EBÛ SAÎD-İ FÂRÛKÎ
Hindistan'da yetişen meşhûr velîlerden. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
torunlarındandır. Babasının ismi Sâfî'dir. 1782 (H.1196) senesinde Râmpûr'da
doğdu. Ebû Saîd Fârûkî, daha çocuk iken, sâlih ve kıymetli bir zât olacağının
alâmetleri yüzünden okunuyordu. Çocukluğunda, çocukların düşkün oldukları oyun
ve eğlenceler ile hiç meşgûl olmadı. On yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi.
Kur'ân-ı kerîmi tertîl üzere o kadar güzel okurdu ki, dinleyenler kendilerinden
geçerdi. Tecvîd ilmini, kırâat âlimlerinden olan Kârî Nesîn'den öğrendi. Kur'ân-ı
kerîmi ezberledikten sonra, aklî ve naklî ilimleri öğrenmeye başladı. Önemli
ders kitaplarını Müftî Şerefüddîn'den okudu. Şâh Veliyyullah
Dehlevî'nin oğlu Mevlânâ Refîüddîn'den hadîs ilminde ders aldı. Kâdı Beydâvî
Tefsîri'ni, Sahîh-i Müslim şerhini de ondan okudu. Sahîh-i Buhârî'yi
ise yine Mevlânâ Refîuddîn'den, hocası Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinden ve
kendi dayısı Sirâc Ahmed'den okuyup rivâyet ve nakletme icâzeti aldı.
Ebû Saîd Fârûkî
hazretleri, aklî ve naklî ilimleri öğrendikten sonra, tasavvuf ilmini öğrenip bu
yolda yetişti. Tasavvufta, önce babasından feyz aldı. Babası onu tasavvufda bir
müddet yetiştirdikten sonra; "Ey oğlum! Senin himmet kuşun çok yükseklere
uçmaktadır." dedi. Bundan sonra Kâdirî yolunun o zamanki meşhûr şeyhi Şâh
Dergâhî'nin hizmetine gidip, on iki sene, derslerine ve sohbetlerine devâm etti.
Nefsini ve kalbini ıslâh için çok gayret göstererek nefsin isteklerini yapmayıp,
nefsin istemediklerini yaptı. Dünyâdan yüz çevirdi. Çok oruç tuttu. Yetişmek
için ne lâzımsa yaptı. Nihâyet hocası Şah Dergâhî ona Kâdirî yolundan icâzet ve
hilâfet verdi.
Ebû
Saîd Fârûkî, bundan sonraki hâlini şöyle anlatmıştır: "İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
Mektûbât'ını okurken anladım ki, tasavvufta bu derecelere ulaşmama
rağmen, henüz kemâlât-ı nisbet-i Ahmedî'ye kavuşamamışım. Bu sebeple Dehli'ye
gidip oradan, Pâni-püt şehrinde bulunan Senâullah-ı Pâni-pütî'ye bir mektup
gönderip, bu nisbete kavuşma arzumu bildirdim. Buna cevâben gönderdiği mektupta,
Şâh Gulâm Ali'nin yâni Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetine gitmemi
yazmıştı."
1810 (H.1225) senesinde
Muharrem ayının yedinci günü Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetine kavuştu.
Fevkalâde izzet ve ikrâm gördü. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, ondan talebe
yetiştirmesini isteyince; "Efendim ben buraya istifâde etmek için geldim."
cevâbını verdi. Bunun üzerine daha ziyâde iltifât ve teveccühe kavuşup,
Abdullah-ı Dehlevî'nin meşhûr talebelerinden oldu. Birkaç ay sohbetlerinde
bulunduktan sonra, Müceddidiyye, Çeştiyye, Kâdiriyye yollarından icâzet verip
mezun eyledi. Talebelerinin çoğunu ona havâle etti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ve
Seyyid İsmâil Medenî gibi âlim zâtlar, ondan istifâde ettiler. Hocası Abdullah-ı
Dehlevî hazretleri talebelerine hitâben; "Talebenin irâdesi (kendi arzu ve
isteği), Ebû Saîd'in irâdesi gibi olmalı. Zîrâ hocalığı bırakıp talebeliği
tercih etti." buyurdu.
Ebû Saîd-i Fârûkî
hazretleri, tam on beş sene Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetine devâm
etti. Onun vefâtından sonra, yerine geçerek talebe yetiştirmeye başladı. Hak
âşıklarının, susamışların kalblerini Allahü teâlânın mârifeti
ile doldurdu. Bütün ecdâdı gibi İslâm dînini yaymağa çalıştı. Bâzı talebelerinin
ricâsı üzerine yazdığı, Hidâyet-üt-Tâlibîn kitabı Fârisî olup, pek
kıymetlidir. Ebû Saîd-i Fârûkî hazretleri, daha önce yaşamış insanların din ve
dünyâ seâdetleri için her şeylerini fedâ etmiş olan büyüklerin yaşayış ve ahlâkı
ile ahlâklanmıştı.
Ebû Saîd Fârûkî
hazretlerinin talebelerinden birinin karşısına bir gün bir arslan çıktı, hemen
hocasını hatırlayıp imdâdına yetişmesini istedi. Ebû Saîd Fârûkî hazretleri
birdenbire gözüküp elinde tuttuğu bir sopa ile arslana vurup oradan
uzaklaştırdı.
Nevvâb Ahmed Yâr Hân'ın
hanımının hiç çocuğu olmazdı. Çocuğu olması için Ebû Saîd Fârûkî hazretlerinden
duâ istedi. Duâsı bereketiyle birçok çocuğu oldu.
Ebû Saîd Fârûkî
hazretleri, bir kimseye evinin yanacağını işâret etmişti. Gerçekten evi
yandı.
Ebû Saîd Fârûkî hazretleri
bir defâsında Râmpûr'dan Sünbül'e gidiyordu. Yolu gece vakti sâhile ulaştı.
Karşıya geçmek için gemi kalmamıştı. Kendisini oraya kadar bir arabacı
götürmüştü. Kirâladığı arabanın sâhibi gayr-i müslim idi. Sâhile gelip
durduklarında arabacıya; "Arabayı suya sür!" buyurdu. O da heybeti karşısında
korkup arabayı suya sürdü. Ebû Saîd Fârûkî hazretlerinin kerâmetiyle araba suya
batmadı. Normal bir yolda gibi sürüp karşıya geçtiler. Gayr-i müslim arabacı
onun bu kerâmeti karşısında hayret edip, müslüman oldu.
Meyân Ahmed Asgar anlatır:
"Bâzan uyuyup kalır, teheccüd namazı kılamazdım. Bu hâlimi Ebû Saîd Fârûkî
hazretlerine arz ettim. Buyurdu ki: "Bizim hizmetçiye söyleyin, teheccüd
zamânında bize hatırlatsın, sizi kaldıralım. Bu kadarı bize, diğeri size âid
olsun." Bundan sonra teheccüd saati gelince, sanki birisi gelip beni kaldırırdı.
Böylece bir daha teheccüd namazımı kaçırmadım."
1833 (H. 1249) senesinde
hacca gitti. Oğlu Şâh Ahmed Saîd'i kendi yerine bıraktı. Her uğradığı şehir
halkı, gelişini şeref, nîmet ve bereket bilip, huzur ve sohbetine koştu.
Ramazân-ı şerîfte Bander Münebbî'de idiler. Burada terâvih namazında bir hatim
okudu. Şevval'in başında gemiye binip Zilhicce'nin başında Cidde'ye ulaştılar.
Mevlânâ Muhammed Cân (r.aleyh) o zaman sanki Harem'in en büyük âlimi idi.
Karşılamaya geldi. Zilhicce'nin ikisi veyâ üçünde Mekke'ye gitti.
Haremeyn halkı, kâdıları, müftîleri, ümerâ ve ulemâsı ile birlikte son derece
tâzim ve hürmetle huzûruna geldiler. Şeyh Abdullah Sirâc, Şâfiî müftîsi Şeyh
Ömer, Müftî Seyyid Abdullah Mirgânî Hanefî, amcası Şeyh Yâsîn Hanefî, Şeyh
Muhammed Âbid Sindî ve diğer meşhûr zâtlar onunla görüşmeye geldiler.
Haremeyn-i şerîfeyni ziyâretten sonra, vatanına dönmek üzere yola çıktı. Yolda
hastalığı gitgide şiddetlendi. Ramazân-ı şerîfin ilk günü oruç tutup, zarar
vermezse hepsini tutarım buyurdu. Ramazanın yirmi ikisinde Tunk beldesine geldi.
Nevvab Vezîrüddevle çok hürmet ve ikram gösterdi. Bayram günü sekarât ve ölüm
hâli görüldü. Öğle namazından sonra, hâfızın Yâsîn-i şerîf okumasını emretti. Üç
defâ dinledi. Sonra "Yeter." buyurdu. Az kaldı dedi ve; "Bugün Nevvâb eve
gelmesin. Ümerânın gelmesinden zulmet hâsıl oluyor" buyurdu. 1834 (H.1250)
senesinde elli üç yaşında iken Ramazan bayramı günü öğle ile ikindi arası vefât
eyledi. Günlerden Cumartesi idi. Nevvâb ve şehir halkı gelip toplandılar.
Mevlevî Habîbullah Sâhib
ve kâfilede olan diğerleri gasl işi ile meşgûl oldular. Şehrin kâdısı Mevlevî
Halîlurrahmân imâm oldu. Cenâze namazını kıldırdı. Cenâzesini Dehli'ye
naklettiler. Hocası Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin batı tarafına defnedildi.
Vefâtında, "Mâte kutb-ul-vera'" (İnsanların kutbu, Allahü teâlânın emri ile
vefât etti) mânâsında bir cümle, ebced hesabına göre vefât târihi olarak
düşürüldü.
Ebû Saîd hazretlerinin üç
oğlu vardı. Birincisi Ahmed Saîd'dir. İkincisi Abdülganî Müceddidî, üçüncüsü de
Abdülmugnî'dir.
Şâh Ebû Saîd Fârûkî
hazretleri buyurdu ki: "Allahü teâlânın sonsuz ihsânı, kullarından birine
eriştiği zaman, o kulunu kendi dostlarından birinin hizmetine ulaştırır. O da
nefsinin isteklerine uymamağı ve ona ağır gelen şeyleri yapmayı, yâni İslâmiyete
uymağı emir buyurur. Böylece onun bâtınını yâni kalbini ve nefsini temizler. Bu
zamanda talebenin hizmetleri kusurlu ve dağınık olduğu için, bu yolun büyükleri
önce talebeye zikretmeyi, yâni Allahü teâlâyı kalbi ile anmayı emrederler. Amel
ve ibâdetlerde ve her işte orta yolda olmayı emredip nice kırk günlük çilelere
bedel olan teveccühlerini dâimâ talebeleri üzerinde bulundururlar. Talebelerine,
Ehl-i sünnet îtikâdına göre inanmayı, sünnet-i seniyyeye uymayı, bütün
bid'atlerden sakınmayı emrederler. Mümkün oldukça azîmetle amel edip ruhsatlara
kapılmamalarını tenbih ederler."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
AĞIR HASTAYIM
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri vefâtı hastalığında, Luknov'da bulunan Ebû Saîd
Müceddidî'yi Dehli'ye çağırmak için birkaç mektup yazdı. Maksatları onu kendi
makam ve yerlerine oturtmak idi. Bu mektuplardan biri şöyledir:
"Sâhibzâde, nesebi ve hasebi yüksek, Şâh Ebû Saîd Sâhib hazretleri: Allahü teâlâ
size selâmet versin. Esselâmü aleyküm ve rahmetullah! Bugünlerde kaşıntım,
zaîfliğim ve nefes darlığım arttı. Oturmak ve kalkmak çok güçleşti. Ayrıca bel
ağrıları da bunlara eklendi. Namazları ayakta kılamıyorum. Şu anda ağır
hastayım. Oturmaya bile tâkatim yoktur. Sizin gelmeniz çok uygun olur. Mevlevî
Beşâretullah Sâhib, evindekiler hasta olduğu için, evine gitti. Gelip
gelmeyeceği belli olmaz. Bundan önce, yine sizi buraya çağıran birkaç mektup
yazıp göndermiştim. Buraya gelmeyi düşünmediğinize hayret ettim. Fakîrin
görünüşe göre düzelmesi, sıhhat bulması imkânsız gibidir. Çok yazık ki, siz bu
kadar gecikebiliyorsunuz.
Mısra':
"Bu işte güzeller naza
çekerler."
Görüyorum ki, bu yüksek hânedânın makâmına oturmak bizden sonra size verildi.
Önceki hastalığım esnâsında sizin, bizim makâmımızda oturduğunuzu ve kayyumluğun
size verildiğini gördüm. Bu garib teveccühlere kâbiliyetli sizden başka biri
yoktur. Bu mektubumu alır almaz bu tarafa hareket ediniz ve olgun oğlumuz Ahmed
Sâîd'i, orada kendi yerinize bırakınız."
Ebû Saîd Fârûkî
hazretleri, hocasının bu emri üzerine kendi yerine oğlu Ahmed Saîd Fârûkî'yi
bırakıp Delhi'ye gitti. Hocası Abdullah-ı Dehlevî'nin vefâtından sonra yerine
geçip irşâd, insanlara hak ve hakikatları bildirme makâmına oturdu. Dokuz yıl
kadar tâliblerin irşâd ve hidâyeti ile meşgûl oldu. Güzel yollarının îcâbı olan
acıları, şiddetleri, yoksulluk ve darlıkları hep çekti.
KAYNAKLAR
1) Tam İlmihâl Seâdet-i
Ebediyye (49. baskı), s.1072
2) Makâmât-ı Mazhariyye;
s.167
3) Makâmât-ı Ahyâr; s.64
4)
Hadîkat-ül-Evliyâ; s.134
5)
Rehber Ansiklopedisi; c.4, s.314
6) İslâm Âlimleri
Ansiklopedisi; c.18, s.8
|