CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

HACI ŞERÎF ZENDENÎ

Evliyânın meşhûrlarından. Lakabı Neyyirüddîn'dir. 1215 (H. 612) senesinde, Çeşt şehrinde yüz yirmi yaşında vefât etti. Keşif ve kerâmetler sâhibi bir mürşid idi. Hâce Mevdûd Çeştî hazretlerinin talebesi ve halîfesidir. On dört yaşından îtibâren hiç abdestsiz bulunmamıştır. Dâimâ eski elbiseler giyer, kanâatkâr ve mütevâzî bir hayat yaşardı. Çok ibâdet eder ve zarûret miktârı yerdi. Sohbetine dünyâya düşkün biri gelse, zâhid ve müttekî (yâni dünyâya düşkün olmayan ve Allahü teâlâdan korkarak haramlardan sakınan birisi) olurdu.

Senelerce sahrâlarda yalnız dolaştı. Hep aç bulunur, üç günde bir, çölde biten yeşil bir ottan tuzsuz olarak bir mikdâr yerdi. Zikr esnâsında ve namaz kılarken kendinden geçerdi. Bulunduğu bir mecliste Allahü teâlânın ismi anılınca Rabbine olan muhabbetinin ateşiyle yanar, kendini kaybederdi. Zikir sırasında neden böyle kendinizden geçiyorsunuz? diye sorduklarında; "Âşık olanlar, mahbûbun, sevgilinin ismini işitince kendinden geçmelidir. Böyle olmasa henüz o olgunlaşmamıştır." buyurdu.

Mevdûd Çeştî hazretlerinin sohbetine devâm ederdi. Huzûrunda başını önüne eğer, sessizce ve edeple dururdu. Bir defâsında ona; "İyi bahtlı Hacı, Allahü teâlâdan sein, benden sonra benim makâmıma oturmanı ve insanları irşâd etmeni istedim. Her kim ki sana talebe olursa nîmete kavuşur. Şimdi git halvete otur, ibâdet ve tâatla meşgûl ol." buyurdu. Bu emir üzerine gidip, bir müddet yalnız başına kaldı. İbâdet, tâat ve zikirle meşgûl oldu. Sonra hocasının huzûruna geldi. Mevdûd Çeştî hazretleri ona tam bir teveccühle, yakınlık duyarak çok iltifât etti. Kalbinden onun kalbine feyz akıttı. İsm-i âzamı kalbine yerleştirdi. Bir anda ilm-i ledünniye, mârifet ilmine kavuşturdu. Ona hırka giydirip, kendisine halîfe yaptı. Onu, büyüklerin tasavvufta ulaştığı makamlara yükseltti.

Fakir bir kimsenin yedi kızı vardı. Son derece sıkıntı içinde olup, bir gün Hacı Şerîf hazretlerinin huzûruna varıp; "Eğer kızlarımın evlenmesine kadar, nafakamızın temini ve rızkımızın artması için yardımcı olursanız, pek büyük bir lütuf ve keremde bulunmuş olursunuz." dedi. Ona; "Yarın, inşâallah senin için hayırlı olur." dedi.

O şahıs oradan çıkıp evine giderken, yolda tanıdığı bir yahûdîye rastladı ve hâdiseyi anlattı. Yahûdî; "O zâten, kendisi fakir bir adamdır. Sana nasıl yardım edecek ve edebilir?" deyip; "Sen tekrâr Şeyh'e git ve de ki, eğer Hacı Şerîf yedi sene bana hizmet ederse, ben ona peşin olarak yedi bin altın veririm." diye ilâve etti. Fakir adam tekrâr Hâce'nin yanına gidip, bunu anlattı. O da pekâlâ gidelim, deyip, birlikte yahûdînin yanına geldiler. Şeyh hazretleri, yahûdîden yedi bin altını aldı ve fakire verdi. Fakiri gönderdi. Kendisi de yahûdînin hizmetine girdi. Bunu duyan servet sâhibi bir zât, yahûdîye olan borcunu ödemesi için Hacı Şerîf Zendenî hazretlerine yedi bin altın gönderdi.

O da altınları alıp, fukarâya dağıttı ve; "Benim, bu yahûdîye hizmet için kendisi ile yedi yıllık bir sözleşmem vardır. Sözümden dönemem." dedi. Bu dürüstlüğü gören yahûdî çok müteessir olarak Hâce hazretlerini âzâd etti. Hâce hazretleri ona; "Mâdem ki, sen beni hizmetçilikten azâd edip serbest bıraktın, Allah da seni Cehennem azâbından azâd eylesin." dedi. Bu yüksek duâ tesiriyle yahûdî, sadâkatle İslâm dînini kabûl etti ve Hacı Şerîf'in talebelerinden oldu.

Sultan Sencer vefât edince, biri onu rüyâsında gördü ve; "Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptı, hâlin nasıldır?" diye sordu. Sultan Sencer; "Hacı Şerîf Zendenî hazretlerine olan muhabbetimden dolayı, onun bereketiyle kurtuldum." demiştir.

 

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

SAHRAYA BAK

Hacı Şerîf hazretlerinin sohbetine devâm eden talebelerinden biri, bir gün ona bir mikdâr para getirip vermek istedi. Fakat Hacı Şerîf hazretleri kabûl etmedi. Dünyâya ve paraya düşkün olmadıklarını söyledi. O zât ise parayı kabûl etmesi için çok ısrârlı davranıyordu. O zât ısrârında devâm edince, ona dönüp sahrâya bak buyurdu. Dönüp baktı ve bakar bakmaz hayretler içinde kaldı. Çünkü sahrâda suyun aktığı gibi hazîne (altın, gümüş vs.) akıyordu. Hemen Hacı Şerîf'in ayaklarına kapanıp af diledi. Hacı Şerîf hazretleri bunun üzerine; "Gayb hazînesine sâhib olan bir kimsenin başka birinin getireceği bir şeye ihtiyâcı yoktur." buyurdu.

 

KAYNAKLAR

1) Siyer-ül-Aktâb; s.89, 90, 91, 92, 93

2) Hadîkat-ül-Evliyâ; 3. kısım, s. 154

3) Sefînet-ül-Evliyâ; s.92

4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.303