|
EBÜSSÜ'ÛD EBÜ'L-AŞÂİR EL-BÂZİNÎ
Mısır'ın büyük velîlerinden. Babasının ismi Şâbân, dedesinin ismi ise
Tayyib'dir. Künyesi Ebüssü'ûd olup, asıl ismi Kaynaklarda zikredilmemektedir.
Bâzin denilen yerde doğduğu için "Bâzinî" nisbeti ile tanınırdı. Ayrıca el-Irâkî
el-Mısrî nisbetleri de vardır. Bâzin, Irak ile Cezîre arasında bir beldenin
adıdır. Buraya Vâsıt da denir. Dedesi buralı olup, kendisi Mısır'a yerleşti.
Birçok kimse kendisinin sohbetlerine devâm edip yetişti. 1246 (H.644) senesi
Şevvâl ayının dokuzuncu günü Kâhire'de vefât etti. Aynı gün Maktam Dağının
eteğine defnedildi.
Mısır'ın büyük âlimleri ve evliyâsı arasında yer alan Ebüssü'ûd el-Bâzinî
hazretleri, küçük yaşta kerâmetleri görülen bir zâttı. Öyle ki, daha beşikte
iken oruç tutardı. Ramazan ayında gündüzleri, imsaktan (sahurdan) iftâr vaktine
kadar hiçbir şey yiyip içmez, ana sütü emmezdi.
Zamânın devlet başkanı
olan halîfe bile kendisini sık sık ziyârete gelir, sohbetlerinden istifâde
ederdi. İmâm-ı Şârânî'nin hocalarından Dâvûd-i Magribî, Şerâfeddîn, Hızır-ül-Kürdî
ve sayısı belli olmayan daha nice âlimler, kendisinden istifâde etmek, ilim
öğrenip feyz almak için sohbetine devâm ederlerdi.
Her hâlinde İslâmiyete tam
bir bağlılığı vardı. Kibir ve riyâdan çok sakınırdı. Birçok kimsenin kendisini
ziyârete gelmesi, ondan ilim öğrenip feyz almaya çalışması, onun hâlinde hiçbir
değişiklik yapmazdı. Dâimâ tevâzu üzere olup, herkese karşı alçak gönüllüydü.
Çok îtibâr görmesi ve sevilmesi gibi olan bu hâllerinden nefsinin haz
duymamasına, gurûr ve kibire kapılmamasına çok gayret gösterirdi. Hiç kimsede
görülmeyen hâllerinden birisi de şöyleydi: Ayakkabılarını çıkaracağı zaman,
kendisinde bir inilti duyulurdu. Bu, daha ziyâde sohbet yapacağı zamanlarda
olurdu. Sebebini sordular. Şöyle anlattı: "İnsanlarla sohbet ederken, kibre
kapılmaktan çok korkuyorum. Bu kibirden korunmak için, ayakkabıyı çıkartırken,
nefsten de soyunuyorum." Yâni; "Nefsimin hevâsına, arzularına kapılmamak için
onunla mücâhede etmeye, onun isteklerine boyun eğmemeye çalışıyorum. Bundan
dolayı bende inilti duyuluyor." demek istedi.
Bir vâzında, güzel ahlâkın
ve kötü huyların menşeini, kaynağını şöyle anlattı:
"Bütün güzel huylar
kalbden, kötü huyların tamâmı ise nefsten doğar. İyi huylu olmak istediğini
söyleyen doğru sözlü bir kimse, hemen nefsini tezkiye edip, dînin emir ve
yasaklarına itâat eder bir hâle getirmeli, kalbini de tasfiye ile, Allahü
teâlâdan başka şeylerin sevgisini ondan çıkarmalı, bütün günahlar ve kötü
düşüncelerden temizlemelidir. Tâ ki böylece, kötü huylar, güzel ahlâka çevrilmiş
olsun. Kötü huylar gidip, yerini iyi huylar alınca, kalbden şek ve şüphe kalkıp,
yerini tasdîk alır. Şirk yok olur. Gizli ve âşikâr Allaha ortak koşulmaz. Kalpte
ve bütün âzâlarda Allahü teâlânın tevhîdi yâni O'nu, eşi ve benzeri bulunmayan
tek bir varlık olarak tanımak hâsıl olur. Dilde ve kalpteki çekişme duygusu yok
olup, Hakka teslimiyet meydana gelir. Başa gelene ve emredilene kızıp îtirâz
etmek şöyle dursun, tam teslimiyet hâli hâsıl olup, cenâb-ı Hakkın takdîr ettiği
her şeye râzı olunur. Her iş, Allahü teâlâya ısmarlanır. Gaflet sona erer, cenâb-ı
Hakka yakınlık ve her ân O'nunla olmak düşüncesi hâsıl olur. Tefrikadan
kurtulup, cemiyyete, yâni Allahü teâlânın dostları ile bir ve berâber olmaya
çalışılır. Tabiatındaki sertlikler, kabalıklar, kırıcı ve incitici davranışlar
yok olup, onların yerini yumuşaklık, latîfeler ile güzellikler ve tatlılıklar
alır.
Kalb temizlenip, nefs
doğru yola girince, insanın her hâli değişir. Artık kimsenin ayıpları görülmez
olur. Gözler, insanların hep iyi hâllerini görür. Onlara karşı kalbde bulunan
katılık, acıma duygusu, şefkat ve merhamete dönüşür. Kin, hased gibi
düşmanlıklar terkedilip onlara nasîhat etmek, hep iyilik yapmak duyguları ortaya
çıkar. İnsanlar arasında düşmanlıklar tamâmen ortadan kalkıp, herkes birbirine
nasîhat etmeye başlar. Güzel ve tatlı nasîhatlerle, insanlar birbirini doğru
yola çağırırlar. Artık bundan sonra, cenâb-ı Hakkın rızâsına kavuşmak isteyen
bir kimsede, nazlanmak kalmaz, korku başlar. Bu korku ondaki hâllerin iyiliğe
çevrilmesi sebebiyledir. Kendisinde iyi hâllerin meydana çıktığı kimse, kusûrunu
bildiği ve aczini anladığı için korkar ve kusurlarının hesâba sığmayacak kadar
çok olduğunu bilir. Allahü teâlânın kendi üzerindeki hakkını, hiçbir zaman
ödeyemeyeceğini, kendisine nasîb edilen sayısız nîmetlerin, hayırlı işlerin
şükrünü yapmaktan âciz olduğunu anlar. İşte bu anlayışa erişen kimse, Allahü
teâlâya hakkı ile kulluk etmeye başlar. Kalbinde tam bir tevhîd hâsıl olur.
Gönlündeki mâbûdlar teker teker yıkılıp gider. Hâlleri ve yaşayışı güzelleşir.
Cennet'tekilerin yaşayışı gibi, hep Allahü teâlâ ile berâber olarak yaşar. Daha
dünyâda iken, Cennet hayâtı yaşamaya başlar. Buraya kadar sayılan bu güzel
huyların hepsi, peygamberlerin, sıddîkların, evliyânın, sâlih kulların, ilmiyle
amel eden âlimlerin ahlâkıdır."
Talebelerine sık sık şöyle buyururdu:
"Allahü teâlânın rızâsını
kazanmak isteyen bir tâlib için, işlerini sağlam temel üzerine kuracağı dört
esas vardır: 1- Dili, tam bir gönül huzûru içinde Allahü teâlâyı zikirle meşgûl
etmek, 2- Kalbi, dâimâ Allahü teâlâyı murâkabe hâlinde bulundurmak, 3- Nefsin
günah olan arzularına karşı, Allahü teâlânın rızâsını düşünerek muhâlefet etmek,
4- Allahü teâlâya tam kulluk edebilmek için helâl lokma yemek. Helâl lokma ile
kalp; saf, berrâk bir hâle gelir."
Dostlarından birisine yazdığı uzun bir mektubunun tercümesi şöyledir:
"Ey kardeşim! Allahü
teâlânın selâmı, rahmeti ve bereketi, senin üzerine olsun! Ey dostum, benden
sana duâ etmemi istemişsin. Evet, doğru ve haklı bir istek!Fakat bu kulun, duâsı
kabûl olmaktan yana ümîdi azdır. Fakat böyle olsa da, arzunuza uyarak duâ etmem
gerekiyor.
Ey kardeşim! Allahü teâlâ,
kendi zikrini sana ilhâm etsin. Nîmetlerine karşı şükretmeni nasîb eylesin.
Senin kalbine, O'nun kaderine karşı râzı olmayı yerleştirsin. Seni, yardımından
ve sevgisinden mahrum bırakmasın. Nefsinin kötülüklerine karşı, senin vekîlin
olsun. Yarattıklarından herhangi birine seni muhtaç bırakmasın. Seni, sözünde ve
işinde doğru olanlardan ve ahdine vefâ gösterenlerden eylesin. Allahü teâlâ
seni, zâtını sadâkat ve edeb ile taleb edenlerden eylesin. Resûlünü de tasdîk
edip, sünnetine uymak isteyenlerden yapsın. İyi amelleri işleyerek, herkesin
eziyetine katlanıp kimseye eziyet etmeden âhireti taleb edenlerle birlikte
bulundursun. Senin için cenâb-ı Hak'tan dileğim, seni dâimâ zikri ile meşgûl
eylemesidir. Kalbinde kendi korkusunu bulundurup titreyenlerden eylesin. İhlâs
sâhibi olup, kendi rızâsını düşünerek amel edenlerden kılsın. Zâtının birliğini
tasdîk edenlerden eylesin. Hak teâlâyı nefslerine üstün ve vazifelerini,
nefsinin haklarından önde tutanlardan eylesin. Çünkü böyle kimseler, kalblerini
kin, hased ve her türlü kötü huylardan temizlemişlerdir. Onların kalblerinde,
Allah'tan başkasına yer yoktur. Onların, Rablerinden tek talebi, O'nun râzı
olduğu dîni üzere bulunmaktır. Bu kimseler, şahsî arzuları için herhangi birşey
tercih etmezler. Onlar, kendilerinin sebeb olduğu bir sıkıntıya kimsenin
düşmesini istemezler ve hiçbir şeyi kendilerine tahsis etmezler.
Rablerinden, başka şeyler için istekte bulunmazlar. Ona kavuşmaktan başka şeye
sevinmezler. Dünyâ olarak kaybettiği hiçbir şeye üzülmezler. Sonra bu kimseler,
bütün ümmet-i Muhammed'e karşı şefkat ve merhamet doludurlar. Onlara dâimâ
yumuşak davranırlar. Hiç kimseyi incitmezler, kırmazlar. Onlar, bu ümmetten olan
herkese nasîhat ederler. Hiç kimseyi ayıplamazlar. Kendilerine bir şey
sorulunca, sorana bildikleri kadarını öğretirler ve hiç kınamazlar. Bir
ayıbından ötürü kimseye kızmazlar. Müslümanların ayıplarını dâimâ örtücüdürler.
Bütün hareketlerinde ve duruşlarında Allahü teâlânın emir ve yasaklarına
tâbidirler. Dâimâ O'nun rızâsını gözetirler. Bunların gazâba geldiği,
öfkelendiği olursa, bu hal, kin ve hasedlerinden değildir. Öfkelenmelerinde,
kötü bir temennîleri, arzuları yoktur. Nefslerinin hevâsına, arzusuna
uymaksızın, sâdece Allahın rızâsını düşünerek kızarlar. Bunlar, dîn-i İslâmın
emrettiği şeyden başkasını kimseye emretmezler. Güçleri yettiğince her işlerini
emr-i ilâhiyyeye uygun yaparlar. Allah yolunda bulunurlarken, kimsenin
ayıplamasından korkmazlar. Öyle ki, bir zâlimin zulmünü gördükleri zaman, Allah
rızâsı için o zâlime ve yaptığı zulme kızarlar. Aslâ zâlimin hatırını düşünüp
ona tâzim ve hürmette bulunmazlar. Zâlimin mevkii ne olursa olsun böyledir.
Allahü teâlâdan, zâlimleri acze düşürüp zulüm yapmamaları, bundan tövbe etmeleri
ve tövbelerini kabûl buyurması için duâ ve niyâzda bulunurlar. Bu büyük
insanlar, Allahü teâlânın gönderdiği kitaba, (yâni Kur'ân-ı kerîme) ve Peygamber
efendimizin sözlerine uymayı tavsiye ve telkinde bulunurlar. Onların dünyâya
düşkünlükleri yoktur. Zühd ve takvâ üzeredirler. Halka el açmazlar. Bütün
varlıklarıyla Allah'a yönelmişlerdir. Onlar, ancak Allahü teâlânın râzı olduğu
ve güzel gördüğü şeylere bakarlar ve aslâ nefslerinin hoşlandığı ve Rablerinin
gazablandığı şeylere dönüp bakmazlar. Allahü teâlâ, seni de bunların zümresine
ilhâk buyursun!
Ey kardeşim! Allahü
teâlâdan dilerim ki, seni, râzı olmadığı, beğenmediği âdetleri, modayı terkedip,
O'na ibâdet ve tâatı muhâfaza edenlerden eylesin. Onlar nefslerini beğenmezler.
Ondan râzı olmazlar. Nefslerini, her yaptığı kendi aleyhine olan çok ahmak bir
mahlûk olarak bilirler ve ona tâbi olmazlar. Onların nefes alıp vermeleri de,
her şeyleri de Rableri içindir. Kendilerinde kin ve düşmanlık yoktur. Kimsenin
hakkını yemezler. Peygamber efendimizi çok severler, O'na tâbi olurlar. O'nun
akrabâsının, Ehl-i beytinin ve Eshâbının hepsine hürmet ederler ve hepsini çok
severler. Hepsini fazîletli bilirler. Geçmişteki büyük zâtların fazîleti ve
üstünlüklerini kabûl ederler. Onlar kendi arzularına ve heveslerine göre hareket
etmezler. Müslümanları bid'atlere, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan
hurâfelere sevketmezler. Dînin emirlerine riâyetsizlik etmezler. Allahü teâlâya,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe îmân eden kimseye karşı
onların kalblerinde sû-i zân, müslümanlar hakkında kötü düşünmek yoktur.
Kalblerinde, sâdece şefkat ve merhamet vardır. Dünyanın süslü ve aldatıcı
şeylerinden hoşlanmazlar. Dünyânın, azîzini azîz, zenginini zengin, mülkünü
mülk, rahatını rahat saymazlar. Sıhhatte olan kimseyi de âfiyette saymazlar.
Bunlar için mühim olan; âhiret izzeti, âhiret zenginliği ve âhiret rahat ve
saâdetidir. Dünyâya dalmış olanlara da acırlar. Bir şeyin uygun olup olmadığını,
nefse uygun olması ile ölçmezler. Nefsin hakka, doğruya uymasına gayret ederler.
Onlar, rızıklarına Allahü teâlânın kefîl olduğunu bildikleri için, rızık
husûsunda endişe etmezler. Allahü teâlâdan başka hiçbir mahlûktan korkmazlar. Bu
güzel vasıfları hiç değişmez. Güzel ahlâk üzere bulunurlar. Her zaman nefslerine
muhâlefet ederler, onun hiçbir arzusunu yerine getirmezler. Allahü teâlâyı çok
sevdikleri gibi, insanlara da O'nu sevdirmeye, onların, Allahü teâlânın
nîmetlerini hatırlamalarına vesîle olmaya çalışırlar. Onlar, Allahü teâlâya
itâat üzere bulunurlar. O'nun sonsuz nîmetlerini îtiraf ederek, O'na
şükrederler. O'na ibâdetteki hatâlarından dolayı da kırıklık ve pişmanlık içinde
af ve magfiret dilerler. İnsanların mallarında hiç gözleri yoktur. Başkasının
mallarına ellerini uzatmazlar. Âzâları ile insanlara eziyet vermekten çok
uzaktırlar. Onlarla berâber bulunan müslümanlar çok rahat olurlar. Onlar
kötülüğe kötülükle mukâbelede bulunmazlar. Bilakis affederler ve üzerinde
durmazlar. Senin de bu güzel hasletlere sâhib olman için Allahü teâlâya duâ
ederim. Allahü teâlâ nasîb eylesin! Âmin (Allah'ım kabûl eyle."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
KALP TEMİZLİĞİ
Kendisinden nasihat isteyen bir talebesine şöyle buyurdu:
"Bir kimse, seni dünyâlık
şeylerle anar ve senin yanında onları överse, ondan kaçın! Yine bir kimse,
Rabbine karşı senin gaflete dalmana sebeb olursa, ondan yüz çevir, derhal ayrıl!
Dünyâ sevgisini doğuran her türlü maddî düşünceyi ve buna benzer meşgaleleri
kalbinden söküp at. Seni, Allahü teâlâyı hatırlamaktan alıkoyan her ne olursa
olsun, bundan yüz çevir! Kafanda ve kalbinde yer eden lüzûmsuz hâtıralarla
oyalanıp durmaktan sakın. Böyle düşüncelerden keder meydana gelir. Çok kerre
kederden de gaflet hâsıl olur. Böyle olunca, insanda nefsânî arzular harekete
geçer. Bu istek kuvvet bulunca, boş ve faydasız şeylerle uğraşmak arzusu hâsıl
olur. Bu arzular gâlip gelince, kalp zayıflar ve nûru söner. Çok defâ tamâmen
telef olur ve akıl ondan sıyrılıp gider. Artık bundan sonra, sanki kalbin
üzerine bir perde gerilmiş olur."
Kalbin temizlenmesi,
Allahü teâlâdan başkasına orada yer vermemekle ve tam bir sadâkat ile olur.
Kalbin bozulması da, Allah'tan başkasına gönül bağlamak, başkalarını O'na ortak
koşmakla ve riyâ, gösteriş yapmakla olur. Kalpte tevhîdin, tek olan Allah'a
bağlılığın bulunduğunun alâmeti; O'nunla berâber bir ikincisinin olmadığını her
ân müşâhede etmektir. Bu da, ancak Allahü teâlâdan korkmak ve her şeyi O'ndan
ümîd etmekle anlaşılır. Sadâkatın alâmetine gelince; fânî olan her şeyden
soyunmak, yâni onlara bağlılığı kalpten çıkarmak ve ebedî, sonsuz var olana
bağlanmaktır. Görünüşte var olan her şey, zaten yok olacaktır. Kalbinin
mahlûkâta meylettiğini fark ettiğin zaman, orada şirk var demektir. Ondan şirki
temizlemeye bak, kalbini şirkten uzak tut. Kalbinde dünyâya karşı bir meyil
gördüğün zaman, orada bir şek, şüphe var demektir. Derhal ondan kalbini temizle!
Dâimâ Allah'a istigfâr
edici olman lâzımdır. O'na istigfâr etmekten, yalvarıp bağışlanmanı istemekten
âciz kalırsan; o takdirde, Allahü teâlâ ile meşgûl ol, dâimâ O'nu hatırla.
Bundan da âciz kalırsan, Allah'a tâat ve kulluk ile meşgûl olmalısın. Artık,
Allahü teâlâya tâat ile meşgûl olmaktan, seni herhangi bir şeyin alıkoyacağını
sanmıyorum. Senin için, bundan uzaklaşmana yol açacak bir özür kapısı da
göremiyorum. Çünkü, insanı yükseltecek şeylerin başı tâattır. O'na kulluk
etmektir. O'nu terk eden, terakkî yoluna giremez ve yükselemez."
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-ül-Evliyâ; s.406
2)
Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.162
3)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.274
4)
Hüsn-ül-Muhâdara; c.1, s.518
5) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.8, s.247
|
|