HACI TEVFİK RIFKI EFENDİ
Harput'un büyük velîlerinden. 1863 (H.1280) senesinde
Harput'ta doğdu. Babası Eminhafızgiller adı ile tanınan sülâleden Ahmed Fehmi
Efendidir. Tevfik Rıfkı Efendi, ilk tahsîlini Harput'ta yaptı. Sonra, yaşı küçük
olmasına rağmen, hemen medrese tahsîline başladı. Zamânın büyük âlimlerinden
Beyzâde Hacı Ali Rızâ Efendiden ders aldı. Hacı AliRızâ Efendi yetişmesi için
büyük îtinâ ve gayret gösterdi. Kısa zamanda birçok ilimde yetişerek söz sâhibi
oldu.
Hacı Tevfik Efendi, tasavvuf yolunda da ilerlemek için
Mahmûd-ı Sâminî'nin sohbetlerine devâm etti. Bu sohbetlerin birinde Mahmûd-ı
Sâminî'ye; "Gün olur, serin su içmek sünnettir, dersiniz ve serin su içersiniz.
Lâkin gün olur serin su yerine sıcak su içersiniz. Bunun hikmeti nedir?" diye
suâl edince, o mübârek zât biraz düşündükten sonra; "Gün olmuş içim Allahü
teâlânın aşkı ile alev alev yanmış. Biraz serinlemek ve nefes almak için
içmişimdir. Gün olmuş içim buz gibi olmuştur. O zaman da yakmak için sıcak su
içmişimdir. Her şeyi akıl ve mantıkla çözmeye kalkma. Her gördüğün manzarayı da
açıklamaya kalkışma. Aksi halde yanılırsın. Ama akılsız ve mantıksız da
edemiyoruz. Bâzı işler vardır ki, ne akılla olur, ne de akılsız."
buyurdu.Hocasından aldığı bu cevap üzerine henüz ham olduğunu anlayan Tevfik
Efendi, büyük bir istekle hocasının hizmet ve sohbetlerinde bulundu. Kısa
zamanda tasavvufun yüksek derecelerine kavuştu.
Hocası Beyzâde Efendi sık sık ona; "Sen sanma ki ilim
sâdece yazılandır. En büyük ilim daha yazılmamış olandır. Biri yazılı ilimse,
diğeri de sözlü ilimdir. Yeter ki hak ve doğru ola. O vakit ikisi de mûteberdir.
Çok şeyler yazılmış; fende, cebirde, ama şu dağlar, şu nehirler ve taşlar ve
güneş bile bir ilimdir. Onları yazmakla aslını anlatamazsın." buyururdu.
Bir süre sonra hocası Beyzâde Efendi vefât etti. Kendisini
öksüz hisseden Hacı Tevfik Efendi, Osman Bedreddîn Efendiye talebe oldu. "Çok
şeyler öğrendim ama, sanki hiçbir şey öğrenmedim." düstûruyla hakkı ve hakîkatı
öğrenmeye doymayan, öğrendikçe büyük bir aşkla kendisini ilme veren Tevfik
Efendi, Osman Bedreddîn Efendiden çeşitli ilimleri öğrendi. Tasavvuf ve diğer
ilimlerde kemâle gelen Hacı Tevfik Efendi, öğretmen oldu ve Ma'murât-ül-Aziz
Mülkiye İdâdîsi Mektebinde din, Arabî ve mantık dersleri verdi.
Halktan bâzıları Hacı Tevfik Efendiye; "Bu kadar ilim
öğrendin, ama sonunda bir mektebe hoca oldun." dediklerinde; "Siz benden ne
bekliyordunuz? Bir köşede oturup, ciltler dolusu kitap yazmamı mı? Yoksa kulluk
borcunu dahi yerine getirmekten âciz olan insanlar gibi meydanlara çıkıp;
"İslâmiyeti kuralım." diyerek nârâ atıp dolaşmamı mı? Yine cevâbını vereyim.
Eser yazmaya gelince, bize öğretenler bile buna cüret göstermedi ki, biz
onlardan öğrendik. Yüce mukaddes kitabı okuyup, bunu tefsîr etmemi bekliyorsanız
bu câhilliktir ve aptallıktır. Çünkü buna şu Tevfik'in gücü yetmez. Kafasına
göre tefsîr eden ve o ufacık beyni ile anladıklarını yorumlayan, anlatan ve
kendinden bir şeyler katan ise îmânsız olur. Onun için derim ki, bu dünyâda en
büyük hüner, insan yetiştirmektir. Yok eğer meydanlarda, din elden gidiyor, diye
nutuk atmamı istiyorsanız, işte bu en büyük aptallıktır. İslâmiyeti kurtarmayı
bırakalım, İslâmiyetle kurtulmaya bakalım. Siz ve biz kimiz ki? O yüce dînin
koruyucusu ve gözeticisi yüce Mevlâ'dır. O, bu dîni insanların kurtuluşu için
göndermiştir. Ama bu yolda cihâd ayrı bir husustur. Mücâdeleyi elden bırakmak
anlamına yormayınız. Çalışınız, öğreniniz, yaşayınız ve çalıştırınız, öğretiniz
ve yaşatınız. Bunları yapabiliyorsak, bizler çok bahtiyar ve mesuduz." buyurdu.
Hacı Tevfik Efendi, uzun boylu, zayıf bir bünyeye sâhipti.
Yüzündeki tebessümü hiç eksik etmezdi. En sıkıntılı ve en kederli anlarında
bile; "Ben kederli isem elâleme ne?" diyerek kendi dert ve elemi ile başkalarını
huzursuz etmez ve üzmezdi. O sıkıntılı hâli ile başkalarına sert muâmele
etmekten dâimâ kaçardı. Şefkatli nazarları ile karşısındakileri kendisine çeken
mânevî bir kuvvete sâhipti.
O, bilgisi ve ilmi az olan kimselerle konuştuğu zaman
onların seviyesine inerek, anlayacakları dilde nasîhat ederdi. Bu durum
karşısında ahâliden bâzıları; "Efendi siz âlim birisiniz. Bu câhillerle neden
oturuyorsunuz? Siz bunları adam edemezsiniz." demeleri üzerine çok üzülen Tevfik
Efendi; "İnanan ve îmânı olan kimselere câhil denilemez. Hakka ve hakîkate
inanmayan en büyük câhildir. Öğrenmeyen olmasaydı öğretene ne iş düşerdi."
buyurdu.
Hacı Tevfik Efendi, ömrünün son zamanlarında Elazığ'a göç
etti. Doksan yaşında olmasına rağmen haftanın bâzı günlerinde Hacı İzzet Paşa
Câmiinde, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. 1951 (H.1371)
senesinde Elazığ'da vefât etti. Cenâzesi Harput'a götürülerek hocası Beyzâde
Efendinin mezarının yakınındaki âile kabristânına defnedildi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
AF ALLAH'A MERHAMET KULA
MAHSUSTUR
Bir gün Hacı Tevfik Efendi câmiye giderken bir fırının
önünden geçiyordu. Birden fırının önünde durdu ve içeri girerek hamur yoğuran
işçiyi yanına çağırdı. Ona; "Oğlum! Bu parayı al ve hemen hamama git. Gusül
abdesti alarak temizlen ve pislikten kurtul. Bir daha da burada bu vaziyette
çalışma." dedi.
Hacı Tevfik Rıfkı Efendinin bu sözleri karşısında utanan ve
sıkılan fırın işçisi, hemen ellerine kapanarak af diledi. O ellerini gencin
omuzuna koyup; "Af, Allahü teâlâya, merhâmet ise kula mahsustur. Maksad, hatâyı
anlayıp ve bildikten sonra tekrarlamamaktır. Tekrarlamadığın müddetçe, Allahü
teâlâ affeder." buyurdu.
Tevfik Efendinin bu sözlerini gözleri yaşlı bir halde
dinleyen fırın işçisi, hemen hamama giderek gusül abdesti aldı. Bir daha da
abdestsiz dolaşmadı.
KAYNAKLAR
1) Harput Yollarında; c.2, s.239 |