HASAN HİLMİ EFENDİ
On
dokuzuncu yüzyıl Anadolu velîlerinden. İsmi Hasan Hilmi olup, babası Abdullah Ümmî,
dedesi Hasan Efendidir. 1825 (H.1240) senesinde Kastamonu iline bağlı Azdavay
ilçesinde doğdu. 1911 (H.1329) senesinde İstanbul'da vefât etti. Kabri,
Süleymâniye Câmii bahçesindedir.
Ümmî
yâni okuma yazma bilmemesine rağmen gönül ehli velî bir zâtın oğlu olan Hasan
Hilmi Efendi, Kur'ân-ı kerîm okumayı, sarf, nahiv ve temel dînî bilgileri
memleketinin âlimlerinden öğrendi. Ümmî Abdullah Efendi oğlunu daha fazla ilim
tahsîl etmesi için İstanbul'a gönderdi. Mahmûd Paşa Medresesine yerleşen
HasanHilmi Efendi, fıkıh, tefsîr, hadîs ve diğer ilimleri Nevşehirli Büyük Ahmed
Hâzım Efendi ile Küçük Ahmed Hâzım Efendilerden okudu. Her iki hocası da ona
icâzet verdiler. Bu sırada Ahmed bin Süleymân Ervâdî'nin İstanbul'a gelip
Ayasofya Câmiinde iki sene okuttuğu hadîs derslerine Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî
ile birlikte devâm etti.
Hasan
Hilmi Efendi, Bâb-ı âlî karşısındaki Fâtıma SultanCâmii müezzinliğine tâlib
oldu. Dersleri-
ne
devâm ettiği medreseye de yakın olan bu câmiyi kısa zamanda tâmir ettirdi.
Önceden pek cemâati bulunmayan bu câminin cemâati fazlalaştı. Genç yaşta gönüllü
olarak tâlib olduğu bu câminin baş müezzinliğine getirildi.
Bir
Cumâ günü cemâattan yaşlı bir zât, Hasan Hilmi Efendiye, Ahmed Ziyâüddîn
Gümüşhânevî'yi kasdederek; "Nerededir oğlum o pîr-i zaîf?" diye sordu. Hasan
HilmiEfendi; "Dergâha gitti biraz sonra gelir." cevabını verdi. Bu konuşmanın
bitimini müteâkip Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî geldi. Yaşlı zât ona dönüp;
"Hazret!O dergâh nerededir? Bize göster. Gittiğin doğru yola biz de gitmek
isteriz." deyince, Gümüşhânevî; "Benim esas hocam ve feyiz pınarım burada
değiller. Burada sohbet şeyhim Abdülfettâh-ı Akrî hazretleri var. O da nisbetini
hocamın şeyhinden almıştır. Sizleri kendilerine takdim ve teslim edeyim."
buyurdu. Sonra hep birlikte Abdülfettâh Efendinin huzûr-ı âlîlerine çıkıp, ona
talebe oldular. Böylece ilk olarakAbdülfettâh-ı Akrî hazretlerine talebe olan
Hasan Hilmi Efendi, ondan feyz aldı. Sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda
ilerledi. Abdülfettâh-ı Akrî hazretlerinin vefâtı üzerine Ahmed bin Süleymân el-Ervâdî'nin
irşâd, insanlara doğru yolu anlatma izni verdiği Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî'ye
bağlandı. Tasavvuf yolundaki ilerlemesini onun hizmet ve sohbetinde tamamladı.
Tasavvuf yolunda olgunlaşıp insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatma
vakti gelince; "Henüz gerekli olgunluğa kavuşmadığı ve hilâfete hak kazanmadığı"
düşüncesiyle bir müddet Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî'nin gözü önünden kaybolarak
gizlenmeye çalıştı. Bu sırada karşılaştığı ve kendileri ile sohbet ettiği âlim
ve velî zâtlar onun yanlış hareket ettiği, bu takdirin kendine değil, hocasına
âid olduğunu beyân ettiler. Gafletten kurtularak, hocasına dönmesini ve ona
teslim olmasını tavsiye ettiler. Yaptıklarına pişman olan Hasan Hilmi Efendi,
hocasının hizmetine devâm etti ve olgunluğa ulaştı. Hocası ona icâzet ve hilâfet
verdi.
Hasan
Hilmi Efendi 1863 senesinde hocası Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî ile birlikte
Hicaz'a giderek hac vazîfesini yerine getirdi ve sevgili Peygamberimizin kabr-i
şerîflerini ziyâret etti. Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî'nin ikinci haccı ve üç yıl
müddetle Mısır'da kaldığı sırada hem en kıdemli halîfesi hem de sırdaşı olarak
Hasan Hilmi Efendiyi yerine vekil tâyin etti. İstanbul'da hocasının talebelerine
ders verdi ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak, dünyâda ve
âhirette saâdete kavuşmaları için gayret etti.
Ahmed
Ziyâüddîn Gümüşhânevî Mısır dönüşünde talebelerini birbirlerine muhabbetle bağlı
görünce hepsini toplayıp; "Ey Hasan Hilmi Efendi! Ey Şerîf! Sizde letâfet dolu
feyz gördüğümden bütün kardeşlerimi sana ısmarladım." diyerek Hasan Hilmi
Efendiye verilen hilâfetin vekâletten, asâlete döndürüldüğünü ilân etti.
Hasan
Hilmi Efendi hocasının izni ile bir müddet Geyve'ye insanlara İslâmiyetin emir
ve yasaklarını anlatmak üzere gitti. Burada bir medrese inşâ ettirerek hadîs
okuttu. Medresenin yanında yaptırdığı dergâhta, insanlara Allahü teâlânın
rızâsına ulaştıran yolun esaslarını anlattı. Ancak hocası Gümüşhânevî hazretleri
ihtiyarlığı ve zayıflığı sebebiyle vazîfesini yürütmekte güçlük çektiği için,
Hasan Hilmi Efendiyi İstanbul'a dâvet etti. Dergâhını ona teslim etti.
Talebelerine de kendi yerini HasanHilmi Efendiye bıraktığını bildirerek ona
teslim ve tâbi olmalarını istedi. Hasan Hilmi Efendi hocasının vekili olarak
irşâd hizmetlerini yürütüp, Nakşibendiyye yolunun gereklerini yerine getirdi.
Böylece daha hocasının sağlığında vazîfesini üstlenen HasanHilmi Efendi, 1893
(H.1311) senesinde Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî'nin vefâtı üzerine bu vazîfeyi
asil olarak yürütmeye başladı.
Hocasının vefâtından sonra on sekiz yıl fiilen ders okutan, İslâmiyetin
emir ve
yasaklarını anlatan Hasan Hilmi Efendi, dergâhında hadîs öğretti. Senede iki
defâ hatmetmeyi usûl hâline getirdiği Râmûzü'l-Ehâdis kitâbını okuttu. Onun
sohbetinde ve ilim meclisinde, Mehmed ZâhidKevserî başta olmak üzere Ezineli
Mehmed Hulûsî Efendi gibi yüzlerce zât yetişti. Yetiştirdiği talebelere icâzet
verdi.
Hasan
Hilmi Efendi 1896 (H.1314) senesinde yerine Safranbolulu İsmâil Necâtî Efendiyi
vekîl bırakarak hacca gitti. Mekke-i mükerremeye giderek hac vazîfesini yerine
getirdi. Hac esnâsında başka İslâm memleketlerinden gelen âlim ve velîlerle
karşılaşıp sohbette bulundu. Sonra Medîne-i münevvereye giderekPeygamber
efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîflerini ziyâretle şereflendi.
Burada kaldığı sırada Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretlerinin talebelerinden
Hâfız Ahmed Ziyâüddîn Efendiye misâfir oldu. On sekiz gün Peygamber efendimizin
Ravza-i mütahherasında halvet ederek mânevî feyzlerinden istifâde etti.
Medîne-i münevverede bulunduğu sırada on beş bin kuruşu fakirlere ve ihtiyaç
sâhiplerine dağıttı. Böylece pekçok kimsenin de duâsını aldı. Vazîfelerini
tamamladıktan sonra İstanbul'a döndü.
İstanbul'da bulunduğu sırada her gün dergâhına gelen yüzlerce kimseye vâz ve
nasihat ederek onların kurtuluşları için çalıştı.
Hayatı
boyunca elli altı halîfe yetiştiren Hasan Hilmi Efendi, ömrünün son zamanlarında
irşâd hizmetlerini yâni talebe yetiştirmek ve insanlara İslâmiyeti anlatmak
faâliyetlerini yerine getiremez duruma gelince, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî'nin
halîfelerinden Safranbolulu İsmâil Necâti Efendiyi yerine vekîl tâyin etti.
Ömrünün
son günlerinde dergâha gelemez oldu.Hastalanıp yatağa düştüğü zaman hiçbir şey
yiyip içemez oldu. Bu hastalığı sırasında talebelerine yazdığı vasiyetini
bildiren ve onların Safranbolulu Necâti Efendiye tâbi olmalarını isteyen kâğıdı
verdi. Vefâtından bir gün önce saat 10.00 civârında hastalığın şiddetinden
kapanan gözlerini açarak, hanımına abdest almak ve giyinmek istediğini işâret
etti.Abdest aldıktan sonra, hırkasını giyindi. Sonra seccâdesine kapanarak,
artık bu fâni âlemde Allahü teâlâdan ayrılığın ateşine dayanamadığını bildirerek
duâ ve niyâzda bulundu. Bir saat öylece seccâdede kaldı. Daha sonra yatağına
yatırdılar. Bütün gece süren Rabbine kavuşma isteği zevkinin verdiği vecd ve
dalgınlık hâlinin ardından sabaha doğru gözlerini açtı. Yanında bulunanların
mahzûn bakışları arasında; "Benim Rahmet-i Rahmâna kavuşma vaktim geldi. Bu rûh
artık Rabb-i Mecîdîne kavuşmayı diler." dedikten sonra derinden bir "Allah"
dedi. 10 Şubat 1911 (H.24 Safer 1329) Perşembe günü İstanbul'da vefât etti.
Vefâtına halîfelerinden Kâtip Mustafa Fevzî Efendi tarafından şu beytle târih
düşürüldü.
"Âh
Cenâb-ı Hilm-i kutb-i zemân
Oldu
bugün Mûcib-i dâvet-i Rahmân."
Hasan
Hilmi Efendinin cenâze namazı talebeleri ve sevenleri tarafından kılındıktan
sonra SüleymâniyeCâmii bahçesinde defnedildi. Kabri sevenleri tarafından ziyâret
edilmektedir.
Ahlâk
bakımından çok mazbut, tevâzûda üstün derece sâhibi ve cömert bir zât olan Hasan
Hilmi Efendi, zühd, takvâ ve tâatta parmakla gösterilebilecek durumdaydı.
Kendisine hizmet edenlere sanki bir arkadaş ve talebelerine karşı can yoldaşı
gibi samîmî bir davranış içinde bulunurdu. Orta boylu, ak sakallı, açık kaşlı,
elâ gözlü, çekme burunlu, nûrânî yüzlü bir zât idi. Açık renkli elbise giymeyi
tercih ederdi.
KAYNAKLAR
1)
Menâkıb-ı Haseniyye; s.6-21
2)
Sefînetü'l-Evliyâ; c.2, s.189
3)
İrgâmü'l-Merîd; s.100-104
4)
Et-Tahrir; s.34
5) Son
Devir Osmanlı Ulemâsı; c.3, s.281
6)
Râmûzü'l-Ehâdîs Tercümesi; 1. cild girişi
|