CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

EBÛ BEKR BİN SÂLİM AYDERÛS

Yemenli meşhûr velîlerden. İsmi Ebû Bekr bin Sâlim bin Abdullah bin Abdurrahmân bin Abdullah bin Abdurrahmân es-Sekkâf'dır. 1513 (H.919) senesinde Terîm'de doğdu. 1584 (H.992)'de Hadramût köylerinden Aynat'da vefât etti.

Tasavvufta üstün haller sâhibi idi. Zamânında herkes tarafından sevilen ve sohbetine gidilen bir velî idi. Küçük yaşta ilim tahsîline başladı. İlim öğrenme husûsunda büyük bir gayret ve azim gösterdi. Ulûmu âliyye denilen yüksek din bilgilerini öğrendi. Zamânının meşhur âlimlerinden Şeyh-i Kebîr Ömer bin Şeybâd'dan, Şeyh-ül-Fakîh Abdullah bin Muhammed bin Sehl bin Kuşeyr'den, fıkıh âlimlerinden Ömer bin Abdullah bin Mahreme'den, Ahmed bin Alevî bin Hucdeb'den ilim öğrendi. Okuduğu her hocadan aldığı dersleri başarı ile tamamladı. Bu zâtlardan sonra da zamânında benzeri az bulunan fazîlet sâhibi İbn-i Cemâl'den ders alıp ilimde iyice yetişti. Artık ilim denizinde usta bir yüzücü olmuştu.

Tahsil devresinden sonra Aynat köyüne dönüp, bir ev yaptırarak kendi köşesine çekildi. İlim ve ibâdetle meşgul oldu. Geceleri az uyur, çok ibâdet ederdi. Nefsini ıslah için çok gayret gösterdi. Nihâyet Allahü teâlânın ihsanları peşpeşe gelmeye başladı. Pek az kimseye nasîb olan üstün hallere ve kemal derecelerine kavuştu. Kerâmetleri ve keşifleri görüldü. İnsanlar arasında güneş gibi parlayan bir evliyâ oldu. Bu hâlini görenler ziyâretine ve sohbetine koştular. Uzaktan yakından gelenlerle etrâfı dolup taştı. Sohbetleriyle insanlara rehberlik etti. Meşhur hocası Seyyid Ahmed bin Alevî bin Hacder duyunca, memnun olup, onu çok methetti. Sonra bu hocasının huzûruna gitti. Hocası; "Sende bu yüksek haller hangi sebeple hâsıl oldu?" diye sorunca, hâlini kısaca bildirip hepsinin Allahü teâlânın ihsânı olduğunu ifâde etti. Hocası ona Aynat köyüne dönüp orada insanlara rehberlik yapmasını söyleyince, Aynat köyüne döndü. İnsanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. İslâmiyete uymalarını sağlayıp, saâdete ermelerine sebeb oldu. Ayrıca talebelere ders verdi. Bulunduğu yerde sohbetinden ve ilminden  istifâde edilen ve herkesin mürâcaat ettiği bir kimse oldu. Pek çok talebe yetiştirdi. Seyyid Ahmed Habeşî, Seyyid Abdurrahmân bin Muhammed Câferî, Seyyid Muhammed Alevî, Seyyid Abdurrahmân el-Beyd, Seyyid Yûsuf Kâdî, Seyyid Hasan bin Şuayb, Şeyh Ahmed bin Sehl, Muhammed bin Sirâceddîn bunlardan bâzılarıdır.

Son derece merhâmetli ve cömert idi. Mallarını muhtaç, fakir, zayıf ve kimsesizlere yardım için ortaya koymuştu. Üstün ahlâk ve hoş muâmelesi ile herkes tarafından sevilirdi. O kadar mütevâzi idi ki, kendisini tanımayanlar kendi halinde halktan biri zannederlerdi. Kerâmetlerini son derece gizlerdi. Muhammed bin Sirâceddîn tarafından menkıbeleri Bulûg-uz-Zafer vel-Megânim fî Menâkıb-ı Şeyh Ebû Bekr bin Sâlim adlı kitapta toplanmıştır.

Hadramût bölgesinde yetişen âlimlerin büyüklerinden olup, çok kerâmetleri görüldü. Talebelerinin hepsinin hatırından geçenleri bilirdi.

Talebelerinden biri Terîm denilen yerde idi. Orada oturmak için bir ev yapmak istiyordu. Hocası Ebû Bekr Ayderûs ile istişâre edip danışmayı düşündü. Sonra hocasının gönderdiği bir haberci, ona evi yapması haberini getirdi. Habercinin Aynat denilen yerden çıkışı, onun istişâre etmeyi düşündüğü vakte tesâdüf ediyordu.

Sevdiklerinden bâzıları, gece kalkıp ibâdet edebilmek için kahve içiyorlardı. Birisinin kahvesi tükendi. Parası olmadığı için satın da alamadı. Hocası ona ağaç kabuğu gönderdi ve ona; "Bundan pişir ve bir yerine bir şey olursa bundan üzerine koy." diye haber gönderdi. O da böyle yaptı. Bu kabuk kahve lezzetinde olduğu gibi dertlere de şifâ idi. Senelerce buna devâm etti.

Talebelerinden birisi, tüccarlarla birlikte Hindistan'dan dönüyordu. Maksadları, Nedr-ül-Mehâ denilen yere gitmekti. Rüzgâr muhâlefeti sebebiyle gemileri batma tehlikesi geçirdi, çok yoruldular. Sonra Hindistan'a dönmeye karar verdiler. Talebe, rüyâsında hocası Ebû Bekr bin Sâlim Ayderûs'u gördü. O şöyle dedi: "Gemidekilere adakta bulunmalarını ve sevinmelerini söyleyin." Uyandı ve gördüklerini haber verdi. Her biri gücü yettiği kadar adakta bulundu. Sonra güzel bir rüzgâr çıktı. Onları Nedr-ül-Mehâ denilen yere ulaştırdı. Talebe, Aynat'a geldiğinde, daha hiçbir şey söylemeden, hocası başlarına neler geldiğini haber verdi ve; "İşte bu senin adağındır. Denizde şöyle olmuştur. Filanca şunu adamıştır." diye uzun uzun anlattı.

Ebû Bekr bin Sâlim Ayderûs, bir zaman, hapiste olan Ömer bin Bedr Kuseyrî'ye haber gönderip, hapisten kurtulacağını ve vâli olacağını müjdeledi. Çok geçmeden o hapisten çıktı ve Hadramût'a vâli oldu.

Ebû Bekr bin Sâlim hazretlerinin şu eserleri vardır: Feth-ül-Mevâhib ve Bugyet-üt-Tâlib, Mi'râc-ül-Ervah ilâ Menhec-ül-Vedâh, Miftâh-us-Serâir ve Kenz-üz-Zehâir, Mi'râc-üt-Tevhîd.

 

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

KAYBOLAN DEVE

Bir köylü, devesini kaybetti, aradı bulamadı. Ebû Bekr bin Sâlim'in talebelerinden bâzısı ona; "Hocamız senin devenin yerini bilir." dediler. Köylü geldi ve Ebû Bekr bin Sâlim'e talebelerinin kendisine söylediği şeyi haber verdi. O da talebelerini çağırdı ve durumu sordu. Talebelerden biri dedi ki: "Efendim, sizden, dünyâ bizim iki elimiz arasındaki çanak gibidir, dediğinizi işittim. Bu köylünün devesi de dünyânın içindedir." Ebû Bekr bin Sâlim, talebesini bir daha bu şekilde konuşmaktan menetti ve köylüye; "Deveni filanca vâdide ara, belki bulursun." buyurdu. Köylü devesini orada buldu.

 

KAYNAKLAR

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.265

2) Nûr-us-Safir; s.368

3) El-Meşre-ür-Revî; c.2, s.26

4) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.3, s.62

5) El-A'lâm; c.2, s.64

6) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.197, 426

7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.5