CŻLD       ALFABE       KONU       KABR-Ż ŽERŻFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

EBNÂSÎ (İbrāhim bin Mūsā)

Mısır'da yetişen velīlerden. Şāfiī mezhebi fıkıh ālimidir. İsmi, İbrāhim bin Mūsā bin Eyyūb el-Ebnāsī el-Maksī el-Kāhirī'dir. Künyesi, Ebū İshāk ve Ebū Muhammed olup, lakabı Burhāneddīn'dir. Daha ēok Ebnāsī diye tanınmıştır. İbn-i Hacer-i Askalānī'nin hocalarındandır.

1325 (H. 725) senesinde Mısır'da sāhil şeridinde bulunan Ebnās isimli küēük bir köyde doğdu. 1400 (H.802) senesi Muharrem ayında, hacdan dönerken yolda vefāt etti. Uyūn-ül-Kasb denilen yerde defnedildi.

Genē yaşında Kahire'ye gelen Ebnāsī, burada ilim tahsīline başladı. Önce Kur'ān-ı kerīmi ezberledi. Ayrıca diğer bāzı mühim eserleri de ezberleyince, ilim öğrenmeye ēok hevesli ve bu hususta ēok gayretli olduğu anlaşıldı. Mısır'daki Şāfiī mezhebi fıkıh ālimlerinin büyüklerinden olan Veliyyüddīn el-Menfelūtī ve Esnevī'den fıkıh okudu. Bunlardan başka; Vādiyāşī, Meydūmī, Muhammed bin İsmāil Eyyūbī, Ebū Nu'aym Si'ridī, Ahmed bin Kāsım Harrārī ve daha birēok ālimden ilim öğrendi. Hocalarının ēoğundan icāzet aldı. Tefsīr, hadīs, fıkıh, ve Arabī ilimlerde derin ālim oldu.

İlim tahsīlini tamamladıktan sonra ders vermeye başlayan Ebnāsī, Sultan Hasan Medresesi, Âsār-in-Nebeviyye Medresesi ve daha başka medreselerde ders verdi. Cāmi'ül-Maksī'de hatīblik yaptı. Aynı zamanda ders okuttu. Bir müddet Sa'īd-üs-Sü'adā Medresesinin meşīhat makāmında bulundu. Oranın idāreciliğini yaptı. Sonra buradan ayrılıp, Kāhire dışında bulunan bir hānekāha yerleşti. Orada talebe okutmakla meşgūl oldu.

Talebelerine ēok iyilik ve ikrāmlarda bulunurdu. Onları bir araya toplar, fıkıh okuturdu. Yemeği berāberce yerlerdi.

Talebelerinin ēoğu ilimde ēok ilerleyip, meşhūr ālimlerden oldular. İbn-i Hacer-i Askalānī, Veliyyüddīn Irakī, Cemāleddīn bin Zahīre ve İbn-ül-Cezerī bunlardandır. Kendisinden ilim öğrenen zātlar sayılamıyacak kadar ēoktu. Şemsüddīn el-Beşbisī, Zeynüddīn eş-Şenvānī, Burhāneddīn el-Kelimşāvī, Ebnāsī hazretlerinin en son talebelerindendir.

İbrāhim bin Mūsā el-Ebnāsī hazretleri, güzel ahlāk sāhibi idi. Herkesle iyi geēinirdi. Gösterişten, giyim-kuşama düşkün olmaktan uzak, gāyet sāde bir hayat yaşayan, ēok mütevāzī bir zāt idi. Çok ibādet ederdi. Külfetli iş yapmaktan uzak idi. Masraf ve süslenmede mübālağa yaparak öğünenler gibi hareket etmek onda yoktu. Yaşayışı gāyet rahat ve huzūr iēinde idi. Fakirleri sever, onlarla berāber bulunmaktan hoşlanırdı. Menkıbe ve kerāmetleri ēoktur. Birēok güzel hasletlerin kendisinde bulunduğu nādir şahsiyetlerden biri idi.

Bir ara Mısır diyārının kādılığına tāyin olunan Ebnāsī, mesūliyetinin ağırlığından korkarak kabūl etmek istemedi ve bir yere gizlendi. Gizlendiği sırada Kur'ān-ż kerīmi aētż. Aēżnca, ilk olarak; "Ey Rabbim! Zindan bana, bunlarżn beni yapmaya ēašżrdżklarż ižten daha hayżrlżdżr." (Yūsuf sūresi: 33) meālindeki āyet-i kerīmeyi okudu. Bundan, kādżlżšż istememesinin isābetli oldušunu anladż. Kur'ān-ż kerīmi kapayıp, doğruca Münyet-ül-Mi'rāc diye bilinen yere gitti. Orada günlerce saklandı. Kimseye görünmedi. Onu bulamayınca, kādılığa İbn-i Ebi'l-Bekā isminde birini tāyin ettiler. Ebnāsī, bundan sonra ortaya ēıktı ve beldesine döndü.

Birēok defā hacca gidip geldi. Bir sene, hacdan sonra memleketine dönmeyip, Mekke-i mükerremede mücāvir olarak kaldı. Orada hadīs-i şerīf, kırāat ve başka ilimler okuttu. Sonra memleketine dönerken 1400 (H. 802) senesi Muharrem ayının sekizine rastlayan Pazartesi günü, yolda, Kefāfe denilen konaklama yerinde vefāt etti. Yıkanıp, kefenlendikten ve cenāze namazı kılındıktan sonra, Uyūn-ül-Kasb denilen yere kadar taşındı ve orada defnedildi. Kabri orada bilinmekte ve tanınmaktadır. Hacılar, oradan geēerken kabrini ziyāret edip, rūhāniyetinden istifāde etmektedirler. Aynı yerde, hac emīri Bahādır Cemāleddīn en-Nāsırī'nin kabri de vardır ve her iki kabir aynı türbededir.

Ebnāsī, Allahü teālānın izniyle, kabirde bulunan mevtāların sözlerini işitirdi. Bir gün bir kabristana gitmişti. Orada yeni bir mezar görüp, bu yeni mezarın sāhibini sormak üzere, mezarın yanına vardı ve selām verdi. Selām verdiği şahıs, yāni kabirdeki kimse, iniltili bir şekilde;  "Ey efendim! Bu rāfizīnin kabri yanında niēin duruyorsunuz?" dedi. Ebnāsī hazretleri böylece, kabir sāhibinin dünyāda iken, Eshāb-ı kirāma düşman olanların yolunda olduğunu ve bu bozuk ītikādının cezāsını ēektiğini anladı.

Bir defāsında, bir mesele hakkında Ebnāsī hazretlerinden bir fetvā istenmişti. O da cevābını orada bulunan birine yazdırıp, suāli soran kimseye verdi. Sonra, fetvānın yazılışında bir yanlışlık olduğu, bu sebeble fetvānın yanlış anlaşılacağı ortaya ēıktı. Hemen fetvayı götüren kimsenin arkasından onu tanıyan birisini gönderip, fetvāyı geri getirmesini emretti. Giden kimse o kadar aradığı halde, fetvāyı götüreni bulmak mümkün olmadı. Ebnāsī hazretleri de bu hāle ēok üzüldü.

Aradan ēok az bir zaman geēmişti ki, fetvāyı götüren kimse gelerek, fetvānın yazılı olduğu kāğıdı denize düşürdüğünü söyleyerek, tekrar yazılmasını istirhām etti. Ebnāsī bu hāle ēok sevinip, Allahü teālāya hamdetti. Sonra, fetvāyı bizzāt kendisi yazarak o kimseye verdi. Bu hādiseye şāhid olanlar, fetvāyı taşıyan kimsenin fetvāyı denize düşürmesinin, Ebnāsī hazretlerinin bir kerāmeti olduğunu anladılar.

 

KAYNAKLAR

1) Mu'cem-ül-Müellifīn; c.1, s.117

2) Ed-Dav-ül-Lāmi'; c.1, s.172

3) Şezerāt-üz-Zeheb; c.7, s.13

4) Hüsn-ül-Muhādara; c.1, s.437

5) El-A'lām; c.1, s.75

6) Esmā-ül-Müellifīn; c.1, s.19

7) İslām Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.340