|
HATTAT HÂFIZ OSMAN EFENDİ
Osmanlı
Devletinde yetişen âlim, velî ve büyük hattatlardan. 1642 (H.1052) senesinde
İstanbul'da doğdu. Babası, Haseki Câmiinin müezzini Ali Efendi idi. Zamânının hat
üstâdı olması sebebiyle, ilmî yönden çok hattatlığı ile meşhûr oldu. Osmanlı
Devletinin en meşhûr hattâdı Şeyh Hamdullah Efendiden yüz sene sonra gelip, onun
gibi yeni bir çığır açtığı için; "Şeyh-i sânî" (İkinci şeyh) nâmıyla anıldı.
1698 (H.1110) senesinde İstanbul'da vefât edip, müdâvimi olduğu
Kocamustafapaşa'daki Sünbül Efendi Dergâhı bahçesinde defnedildi.
Küçük
yaşta, Allahü teâlânın yüce kitabı Kur'ân-ı kerîmi ezberleyen Osman Efendi,
Hâfız Osman nâmıyla anılmaya başlandı.Küçücük yaşındaKur'ân-ı kerîme saygısı ve
edebi ile dikkatleri çekti.Sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa tarafından
himâye edildi. Kur'ân-ı kerîm yazısına istidât ve hevesi dikkate alınarak, hat
ustalarından Derviş Ali Efendiden ders alması temin edildi. Derviş Ali Efendi
kendisinin yaşlılık devresinde olması sebebiyle böyle kâbiliyetli bir talebeyi
oyalamak istemedi. Kendi talebelerinin ileri gelenlerinden olan Suyolcuzâde
Eyyûblu Mustafa Efendiye havâle etti. Suyolcuzâde'den, aklâm-ı sitte adı
verilen; sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî ve rik'a adındaki altı çeşit
yazı şeklini öğrendiğine dâir icâzet aldı. Bu sırada on sekiz yaşındaydı. 1659
(H.1070) senesinde Şeyh Hamdullah'ın yazı stilini zamânında en iyi bilen hattat
Nefeszâdeİsmâil Efendiye talebe oldu. Yeniden "Elif-be"den başladı. Şeyh
Hamdullah'ın yazı üslûbunun bütün inceliklerine vâkıf oldu. Yazıları Şeyh
Hamdullah'ın yazılarına o kadar benzerdi ki, işin mütehassısı olan kimseler
bile, imzâsız yazıların kime âit olduğunu ayırt edemezlerdi.
Hâfız
Osman, kırk yaşına kadar Şeyh Hamdullah'ın usûlünde yazı yazmaya devâm etti.
1679 (H.1090) senesinde sülüs ve nesihte kendi usûlünde eserler vermeye başladı.
Şeyh Hamdullah'ın yedinci asır hattatlarından Yâkut-ül-Musta'sımî'yi unutturduğu
gibi, Hâfız Osman'ın ünü de beş sene gibi kısa bir süre içerisinde Şeyh
Hamdullah'ı insanların zihninden sildi. Hat'tan (güzel yazıdan) bahsedilen her
yerde Hâfız Osman akla gelirdi. Devrin ileri gelen hattatlarındanAğakapılı
İsmâil Ağa, Hâfız Osman Efendinin üstünlüğünü kabûl ederek; "Hüsn-i hattı biz
bildik, Osman Efendi yazdı" derdi. Zamânın pâdişâhı Sultan İkinci Mustafa Hana
1694 senesinde hat dersleri vermeye başladı. Hâfız Osman Efendi, Pâdişâhın arzu
ettiği yazıları yazar, Pâdişâh da o yazıları taklîd ederdi. Hâfız Osman Efendi
yazı yazarken, Pâdişâh hokkasını tutardı.Sultan Üçüncü Ahmed Hân da, Hâfız
Osman'ın hat dersi verdiği talebeleri arasındaydı.
Sünbül
Efendi dergâhı şeyhlerinden Seyyid Alâeddîn Efendiden aldığı ilim ve feyzle,
kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye eden Hâfız Osman Efendi, ilim ve ibâdette
zühd ve takvâda çok ilerlemişti. Hâl ve hareketlerini, ahlâk ve tabiatını Allahü
teâlânın emrine, Resûl-i ekremin sünnet-i şerîfine uydurmakta büyük mesâfeler
katetmişti. Her hafta Cumâ günleri Sünbül Efendi dergâhına gider, dervişlere
zikr esnâsında nezâret eder, onlara yol gösterirdi. Zikr esnâsında kendisinden
geçer, koynuna koyduğu varaklar hâlindeki yazılar, ortalığa yayılırdı. Üzerinde
fevkalâde güzellikte yazılar bulunan bu varaklar, orada bulunanlar tarafından
toplanır, daha sonraHâfız Osman'ın müsâdesiyle arzu edenlere dağıtılırdı.
İhtiyâcı olan dervişler, kendisine verilen varakı satarak ihtiyâcını görür,
ihtiyâcı olmayan da bereketlenmek için o varakı saklar, evinin en güzel köşesine
asardı.
Hâfız
Osman Efendi, gâyet mütevâzî ve cömertti. Allahü teâlânın bir kulunu memnun
etmekten bir müslümanın işini görüp, duâsını almaktan çok hoşlanırdı. Meşk (Hat)
dersi almak için gelen hevesli ve istidâtlı olan herkesle ilgilenirdi. Pazar ve
Çarşamba günleri umûmî ders yapardı.Bir gününü zenginlere, bir gününü de
fakirlere ayırmıştı.Cumâ günleriSünbül Efendi Dergâhına giderken evinden erken
vakitte çıkar, yolu üstünde, elindeki yazısını tashîh ettirmek için bekleyen
talebelerle tek tek ilgilenirdi. Bekliyeni gördüğünde hemen atından iner, yol
üstündeki bir taşa oturur, gerekli düzeltmeyi yapardı. Talebelerinin özürlerini
kabûl eder, onları sıkıntıya sokmazdı. Birgün talebelerinden biri peşi sıra
geldi. Tâkib edildiğini anlayanHâfızOsman Efendi, dönüp ona ne arzu ettiğini
sordu. O da, rahatsızlığı sebebiyle birkaç gündür dersine gelemediğini, meşkini
tashîh ettirmek için de fırsat bulamadığını söyledi. OsmanEfendi, talebenin
özrünü kabûl edip, hemen atından indi. Yol üstünde bir taşa oturup, gerekli
tashîhi yaparak talebenin gönlünü ve hayır duâsını aldı.
Hâfız
Osman Efendinin bu hâlleri pâdişâh hocası olduktan sonra da değişmedi. Aynı
tevâzu ve aynı alçak gönüllülüğü devâm etti. Eline geçen malı Allah yolunda,
fakir fukarâya harceder, kendisi eski hâlinde devâm ederdi.
Hâfız
Osman Efendi, vakitlerini bir an boş geçirmez, ya ilim öğrenmekle, ya ibâdet
etmekle, ya ilim öğretmekle, veya hat dersleri vermekle geçirirdi. Elinin
alışkanlığının bozulmaması için hergün mutlakâ yazardı. Hacca giderken de her
konaklayışta yazı yazmış, el alışkanlığının bozumamasına çok dikkat etmiştir.
Ömrünün
sonuna doğru hastalanıp felç hâli vâki oldu. Pâdişâh bizzat ilgilenip, kendi
doktorlarını gönderdi. Yapılan tedâvi neticesi, Allahü teâlânın izniyle nisbî
şifâ bulup üç sene daha yaşadı. Meşk çalışmalarına ara vermeden, hastalığında
bile devâm etti.
Vefât
etmeden önce, en son dersini Yedikuleli Emîr Efendiye verdi. Emîr Efendinin
İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin bir şiirinden; "Ve eykane ennehû yevm-el-firâk"
(O, onun ayrılık günü olduğunu kat'î olarak bildi) mısra'ı üzerindeki hat
çalışmasını tashîh edip, düzeltti. İki saat sonra vefât eyledi. Sünbül Efendi
Dergâhı bahçesinde defnine müteâkib imâm efendi telkîn vermek için kalkınca,
orada bulunan zamânın evliyâsından Sipâhi Mehmed Dede, hemen müdâhale edip;
"Hacı Efendi, zahmet çekme! Merhûmun işi çoktan tamam oldu. Rûhu illiyyîne
yükseldi. Hak teâlâ şefâatini müyesser eyleye!" dedi.
Kırk
sene boyunca durup dinlenmeden çalışan Hâfız Osman Efendi; yirmi beş Mıshaf-ı
şerîf, çok sayıda En'âm-ı şerîf, Delâil-i hayrât, yazı kıt'aları, karalamalar,
murakka'lar yazdı. Bir gece rüyâsında Resûl-i ekrem efendimizi görmekle
şereflenerek aldığı emir üzerine, ilk defâ levha şeklinde Hilye-i seâdet'i
yazdı. Bu hilyelerde Resûl-i ekremin şemâil-i şerîflerini, mübârek yüzlerinin
şekillerini, hazret-i Ali'nin rivâyetine göre târif etti.Asırlarca elden ele
duvardan duvara dolaşan Hilye-i seâdet levhaları, cemâl-i Resûlullaha âşık
insanların yetişmesine vesîle oldu. O'nun mübârek şemâil-i şerîflerini geceleri
rüyâlarında, gündüzleri âşikâre gören bu mübârek insanlar, Hâfız Osman Efendiye
binlerce duâlar gönderdiler.
Hattat
Osman Efendi, özenerek, bütün ustalığını kullanarak şânına lâyık edeb ve saygıya
riâyet ederek yazmış olduğu Mıshaf-ı şerîfleri; zamânın en usta nakkaş ve
tezhibçilerine teslim ederdi. Onlar da aynı edeb ve saygı içerisinde
vazifelerini icrâ ederler, asırlara mâl olacak, binlerce müslüman tarafından
kopye edilip yazılacak, milyonlarca müslüman tarafından okunacak şâheserler
vücûda getirdi. Hâfız Osman Efendinin eserlerini, yeğeni Bayrampaşa türbedârı
Hâfız Mehmed Çelebi ve Ahdeb Hasan Çelebi gibi tezhib ustaları süslerlerdi.
İstanbul'un, zamânın hilâfet merkezi olması sebebiye, Hâfız Osman hattı ile
basılan Kur'ân-ı kerîmler bütün dünyâya yayıldı. Hâfız Osman Efendi de bütün
dünyâda rahmetle anıldı.
Birçok
talebe yetiştiren Hâfız Osman Efendi, hiçbir talebesinden ücret almaz, bilakis
talebesinin kâğıt ve kalem ihtiyâcını da kendisi tedârik yoluna giderdi.
Kendisinden icâzet alan talebe, tam bir ahlâk ve edeb numûnesi olarak mezûn
olurdu. Hâfız Osman Efendinin, elli civârında talebesi kitaplarda
kaydedilmiştir. Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi, Anbârîzâde Derviş Ali Efendi,
Hasan Üsküdârî, Bursalı Mehmed Efendi, Kürtzâde Bursalı İbrâhim, Derviş Mehmed
Kevkek ve Yûsuf-i Rûmî, Hâfız Osman Efendinin ileri gelen talebeleri
arasındadır.
KAYNAKLAR
1)
Tuhfe-i Hattâtin; s.301
2) Hat
ve Hattâtân (Habib Efendi), İstanbul 1305, s.121
3)
Sicilli Osmânî; c.3, s.421
4)
Sefînet-ül-Evliyâ; c.3, s.297
5) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1084
6)
Kâmûs-ül-A'lâm; c.3, s.1914
7)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.357
|
|