HÜSÂMEDDÎN NAKŞÎ
İstanbul evliyâsından. İstanbul'da Aksaray semtinde Ebekadın mahallesinde 1770
(H.1184) senesinde doğdu. Babası, Dîvân-ı hümâyûn dâhiliyye, içişleri kalemi
serhalifesi Seyyid Muhammed Fehim Efendidir.
Dört
yaşında mektebe başladı. Zekî olduğu için kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmi eberledi.
Dokuz yaşlarında hâfızlığını tamamlayıp zamânın meşhur kırâat âlimi Meşâyıhil-kurrâ
Yûsufzâde el-Hac Hâfız Sâlih Efendinin huzûrunda Kur'ân-ı kerîmi ezberden yedi
saatte okudu. Bundan sonra Fâtih Sultan Mehmed Câmiinde ilim tahsîline başlayıp,
Kastamonulu Ömer Efendiden sarf ilmi öğrenmeye başladı. Bu sırada babası vefât
etti. Babasından kalan mîrâsdan hiç mal almayıp kendini ilme verdi.
Tahsîlini tamamladıktan sonra, Eyüp Sultan'daki
Zal Mahmûd Paşa Câmii yanındaki medresenin bir odasına yerleşti. Konevî Ali
Efendiden hadîs usûlü ilmini öğrendi ve Sahîh-i Buhârî'yi okudu. Kuru
Sebîlli Es'ad Efendiden tefsîr ilmini öğrendi ve Kâdı Beydâvî tefsîrini
okudu. O devirde İdris köşkü denilen yerdeki Hâtuniyye Tekkesi şeyhi ve
tarîkat-i aliyye-i Nakşibendiyye şeyhlerinden Ahıskalı Hacı Selîm Efendiden dînî
yüksek ilimleri okuyup icâzet aldı.Sonra Bursa'ya gitti. Bursalı Hâce Muhammed
Emîn Efendinin derslerinde ve sohbetlerinde bulundu.Dergâhın imâmlığını yaptı.
Bu hocasının yanında tasavvufta bir hayli yol katetti. Onun vefâtı üzerine
mânevî işâretiyle tekrar İstanbul'a dönüp Eyüp Sultan semtinde Hâtuniyye
Tekkesinin şeyhi HâceSelîm Efendinin sohbetlerine devâm etti. Ondan Fârisî
öğrendi. Tasavvufa dâir olan Mesnevî-i Şerîf ve Fusûs-ul-Hikem
kitaplarını okudu. Bunun da vefâtından sonra Yenikapı dışındaki Merkez Efendi
Dergâhına gitti. Burada Mesnevî okumakla meşgûl oldu. Bir müddet
kaldıktan sonra Kocamustafapaşa Dergâhına gidip Mesnevî okudu.
1831
(H.1247) senesinde Tüccarbaşı Hacı Mahmûd Efendi ile hacca gitti.İstanbul'a
dönüşünde kendi talebelerinden Sünbüliye tarîkatı şeyhi Hacı Muhammed Sûfî
EfendininYedikule civârındaki Hacı Evhadüddîn Dergâhına yerleşip bir müddet
orada kaldı.
Bu medresede
Mesnevî, Sahîh-i Buhârî, KâdıBeydâvî Tefsîri, Mesâbîh-i Şerîf ve
Şir'at-ül-İslâm, Delâil-i Hayrât kitaplarını okuttu. Son olarak Eyüp
Sultancivârındaki Hâtuniyye Dergâhına yerleşip ömrünün sonuna kadar burada
kaldı. Bu sırada tefsîr, hadîs dersleri verdi. On sene müddetle ilim öğretip,
insanlara rehberlik yaptı.
Az
yer, az içerdi. Diğer zamanlarında sebze ile yetinirdi. Yemelerine bu sûrette
dikkat ettiğinden sıhhatleri dâimâ îtidâl üzere olur, vücudlarında hastalık pek
seyrek görülürdü. Hüsâmeddîn Efendi ilmini tamamlayıp, icâzetini alıp, müderris
olarak artık mühim bir mevkı sâhibi olmak kendisine pek kolay iken buna rağbet
etmeyip, mânevî olgunluklar kazanmayı tercih edip, Eyüp'te bulunan Zâl Mahmûd
Paşa Medresesinde bir hücrede yerleşip garibâne yaşamayı tercih etmiştir.
Talebeliğinde bir taraftan dînî ilimleri öğrenirken, zengin bir âilenin çocuğu
olmasına rağmen son derece sabır ve kanâat içinde nefsiyle mücâdele üzere
yaşamıştır. 96 senelik ömrünü ya bir medrese odasında, yâhut dergâh odasında
yalnız başına geçirmiştir.
Ömrünün
sonuna kadar her verdiği dersden, vâz u nasîhatlerinden dolayı kimseden bir
ücret almamış, bunları sırf Allahü teâlânın rızâsı için yapmış, insanları dînen,
ahlâken ve amel bakımından aydınlatmıştır. Ahlâkında, âdetlerinde, söz ve
işlerinde, insanlara muâmelelerinde yapmacıktan, riyâ ve gösterişten uzak
kalmıştır. Vakitlerinin çoğunu gece kaldığı odasında geçirmekle berâber, bey,
dilenci kim olursa olsun herkesle görüşür, sâde ve açık sohbet eder ve herkese
eşit muâmelede bulunurdu. Sohbetlerinden kimse sıkılmaz, bilakis lezzet
alırlardı. Latîfeleri, sünnet-i seniyye dâhilinde olurdu. Rahat konuşur kimseden
çekinmezdi.
Talebelerinden birisi anlatır: Bir Cumâ
gecesi
Mesnevî'den ertesi günkü derse bakıyordum. Bir yeri anlayamamıştım. Çok
uğraştığım halde halledemedim. Âciz kalarak, bakalım hocam yarın burayı nasıl açıklayacak diye kapadım. Ertesi gün
derse gittim. Ders sırasında sıra o beytin açıklamasına geldi. İçimden
dikkatlice dinliyeyim de kavrıyayım dedim. Hocam beyti gâyet güzel açıkladı.
Açıklamasının sonunda bana dönerek; "Artık yapabilir misin?" buyurdu.
Çok
cömert ve güzel ahlâklı idi. Yanında, altın, gümüş ile toprak ve saksı parçası
eşitti. Allahü teâlânın rızâsından başka bir şey düşünmezdi. Sözlerinde hal ve
işlerinde tevekkül sâhibiydi.Halktan biriymiş gibi görünürdü. Sünnet-i seniyyeye
de bağlılıkta çok gayret gösterirdi. Talebelerine ve sevenlerine de böyle
olmalarını tavsiye ederdi. Nâfile ibâdet de çok yapardı, fakat nâfileleri
insanlardan gizlerdi.
1863
(H.1280) senesinde hastalandı. Fıtır Bayramı günü güneş batmasından sonra vefât
etti. Cenâze namazı Eyüp Câmiinde kılındı. Kabri, ders verdiği câminin doğusunda
bulunan minârenin bitişiğindedir. Cennetmekân Abdülazîz Hanın arzusu üzerine
kabrinin etrâfına mermer çerçeveli bir sed ve üzerine, baş ve ayak taraflarına
iki mermer sütun güzel bir şebeke konmuştur. Kabrinde bir heybet ve nûrâniyet
vardır. Ziyâretçilerin gönlünde mânevî bir ferahlık hâsıl eder. Gidecekleri yere
çoğunlukla vâsıtaya binmeden yürüyerek giderdi. Meselâ Yedikule'den Eyüp'e ve
Gümüşsuyu'na kadar yürüyerek gelir giderdi. O zaman yetmiş yaşlarını
geçmişti. Doksan altı yaşına kadar, öğretmek ve öğrenmekle meşgûl oldu. Şeyh
Mustafa Vahyî Efendi bir eserinde onun hakkında; "Doksan altı yaşına kadar
öğretmek ve öğrenmekle meşgûl
olup, "Beşikten mezara kadar ilim tahsîl ediniz." hadîs-i şerîfinin
sırrına mazhar oldu." demiştir.
Eser
yazmaya rağbet etmemiştir. Bununla
berâber üç eserinden bahsedilmiştir. Bunlar: 1) Mesnevî-i Şerîf'in ilk
beyti üzerine ince mânâları bildiren bir risâle, 2) Buhârî üzerine Arapça
bir şerhi, 3) İmâm-ı Tirmizî'nin derlediği Şemâil-i Şerîf-i Nebeviyye
Tercümesi'dir.
KAYNAKLAR
1)
Tenşît-ül-Muhibbîn bi Menâkıb-ı Hüsâmeddîn, (Şeyh Elif Efendi); s.4
|