CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

DEMİRTAŞ MUHAMMEDÎ

Mısır'da yetişen büyük velîlerden. Demirtaş Muhammedî diye tanınır. Tasavvufta, Halvetiyye yolunun ileri gelenlerindendir. Evliyânın büyüklerinden olan Ömer Rûşenî hazretlerinin talebelerinden ve İmâm-ı Şa'rânî hazretlerinin de hocalarındandır. Doğum târihi, doğum yeri ve hâl tercümesi hakkında Kaynaklarda fazla bilgi bulunamayan Demirtaş Muhammedî Mısır'da Hüseyniyye beldesinde 1522 (H.929) senesinde vefât etti.Kendi zâviyesinin bulunduğu yerde defnedildi.

Demirtaş Muhammedî, önceleri Sultan Kayıtbay'ın yanında çalışıyordu. Onun adamlarından idi. Bir defâsında Sultan Kayıtbay, içinde dinârlar (paralar) bulunan bir keseyi Demirtaş'a verdi ve bu keseyi o zamânın evliyâsından olan Ahmed bin Akabe el-Hadramî hazretlerine götürüp vermesini söyledi. O da keseyi alıp o zâtın yanına geldi. O zât parayı kabûl etmek istemeyince, keseyi kabûl etmesi için üsteledi. Hattâ bıktırıncaya ve usandırıncaya kadar ısrâr etti. O da nihâyet keseyi eline aldı ve sıktı. Bunun üzerine, kesenin alt kısmından kan sızmaya başladı. Demirtaş Muhammedî'nin hayret dolu bakışları arasında, Ahmed bin Akabe el-Hadramî keseyi sıktıkca, altından kan sızıyordu. Sonra Demirtaş'a hitâben; "İşte sizin altınınız!" buyurdu. Demirtaş, bu dehşet verici hâl karşısında dona kaldı. O büyük velînin açık bir kerâmetini görünce, tuhaf oldu. Âdetâ aklı başından gitmişti. Getirdiği paranın uygun olmayan bir yoldan kazanılmış olabileceğini düşünerek tövbe etti. Artık dünyâ işleriyle uğraşmamaya karar verdi. Sonra Sultan Kayıtbay'ın yanına döndü ve sultandan, kendisini serbest bırakmasını isteyip, istifâ ettiğini bildirdi ve bu isteğinde çok ısrâr etti. Bunun üzerine Sultan, kendisini serbest bıraktı ve dilediği yere gidip, dilediği işle meşgûl olabileceğini bildirdi.

Sultanın yanından ayrıldıktan sonra, tekrar Ahmed bin Akabe el-Hadramî'nin yanına dönen Demirtaş Muhammedî, artık o zâtın talebesi oldu ve o vefât edinceye kadar sohbet ve hizmetinden ayrılmadı. Ahmed bin Akabe'nin vefâtından sonra, tekrar böyle bir zât bulmak ve ona teslim olup, feyz ve bereketlerinden istifâde edebilmek için seyâhate çıktı. Halvetiyye yolunun büyüklerinden olan Dede Ömer Rûşenî hazretlerinin yanına varıp, onun talebeleri arasına girdi. O büyük zâtın sohbet ve hizmetinde bulunmakla ve çok gayret etmekle, üstün derecelere, yüksek mertebelere ve kıymetli hâllere kavuştu. Dede Ömer Rûşenî'nin yanında, zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsîl edip, kemâlâta ve yüksek olgunluklara kavuştuktan sonra, talebelere ders okutmaya, insanlara, iki cihan saâdetine kavuşmaları için lâzım olan bilgileri anlatmaya başladı. Mısır'da bulunan Hüseyniyye beldesindeki zâviyesinde kalır, orada talebelerine ders verirdi.

Demirtaş Muhammedî, kendilerine Selef-i sâlihîn denilen ilk iki asırda yaşıyan müslümanların yoluna tam uyan, îtikâdı düzgün, yüksek bir zât idi. Zirâatle meşgûl olur, tarlalarını ekip biçerdi. Kazancının ihtiyâcından fazlasını fakir fukarâya verirdi. Hattâ zâviyesinin yakınında bulunan bir bostanın gelirini, tamâmen fakirlere dağıtırdı. Bir defâsında, bu bostanı beş senedir ektiğini, beş senedir bu bostanda yetişen şeylerin hiçbirinden yemediğini, çünkü fakirlere vermek niyetiyle ektiğini ve bu sebeple ektiklerini tamâmen ihtiyaç sâhiplerine verdiğini bildirmiştir.

Demirtaş Muhammedî hazretleri geceleri ya hiç uyumaz veya çok az uyurdu. Uyumadığı geceler, namaz kılmakla, Kur'ân-ı kerîm okumakla, zikir ve tesbih ile meşgûl olurdu. Çoğu geceler devâmlı Kur'ân-ı kerîm okur, tan yeri ağarmadan evvel hatim etmiş olurdu. Bir mikdâr uyuduğu gecelerde de, az bir uyku ile yetinir, hemen kalkıp abdest alarak, aynı şekilde ibâdet ve tâat ile meşgûl olurdu.

Vefâtına yakın, malını, servetini üç kısma ayırdı. Bir kısım gelirini, bahçe ve zâviyesinin bakımı için, bir kısmını çocuklarının ihtiyaçları için ve bir kısmını da zâviyesinde kalan talebeler için harcanması şeklinde vasiyette bulundu.

 

KAYNAKLAR

1) Tabakât-ül-Kübrâ; c.2, s.147

2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.9

3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.376