dile gelip bana; "Beni kopar! Ben filan hastalığa iyi gelirim. Filanca
hastalığın şifâsı bendedir." demekteydi. Bu hâle hayret ettim. Geri dönüp durumu
hocama anlattım. Bana; "Biz seni böyle diyesin diye mi terbiye ettik. Allahü
teâlâ takdîr etmedikçe, hiçbir şey sana fayda ve zarar veremez. Sana fayda
veririz diyen otların ve ağaçların sana bir faydası oldu mu?" buyurdu. "Efendim!
Tövbe ettim." dedim. Devâm ederek buyurdu ki: "Hak teâlâ seni imtihan etmiştir.
Ben sana Allahü teâlânın yolunu gösterdim. Seni O'ndan başkasına ısmarlamadım.
Eğer gerçekten tövbe ettiysen, geri dön, o ağaç ve otlar sana söz söylemezler."
Geri dönüp, ot ve ağaçların yanından geçtim. Hiç bir kelime işitmedim. Allahü
teâlâya şükredip, hocamın huzûruna gelerek durumu arzettim. "Allahü teâlâya hamd
ve şükürler olsun ki, sana kendi yolunda bulunmayı nasîb etti. Seni, bir kısım
insanlar gibi yanlış yollara saptırmadı." buyurdu.
KAYNAKLAR
1)
Nefehâtü'l-Üns; s.607
2)
Ravdü'r-Reyyâhîn; s.254, 271
3)
Vesâyay-ı İbn-i Arâbî; s.316
4)
Mu'cemü'l-Müellifîn; c.2, s.164
5)
Vefeyâtü'l-A'yân; c.1, s.168
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.6, s.231
7)
Brockelman; Gal.1, s.434
|