|
EBÜ'L-HASAN-I ŞÂZİLÎ
On ikinci yüzyılda Kuzey
Afrika'da yetişen büyük velîlerden. Şâziliyye adı verilen tasavvuf yolunun
kurucusudur. İsmi, Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr, künyesi, Ebü'l-Hasan,
lakabı Nûreddîn'dir. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem torunu
hazret-i Hasan'ın soyundan olup şeriftir. 1196 (H.592) senesinde Tunus'un Şâzile
kasabasında doğduğu için Şâzilî nisbesiyle meşhûr olmuştur. 1256 (H.654)
senesinde hac yolculuğu sırasında Hamisre'de vefât etti. Kabri, Hamisre
mevkiindeki Ayzâb sahrâsındadır.
Küçük yaştan îtibâren
doğduğu Şâzile kasabasında ilim öğrenmeye başlayan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî,
önceleri kimyâ ilminde uzun çalışmalar ve araştırmalarda bulundu. Bu ilimde iyi
yetişmesi için cenâb-ı Hakk'a yalvararak duâ ediyordu. Bu esnâda, aldığı mânevî
bir işâretle, tasavvuf yoluna yöneldi. Din ilimlerinin hepsinde mütehassıs ve
derin âlim oldu. Hepsinin inceliklerine ve sırlarına kavuştu. Tefsîr, hadîs,
fıkıh, usûl, nahiv, sarf, lügat ilimleri yanında, zamânın fen ilimlerinde de
yüksek âlim oldu. Zamânındaki âlimler ve diğer insanlar onun ilimdeki bu yüksek
derecesi karşısında üstünlüğünü kabûl ettiler.
Zâhirî ilimlerde bu derece
yüksek olan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, tasavvufa karşı alâka, ilgi duydu.
Birçok velînin sohbetinde bulunup, onlardan istifâde etmeye çalıştı. Bu sebeple
pek çok seyâhat yaptı. Bir defâsında Irak'a giderek buradaki âlimlerden Ebü'l-Feth
Vâsıtî'nin sohbetlerinde bulundu. O sıralarda zamânın en büyük velîsini
arıyordu. Bir gün, Ebü'l-Feth Vâsıtî hazretleri ona dönerek; "Sen onu Irak'ta
arıyorsun. Halbuki aradığın kimse, senin memleketindedir. Oraya dön, orada
bulacaksın." buyurunca, geri memleketine döndü.
Büyük velîlerden olan
Şerîf Ebû Muhammed Abdüsselâm İbn-i Meşîş-i Hasenî hazretlerinin, aradığı zât
olduğunu anladı. İbn-i Meşîş hazretleri, Rabat (Ribâte)' deki bir dağda mağarada
yaşamaktaydı. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, onun huzûruna çıkmak için, dağ eteğinde
bulunan çeşmeden gusl abdesti aldı. Kendindeki bütün meziyetleri ve üstünlükleri
unutarak, yâni tam bir boş kalb ve ihtiyaç ile huzûrlarına doğru yürüdü. İbn-i
Meşîş hazretleri de mağaradan çıkmış, aynı şekilde ona doğru yürüyordu.
Karşılaştıklarında hocası selâm verip, Resûlullah efendimize kadar uzanan
nesebini tek tek saydıktan sonra ona: "Yâ Ali, bütün ilim ve amelinizden
soyunarak tam bir ihtiyaç ile buraya çıktınız ve bizdeki dünyâ ve âhiret servet
ve zenginliğini aldınız." buyurdu. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî diyor ki: "Onun bu
hitâbından sonra, bende fevkalâde bir korku hâsıl oldu. Hak teâlâ kalb gözümü
açıncaya kadar mübârek huzûrlarında oturdum. Sohbetlerine devâm ettim." Ebü'l-Hasan-ı
Şâzilî, hocasının yüksek derecesini bildirirken şöyle buyurdu: "Bir gün hocamın
huzûrunda oturuyordum. Kendi kendime; "Acaba hocam İsm-i âzamı biliyor mu?"
dedim. Bu düşünce ile meşgûl iken dış kapıda bulunan oğulları, bana bakıp; "Ey
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, şeref ve îtibâr, İsm-i âzamı bilmekle değil, belki İsm-i
âzama mazhâr olmakladır." dedi.
Kendisi anlattı ki: "Bir
arkadaşımla bir mağarada bulunuyor ve Allahü teâlânın muhabbetiyle yanmayı ve
O'na kavuşmağı istiyorduk. Yarın kalbimiz açılır, velîlik makamlarına kavuşuruz
derdik, yarın olunca da, yine yarın açılır derdik. Yarınlar gelip geçiyor ve bir
türlü bitmiyordu. Bir gün birden heybetli bir zât yanımıza girdi. Ona; "Kimsin?"
dedik. Abdülmelik'im, yâni Melik olan Rabbimizin kuluyum dedi. Velîlerden
olduğunu anladık. "Nasılsınız?" dedik. "Yarın olmazsa, öbür yarın kalbim açılır
diyenin hâli nasıl olur? Allahü teâlâya, sırf Allah için ibâdet etmedikçe,
vilâyet ve kurtuluş yoktur." dedi. Bu söz üzerine gafletten uyandık. Tövbe ve
istigfâr ettik. Bunun üzerine kalblerimiz Allahü teâlânın muhabbetiyle doldu."
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin hocasına olan teslimiyeti tam ve mükemmel bir hâle
gelince, karşılaşacağı birçok sıkıntıları, hocası kendisine haber verdi. Şöyle
vasiyet etti: "Hak teâlâyı bir an unutup gaflette olma. Dilini halkın diline ve
kalbini halkın kalbine benzetmekten sakın, bütün uzuvların ile İslâmiyete uy.
İslâma uygun olmıyan şeylerden sakın. Farzları yerine getirmeye devâm et. İşte o
vakit Allahü teâlânın velîliği sende tamâm olur. Allahü teâlânın haklarını
yerine getirmekten başka hiçbir şeyi halka hatırlatma. İşte o zaman verâ ve
takvâya yâni haram ve şüphelilerden kaçmaya tam uymuş olursun.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri Şâzile kasabasında yerleştikten sonra, gerçekten
birçok mihnet ve sıkıntılara mâruz kaldı. Hocalarının haber verdiği sıkıntılar
açıkça meydana geldi. Sonra İskenderiyye'ye yerleşti. Doğudan ve batıdan
binlerce âlim ve hak âşığı ziyâret ve sohbetlerine akın etti. Meselâ devrin
büyük âlimlerinden İzzeddîn bin Abdüsselâm. Takıyyüddîn bin İbn-i Dakîk-ül-Iyd,
Abdülazîm Münzirî, İbn-üs-Salâh, İbn-ül-Hâcib, Celâleddîn bin Usfûr, Nebîhüddîn
ibni Avf, Muhyiddîn bin Sürâka ve Muhyiddîn-i Arabî'nin talebesi el-Âlem Yâsîn
bunlar arasındaydı. Ayrıca Kâdı'l-kudât Bedreddîn ibni Cemâ'a da sohbetlerine
kavuşmakla iftihâr ederlerdi. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, Ebü'l-Abbâs-ı
Mürsî gibi evliyânın büyüklerinden olan birini yetiştirmiştir.
İbn-i Hâcib, İbn-i
Abdüsselâm İzzeddîn, İbn-i Dakîk-ül-İyd, Abdülazîm Münzirî, İbn-i Sâlih ve İbn-i
Usfûr gibi büyük âlimler, Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin meclisinde bulunmak
arzusuyla, Kâhire'deki Kemâliye Medresesinde, muayyen vakitlerde hazır bulunarak
Şifâ ve İbn-i Atiyye kitaplarını okurlardı. Dersten çıktıktan
sonra da onunla berâber yaya yürürlerdi.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî; "İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın fıkıh meclisi, Abdülazîm
Münzirî'nin hadîs meclisi, senin tasavvuf meclisinden daha kıymetli bir meclis
yoktur diye bana müjde verildi." buyurdu.
Hızır aleyhisselâm bir gün
kendisine; "Ey Ebü'l-Hasan! Allahü teâlâ, seni kendisine dost edinmiştir. Kalsan
da, gitsen de, O seninle berâberdir." dedi.
Bir gün Ebü'l-Hasan-ı
Şâzilî, zühdden, dünyâya rağbet etmemekten bahsediyordu. Fakat üzerinde yeni ve
güzel bir elbise vardı. O mecliste üzerinde eski elbiseler olan bir fakir;
kalbinden; "Ebü'l-Hasan, hem zühdden anlatıyor, hem de üzerinde yeni elbiseler
var. Bu nasıl zâhidliktir? Hâlbuki asıl zâhid benim." diye geçirdi. Bu kimsenin
kalbinden geçenleri anlıyan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, onu yanına çağırarak; "Senin
üzerindeki elbiseyi görenler, seni zâhid sanarak hürmet ederler. Bundan dolayı
sende bir gurur, kibir hâsıl olabilir. Hâlbuki benim üzerimdeki elbiseyi
görenler, zâhid olduğumu anlayamazlar. Böylece ben, hâsıl olacak gururdan
kurtulurum." buyurdu. Bunu dinleyen fakir, yüksek bir yere çıkarak oradaki
insanlara; "Ey insanlar!Yemîn ederim ki, biraz önce kalbimden Ebü'l-Hasan
hazretleri hakkında uygun olmayan şeyler düşünmüştüm. Kalbimden geçeni anlıyarak,
beni huzûrlarına çağırıp nasîhat ettiler. Şimdi hakîkatı anlamış bulunuyorum.
Şâhid olunuz ki, huzûrunuzda tövbe istigfâr ediyorum." dedi. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan-ı
Şâzilî o kimseye yeni bir elbise giydirip; "Allahü teâlâ sana seçilmişlerin
muhabbetini versin. Sana hayırlar, bereketler ihsân eylesin." diye duâ eyledi.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri; "Mısır'da Muhammed Hanefî isminde birisi ortaya
çıkacak. Bizim yolumuzda yürüyüp, meşhûr ve büyük şân sâhibi olacaktır.
Kırmızıya yakın beyaz benizlidir. Sağ yanağında bir ben bulunur. Gözünün beyazı
çok beyaz, siyahı da tam siyahtır. Yetim ve fakir olarak yetişir. Benden
îtibâren beşinci sıradaki halîfemiz olur." buyurdu. Gerçekten öyle olmuştur.
Vasıfları anlatılan Muhammed Hanefî, bu büyüklerin yolunu Nâsırüddîn ibni
Melik'ten, o, dedesi Şehâbüddîn bin Melik'ten, o, Yâkut Arşî'den, o, Mürsî'den,
o da, Şâzilî'den almıştır.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, Allahü teâlânın nihâyetsiz ihsân ve ikrâmlarına kavuşmuş,
görünen ve görünmeyen bütün olgunluklara erişmişti. Bir gün seyâhate çıkmıştı.
Kendi kendine; "Yâ Rabbî! Sana ne zaman şükür edici bir kul olabilirim?" dedi.
Bu sırada gâibden bir ses; "Bana şükür edici bir kul olabilmen için, yeryüzünde
senden fazla nîmet verilmiş bir kulun olmadığını düşünmelisin." diyordu. Bu
sözleri işitince; "Yâ Rabbî! Kendimden fazla nîmet verilmiş bir kimsenin
olmadığını nasıl düşünebilirim? Zîrâ sen, peygamberlere, âlimlere, pâdişâhlara
herkesten fazla nîmet verdin." dedi. Bu defâ; "Eğer peygamberlere (aleyhimüsselâm)
nîmet verilmeseydi, sen doğru yolu bulamazdın. Âlimler olmasaydı, dinden çıkıp
küfre girerdin. Pâdişâhlar olmasa, evinde emin bir hâlde rahat oturabilir
miydin? Bunların hepsi, sana ihsân ettiğim nîmetlerden değil midir?" buyruldu.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri Resûlullah efendimizi sallallahü aleyhi ve
sellem rüyâda gördü. Peygamber efendimiz ona; "Yâ Ali! Elbiselerini kirden
temizle ki, her nefesinde Allahü teâlânın imdâdına mazhâr olasın." buyurdu. "Yâ
Resûlallah! Benim elbisem hangisidir?" dedim. Buyurdu ki: "Allahü teâlâ sana beş
hil'at giydirmiştir. Muhabbet, tevhîd, mârifet, îmân ve İslâm hil'atlarıdır.
Allahü teâlâya muhabbet edene, sevene her şey kolay olur. Allahü teâlâyı
tanıyanın gözünde dünyâdan bir şey kalmaz. Allahü teâlâyı vahdâniyetle bilen,
O'na hiçbir şeyi ortak koşmaz. Allahü teâlâya inanan, her şeyde emin olur.
İslâmla sıfatlanan, Hak teâlâya âsî olmaz. Eğer âsî olursa, af diler. Af
dilerse, kabûl edilir. Ebü'l-Hasan der ki: Bu îzâhtan, Allahü teâlanın Kur'ân-ı
kerîmde meâlen; "Ve elbiseni temizle." âyetinin mânâsını anladım."
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri talebelerine nasihat ederek buyurdu ki:
"Yolumuzun esâsı beş şeydir: 1) Gizli ve âşikâr, her hâlükârda Allahü teâlâdan
korku hâlinde olmak. 2) Her hal ve ibâdetinde, Peygamberimizin sallallahü aleyhi
ve sellem ve Eshâbının (radıyallahü anhüm) gösterdiği doğru yola uyup, bid'at ve
sapıklıklardan sakınmak. 3) Bollukta ve darlıkta, insanlardan bir şey
beklememek. 4) Aza ve çoğa râzı olmak. 5) Sevinçli veya kederli günlerde cenâb-ı
Hakk'a sığınmak."
"Bizim yolumuzda olan
talebe, din kardeşlerini, arkadaşlarını, son derece merhametle gözetmeli, onlara
son derece hürmet etmelidir. İçlerinden birini kendisine sohbet arkadaşı
seçmeli, bu arkadaş, gaflete düştüğünde, seni uyandırmalı, ibâdette tenbelliğe
düştüğünde seni heveslendirmeli, âciz kaldığın yerde sana yardım etmeli ve sen
doğru yoldan kaydıkça seni doğru yola çekmeli. Sana nasihat vermeli, kötü
harekette bulunduğunda veya bir günah işlediğinde sana uymayıp vaz geçirebilecek
vasıflarda olmalıdır. Arkadaşlarına gelebilecek eziyetlere mâni olmalısın. Güzel
ahlâk edinip, şefkat ve merhamet üzere bulunmalısın. Hak teâlâya, itâat ve
ibâdeti, bu yola hizmeti gözetmeli ve buna sımsıkı sarılmalısın. Lüzumsuz
şeylerle gözü meşgûl edip, gönlü dağıtmamalısın. Zîrâ bu, insandaki şehvet
kuvvetini arttırır."
Tasavvufta en yüksek derecelere kavuşmuş olan ve Allahü teâlâdan başkasına gönül
vermeyen, dünyâdan uzak olan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri bir sohbeti
esnâsında buyurdu ki:
"Biz Hak'la olunca,
mahlûktan hiçbirini görmeyiz. İnsanlık îcâbı baksak bile, onlar güneş ışığında
dalgalanan havadaki ince toz gibi görünür. Dikkatle baksan bir şey bulamazsın."
"En büyük günahlar ikidir:
Biri dünyâ sevgisi, diğeri bilmediği bir işin başına isteyerek geçmek."
"Dünyâdan ve dünyâ ehlinden tamâmen uzaklaşmaz isen, velîlik kokusunu
alamazsın."
"Şu üç şey bir insanda
mevcut olursa, ona ilmin aslâ bir faydası olmaz: 1) Dünyânın faydasız şeylerine
aşırı bağlılık. 2) Âhireti hatırdan çıkarmak. 3) Fakir olmaktan korkmak."
Günahlardan kaçınmak ve iyiliklere devâm etmek husûsunda da şöyle buyurdu:
"Kalp huzursuzluğuna
tutulmamak, eleme uğramamak ve günahlardan temizlenmek istersen, iyi ve hayırlı
işlerini çoğalt."
"Günahların bağışlanması ve başa gelen belâlardan korunmak için en güzel
sığınak, istiğfârdır, tövbe etmekdir."
"İlmi arttıkça günâhı
artan kimse, şüphesiz ki helak içindedir."
"Allahü teâlâya hakkıyla
îmân ve Resûlüne tâbi olmaktan daha büyük kerâmet yoktur."
"İki iyilik vardır ki,
onlar bulunduğu sürece, çok da olsa kötülüklerin zarârı dokunmaz. Biri cenâb-ı
Hakk'ın kazâ ve kaderine râzı olmak, diğeri Allahü teâlânın kullarına iyi
muâmele etmek."
Ebü'l-Hasan Şâzilî hazretleri bir sohbetinde de buyurdu ki: "Bizim bildiğimiz ve
bildirdiğimiz bilgilerden haberi olmayan zavallılar, büyük günahlarda ısrar
ederek devâm ettikleri halde vefât ederler. Çünkü onlar iyiliğin kıymetini,
kötülüğün zarârını, yâni bunları anlamaya yarayan bilgileri öğrenmemişlerdir.
Böylece nefislerinin hevâ ve arzularına tâbi olarak günahlara dalmışlar ve
ömürleri bu gaflet ve câhillik içinde geçip gitmiştir."
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretlerine; "Zâhirde senin öyle büyük bir kemâlin,
olgunluğun, bir ibâdetin olmadığı halde bu insanlar neden sana bu derece hürmet
gösteriyorlar? Bunun sebebi nedir?" diye sorduklarında, Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî
hazretleri buyurdu ki: "Yalnız bir sebeple insanlar böyle yapıyor. O da Allahü
teâlâ onu her kimseye farz kılmıştır. Ben o farzı yerine getirince, insanlar
bana böyle yapıyorlar. O da dünyâ ehlini terk etmektir. Dünyâ ve ehlini terk
etmek, işimizi gücümüzü terk etmek değil, yalnız dünyâ ve dünyâ ehlinin
sevgisini gönülden çıkarmaktır. Bu mahlûkâtı gönlümüze sokmamak, dünyâyı ve
mahlûku cenâb-ı Hakk'ın muhabbetine ortak ettirmemektir. Bu insanlar acâibdir.
Onlar dâimâ dış görünüşe bakarlar ve adamın zâhid, dünyâya düşkün olmadığını
görürler. Âbid, çok ibâdet eden ise, büyük kimse derler. Şüphesiz bu büyüklük
ise de asıl büyüklük ve olgunluk kalpteki olgunluktur. Zâhir, görünen işlerimiz
mâlumdur. Yemek, içmek, yatmak, uyumak, ibâdet ve tâat etmek, haramlardan
sakınmak, vesâiredir. Bâtının işi ise, Allahü teâlâ ile huzur bulmaktır. Ahlâk-ı
ilâhiyye ile ahlâklanmaktır. İnsanın esas olgunluğu bâtınladır. Zâhirde her işi
yerli yerine yapsak fakat kalbimizde kötü ahlâktan kurtulamasak, gâfil ve câhil
kalarak, cenâb-ı Hakk'ın rızâsına kavuşabilir miyiz?"
Kendisi anlatır: "Bir gece
rüyâmda hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'ı gördüm. Bana; "Dünyâ sevgisinin kalpten
çıktığının alâmeti nedir, biliyor musun?" diye sordu. Bilmediğimi söyleyince;
"Dünyâ sevgisinin kalpten çıktığının alâmeti; bulunca vermek, olmayınca kalben
rahat olmaktır." buyurdu.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri insanlara nasihattan, İslâmiyetin emir ve
yasaklarını anlattıktan sonra kalan zamanlarında Allahü teâlâya ibâdet eder,
O'nun
ismini zikrederdi. Hizbü'l-Bahr adlı kitabındaki tesbihleri ve duâları
okur ve okuturdu. Hizbü'l-Bahr okumanın dertlerden, sıkıntılardan
kurtulmaya vesîle olduğunu bildirirdi. Okunmasını istediği Hizbü'l-Bahr
hakkında şöyle buyurdu:
Dârimî'nin
Müsned'inde Abdullah ibni Mes'ûd (radıyallahü anh) diyor ki: "Evde Bekara
sûresi başından Müflihûn'a kadar beş âyet okunduğu gece, şeytan o eve girmez."
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Bir evde, şu
otuz üç âyet okunduğu gece, yırtıcı hayvan ve eşkıyâ, düşman, sabaha kadar
canına ve malına zarar yapamaz: Bekara sûresi başından beş âyet, Âyet-el-Kürsî
başından "Hâlidûn"a kadar üç âyet, Bekara sonunda "Lillâhi"den sûre sonuna kadar
üç âyet, A'râf sûresinde, "İnne Rabbeküm"den "Muhsinîn"e kadar, elli beşten
îtibâren üç âyet, İsrâ sûresi sonundaki "Kul"den iki âyet, Sâffât sûresi
başından "Lazib"e kadar on bir âyet, Rahmân sûresinde "Yâ ma'şerelcin"den "Feizâ"ya
kadar iki âyet, Haşr sûresi sonunda "lev enzelnâ"dan sûre sonuna kadar, Cin
sûresi başından "Şatatâ"ya kadar dört âyet."
Yedi defâ Fâtiha okuyup,
dert ve ağrı olan uzva üflenirse, şifâ hâsıl olur. Âyet-i kerîmenin ve duânın
tesir etmesi için, okuyanın ve okutanın Ehl-i sünnet îtikâdında olması, haram
işlemekten, kul hakkından sakınması, haram ve habis şey yiyip içmemesi ve
karşılık olarak ücret istememesi şarttır.
Bâzıları bu kitaba îtirâz edince; "Yemin ederim ki, bu kitabı harf be harf,
harfi harfine Resûlullah'ın mübârek ağzından, rüyâda işitip yazdım." buyurdu.
Ebû Abdullah anlattı:
"Ben, Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretlerini çok sever ve her sıkıntımda Allahü
teâlâya onu vesîle ederek duâ ederdim. Cenâb-ı Hak da bütün istek ve
ihtiyaçlarımı onun hürmetine ihsân eder, verirdi. Bir gün Resûlullah efendimize
rüyâda, "Yâ Resûlallah! Siz Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'den râzı mısınız? Ben, her ne
ihtiyâcım olursa, onu vesîle ederek Allahü teâlâdan isterim ve bütün
ihtiyaçlarım yerine gelir." dedim. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; "Ebü'l-Hasan
benim evlâdımdır. Bütün evlâdlarda, babalarının bir cüz'ü bulunur. Her kim ki
benim bir cüz'üme temessük ederse, onu vesîle ederse, benim bütünüm ile temessük
etmiş olur. Sen, Ebü'l-Hasan'ı vesîle ederek Allahü teâlâdan bir şey istediğin
zaman, beni vesîle ederek Allahü teâlâdan istemiş olursun." buyurdu.
Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî şöyle anlattı: "Cenâb-ı Hakk'a yemîn ederim ki, her ne zaman
bir felâketle karşılaştım ve müşkilâta uğradımsa, hocam Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'yi
imdâda çağırıp, kurtuldum. Ey kardeşim! Sen de bir sıkıntıya düşersen, hemen
onun ismini an ve kurtul. Allahü teâlâ bilir ki, sana doğru bir nasihat
veriyorum."
Yine Ebü'l-Abbâs anlattı:
"Bir gün hocam Ebü'l-Hasan hazretlerinin arkasında namaz kılıyordum. Beni
hayretlere düşüren hallere şâhid olup, şunları gördüm. Hocamın vücûdundan o
kadar çok ve parlak nûrlar çıkıyordu ki, onlara bakamıyordum."
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî rahmetullahi aleyh şöyle anlattı: "Ayzâd Sahrâsında
yolculuk yapıyordum. Hızır aleyhisselâm ile karşılaştım. Bana; "Ey Ebü'l-Hasan!
Allahü teâlâ sana lütufta bulundu. Hazerde de seferde de senin arkadaşın var.
Ben hep senin yanında bulunuyorum." dedi.
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri hemen her sene hac ibâdetini yerine getirmek
üzere Mekke-i mükerremeye giderdi. Aynı zamanda Medîne-i münevvereye giderek
sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyâret ederdi. Bir sene talebelerinden
Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî onunla bulunduğu sıradaki bir hâdiseyi şöyle anlattı:
Hocam Ebü'l-Hasan ile
birlikte Medînetürresûl'de yâni Medîne-i münevverede bulunuyorduk. Bu arada ben,
hazret-i Hamza'nın kabrini ziyâret etmek istedim. Medîne-i münevvereden
ayrıldım. Benimle berâber birisi de oraya gidiyordu. Hazret-i Hamza'nın kabrine
vardık. Kapısı kapalı idi. Fakat Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem
bereketiyle kapı açıldı. İçeri girdik. İçeride velîlerden biri vardı. Benimle
beraber gelen şahsa; "Allahü teâlâdan ne dileğin varsa iste, çünkü şu anda
yapılan duâ kabûl olur." dedim. Ancak bu şahıs, duâsında Allahü teâlâdan bin
dirhem istedi. Medîne'ye dönünce biri kendisine bin dirhem verdi. Bu şahıs,
Ebü'l-Hasan'ın huzûruna girince, hazret-i Hamza'nın kabrine berâber gittiğimiz
zâta; "Ey Batlâ! İcâbet vaktine, duânın kabûl olacağı vakte rastladın. Fakat
Allahü teâlâdan bin dinâr istedin. Keşke, Allahü teâlâdan Ebü'l-Abbâs'ın
istediği gibi isteseydin. O, Allahü teâlâdan; kendisini dünyâ düşüncesinden
muhâfaza buyurmasını ve âhiret azâbından kurtarmasını diledi ve bu dilekleri
kabûl oldu." buyurdu.
Arabistan'daki Hicaz halkı gibi buğday tenli ve uzunca boylu olan Ebü'l-Hasan-ı
Şâzilî hazretleri, konuşmalarındaki fesâhat ve tatlılık, açıklık ve vecizlik
bakımından, Hicazlı olmamasına rağmen, Hicazlı zannedilirdi. Tasavvufta Sırrî-yi
Sekatî ve Seyyid Ahmed Rıfâî'nin rahmetullahi aleyhimâ yollarından feyz aldı.
İbn-i Meşîş-i Hasenî'nin hizmetinde ve sohbetinde bulunarak velîlik derecesine
kavuştu. Tefsîr, hadîs, fıkıh, usûl, nahiv, sarf, lügat ve zamânın fen
ilimlerinde de son derece yüksek olan Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri; "Her
istediğim zaman, Resûlullah efendimizi, baş gözümle görmezsem, kendimi O'nun
ümmeti saymam." buyurarak tasavvuftaki derecesini ifâde etmiştir.
İnsanlara bir sohbeti sırasında; "Allahü teâlâ sözlerinde doğru ve işlerinde
ihlâslı olana dünyâda yağmur gibi rızık verir. Onu kötülüklerden korur. Âhirette
de günahlarını affedip, bağışlar. Ona yakın olur. Cennet'ine koyar ve yüksek
derecelere kavuşturur. Kendi kusurlarını ıslâh etmek istersen, insanların
kusûrlarını araştırma. Çünkü hüsn-i zân, îmân şûbelerinden olduğu gibi,
insanların ayıplarını araştırmak da münâfıklıktandır. Kıyâmet günü, yol gösteren
nûr içinde haşrolunup karanlıktan korunmak istersen Allahü teâlânın hiç bir
mahlûkuna zulmetme." buyuran Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, sonuncu defâ hac
yolculuğuna çıktı. Bu seyâhatinde talebesine, yanına bir kazma, bir ibrik ve bir
de kâfur almasını emretti. Bunları niçin aldırdığını soran talebesine; "Hamisre'ye
varınca anlarsın." buyurdu. Talebesi bilâhare şöyle anlattı: Sahrâ-i Ayzâb'da
Hamisre'ye vardık. Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, gusl ederek iki rekat namaz
kıldı. Sonra seccâdede rûhunu teslim etti. Yanlarına aldıkları kazma ile mezar
kazılıp, ibrikle su taşınıp yıkandıktan sonra, kâfur konup hemen oraya
defnedildi. Vefât ettiği yerin suyu tuzlu olduğundan bir şey yetişmezdi. Oraya
definlerinden sonra, vücûdlarının bereketiyle o yerin suyu tatlılaştı ve münbit
bir yer hâline geldi."
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretlerinin şu eserleri vardır:
1) Hizbü'l-Bahr: Kıymetli bir duâ kitabıdır. 2) El-İhtisâs min-el-Kavâidi'l-Kur'âniyye
vel-Havâs, 3) Risâletü'l-Emîn li-Yencezibe li-Rabbi'l-Âlemîn, 4) El-Cevâhirü'l-Masûne,
5) El-Leâli'l-Meknûne, 6) Kıyâfetü't-Tâlibi'r-Rabbânî li-Risâleti Ebû Zeyd el-Kayravânî,
7) El-Mukaddimetü'l-İzziyye lil-Cemâati'l-Ezheriyye.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
ALTIN OLAN TAŞ
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî, memleketinden İskenderiyye'ye geldiğinde, o zamânın
sultânı bir mektup yazarak kendisini dâvet etti. Sultan, dâveti kabûl edip gelen
Ebü'l-Hasan'a çok izzet ve ikrâm gösterip hürmette bulundu. Sonra
İskenderiyye'ye, büyük bir saygıyla uğurladı. Sultâna, bir müddet sonra Ebü'l-Hasan-ı
Şâzilî aleyhinde iftirâlarda bulundular. Öyle ki, sultan çok kızıp, muhâfızına,
onu öldürme emrini verdi. Muhâfız, İskenderiyye'ye, Ebü'l-Hasan'ın huzûruna
gelip sultânın emrini bildirdi ve; "Efendim, benim size çok hürmetim ve
muhabbetim vardır. Sizin, Allahü teâlânın sevgili kullarından olduğunuza
inanıyorum. Öyle bir şey yapınız ve söyleyiniz ki, sultan bu kararından
vazgeçsin." dedi. Bu sözleri dinleyen Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî dışarı çıktı. Muhâfız
da onu tâkib etti. Muhâfıza dedi ki: "Şu taşa bakınız!" Muhâfız, biraz önce taş
olarak gördüğü cismin, şimdi altın olduğunu görerek hayret etti. Taş, Allahü
teâlânın izniyle Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin teveccühleri ile altın olmuştu.
Muhâfıza; "Bu taşı alıp sultana götürünüz. Beyt-ül-mâl hazînesine koysun."
buyurdu. Muhâfız altını alıp sultânın huzûruna gitti ve iftirâ durumunu anlattı.
Bu hâdise üzerine sultan, İskenderiyye'ye kadar gelip Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'yi
ziyâret etti. Özür diledi ve ona pekçok mal ve erzak gönderip, ihsânlarda
bulundu. Fakat Şâzilî hazretleri hiçbir şey kabûl etmeyip; "Biz Rabbimizden
başka hiç kimseden bir şey istemeyiz." buyurdu.
SOHBETİN
EHEMMİYETİ
Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretlerinin talebelerinden birisi, tasavvuf yolundaki
dereceleri geçerken kendini hocası gibi görmeye başladı. Neye baksa Şeyhini
görüyordu. Bu sebeple Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî'nin sohbetlerine gelmemeye başladı.
Bir gün İmâm-ı Şâzilî hazretleri yolda giderken talebesiyle karşılaştı ve;
"Canım sen nerede kaldın. Sohbetlere gelmiyorsun!" buyurdu. Talebe; "Efendim,
sizinle sözden müstağnî oldum. Yâni her an sizi karşımda görüyorum ve kendimi
sizin sûretinizde görüyorum. Sohbetinize gelmeye ihtiyaç duymuyorum." dedi. Bu
cevap üzerine Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri buyurdu ki: "Çok garib. Eğer iş
senin söylediğin gibi olsaydı, hazret-i Ebû Bekr'in Resûlullah efendimizin
sohbetlerine gitmemeleri gerekirdi. Eğer sohbetten müstağnî olsaydı, hazret-i
Ebû Bekr efendimiz müstağnî olurdu."
KAYNAKLAR
1) Menâkıb-ı Ebi'l-Hasan
Şâzilî lil-Fâsî
2) Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî
(Ali Sâlim Ammar)
3)
Tabakâtü'l-Evliyâ; s.458
4)
Tabakâtü'l-Kübrâ; c.2, s.4
5)
Mu'cemü'l-Müellifîn; c.7, s.137
6) Şezerâtü'z-Zeheb; c.5,
s.278
7)
Kevâkibü'd-Düriyye
8)
Esmâü'l-Müellifîn; c.1, s.79
9)
Hüsnü'l-Muhâdara; c.1, s.298
10)
Câmiu Kerâmâti'l-Evliyâ; c.2, s.175
11) Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî
(Dr. Abdulhalîm Mahmûd)
12)
Ravdü'r-Reyyâhîn; s.177, 272
13) Tam İlmihâl Seâdet-i
Ebediyye (49. Baskı) ; s.1071
14) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.8, s.226, c.11, s.76, 177, c.17, s.175, 195
15)
Letâifü'l-Minen
16) The Müslim World Sene
12, Sayı; 179, 257
17)
Sohbetnâme; c.1, s.88, 123
|
|