FAHREDDÎN-İ IRÂKÎ (İbrâhim bin
Şehriyâr Hemedânî)
Âlim,
velî ve şâir. İsmi İbrâhim bin Şehriyâr, lakabı Fahreddîn'dir. 1209 (H. 606)
yılında Hemedan'da dünyâya geldi. Doğum yerine nisbetle Irâkî diye şöhret buldu.
1289 (H.688) yılında Şam'da vefât etti.Muhyiddîn-i Arabî'nin türbesi yanına
defnedildi.
Küçük
yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Sesi ve kırâati çok güzeldi. Hemedan şehrinde
herkes onun kırâatini dinlemek için can atardı. İlim tahsîli ile meşgul olup,
kısa zamanda aklî ve naklî ilimlerde ilerledi. Büyük tasavvuf âlimi Şeyh
Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinin ders ve sohbetlerine katıldı.Onun,
nefsinin isteklerine sırt çevirmekteki gevşekliğini gören Şihâbüddîn-i
Sühreverdî hazretleri:
"SeninHind'e
gitmen ve bir müddet orada riyâzet, nefisle mücâdele yapman lâzımdır. Gümüşün
temizlenmesi için zulmet ve karaltı içinde bulunması şart olduğu gibi." dedi.
Onu,
Hindistan'ın Multan şehrinde İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmekle meşgul
olan halîfelerinden Şeyh Behâeddîn Zekeriyyâ-i Multânî'ye gönderdi. Bunun
üzerine Fahreddîn-i Irâkî günlerce yol aldıktan sonra Multan'da Şeyh Behâeddîn
Zekeriyyâ hazretlerine ulaştı. Şeyhin yanında günlerce az yemek, az içmek, az
uyumak ve çok ibâdet etmek sûretiyle çile çekti. Kalbi dünyâya olan bağlılıktan
kurtulup hep Allahü teâlânın zikri ile meşgul olmaya başladı. Evliyâlık yolunda
târif edilemeyecek makam ve derecelere kavuştu. Şeyh Behâeddîn hazretleri çok
sevdiği Fahreddîn-i Irâkî'yi kızı ile nikahladı. Hindliler kendisini çok sevip
sayarlardı.
Öte
yandan dört yıl kadar Hindistan'da kalan Fahreddîn-i Irâkî hocası Şihâbüddîn-i
Sühreverdî hazretlerinin hasreti ve vatanından uzakta kalmanın ızdırabı
içerisinde pek tesirli şiirler söyledi. Onun bu hâline vâkıf olan Behâeddîn
Zekeriyyâ hazretleri:
"Artık
zamânın gelmiştir. Haydi memleketine git. Bizim selâm ve niyâzımızı, hakîkatler
sığınağı şeyhimiz Şihâbüddîn'e ulaştır." diyerek memleketine gitmesine izin
verdi.
Fahreddîn Irâkî hazretleri 1234 senesinde Bağdât'a geldiğinde Şihâbüddîn-i
Sühreverdî hazretlerinin vefât ettiğini öğrendi. Büyük bir üzüntü içerisinde
şeyhinin mezarını ziyâretten sonra tekrar Multan'a döndü. Senelerce burada
kaldı. Bu sırada Kebîrüddîn adındaki oğlu dünyâya geldi. Hocası Behâeddîn
Zekeriyyâ'nın vefâtından sonra halîfesi oldu. Daha sonra Hicaz taraflarına
gitti. Dönüşünde Anadolu'ya uğradı. Konya'da Sadreddîn-i Konevî ile sohbet edip,
ilminden istifâde etti.
Muhyiddîn-i Arabî'nin
Füsûs kitabını okudu. Füsûs'u dinlerken duyduklarını şiir hâlinde
söyledi. Bu şiirlerini Lemeât adlı eserinde topladı. Bir müddet Tokat'ta
kaldı. Anadolu Selçuklu Devleti devlet adamlarından Pervâne Muînüddîn
Süleymân'ın kendisi için Tokat'ta yaptırdığı dergâhta tâliplerini yetiştirmek, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğretmek ve Ehl-i sünnet yolunu yaymakla meşgûl
oldu.
Muînüddîn Pervâne'nin vefâtından sonra Mısır'a gitti. Mısır'da Memlûklu Sultânı
ile sohbet etti. Daha sonra Şam'a gitti. Şam'da Mısır Sultânının emriyle halk ve
devlet adamları tarafından karşılandı. Birkaç ay sonra oğlu Kebîrüddîn de Şam'a
geldi.Berâberce bir müddet yaşadılar. Fahreddîn-i Irâkî hazretleri bir müddet
sonra burada 1289 (H.688) yılında vefât etti. Çok geçmeden de oğlu vefât etti.Muhyiddîn-i
Arabî hazretlerinin türbesinde, babasının yanına defnedildi.
Ömrünü,
Allahü teâlânın dînini öğrenmek ve öğretmekle geçiren Fahrüddîn-i Irâkî,
Hindistan'dan Anadolu'ya, Anadolu'dan Mısır'a, Mısır'dan Şam'a öğrendiği
bilgileri taşıdı. Her yaşta öğrenici ve her gün öğretici oldu. Allahü teâlânın
kullarına olan merhametinden dolayı, onlara sık sık nasîhatlarda bulunur,
İslâmiyeti Ehl-i sünnet âlimlerinden ve eserlerinden öğrenip, Resûlullah
efendimizin sünnet-i şerîfine tâbi olmanın ehemmiyetini anlatırdı.
Pekçok
talebe yetiştirip, kıymetli eserler yazdı.
Lemeât'ı ve Dîvân-ı Şi'r'i meşhûrdur. Anadolu Selçuklu Devletinin
devlet adamlarından Pervâne Muînüddîn Süleymân ve Mısır Memlûklü sultanlarından
Seyfeddîn Kalâvun belli başlı ve meşhûr talebelerindendir. Talebelerinin en
büyüğü ve kendisinden sonra halifesi ise Cemâleddîn Aksarayî hazretleridir.
KAYNAKLAR
1)
Nefehât-ül-Üns; s.671
2)
Mu'cem-ül-Müellifîn; c.1, s.38
3)
Kâmûs-ül-A'lâm; c.5, s.3347
4) Keşf-üz-Zünûn;
s.1563
5)
Devletşah Tezkiresi; c.2, s.268
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.265
|