DÂRENDELİ MUHAMMED HİLMİ EFENDİ
Son devir
velîlerinden. Malatya'nın Dârende kazâsının Yenice nâhiyesinde doğdu. Doğum
târihi bilinmemektedir. 1916 (H.1334) yılında Maraş'ta vefât etti. Babasının
ismi Hacı Yûsuf Ağa, annesinin ismi Emine Hanımdır. İlk tahsîlini Dârende'de
tamamlayan Muhammed Hilmi Efendi, ihtisas için İstanbul'a gitti. Abdülazîz Han
zamânında Fâtih Medresesinde tahsil gördü. Bu esnâda bilhassa Müderris Sâdık
Efendinin husûsî himâyesine kavuştu. Bu arada İstanbul'da Gümüşhâneli Ziyâeddîn
Efendinin ders ve sohbetlerine devâm etti. Bu zâttan halîfelik icâzeti, yetkisi
alıp, Dârende'ye döndü. Tevâzuundan kendisini irşâd, insanları yetiştirme
makâmına lâyık görmeyen Muhammed Hilmi Efendi, Sivas'ta Nalçacızâde Hacı Ahmed
Efendiden feyz aldı. Bu zâttan da icâzet aldı. Hâcı Ahmed Efendi, Küçük Âşık
Efendi denilen Âşık Muhammed Mısrî'nin bu da Hâlid-i Bağdâdî'nin halîfesidir.
Bölgede büyük bir şöhreti olan Ahmed Efendi, zâten yetişmiş bulunan Muhammed
Hilmi'ye kısa süre sonra icâzet verdi.
O esnâda
Dârende halkı arasında büyük bir haksızlık ve zulüm görülüyor, kuvvetliler
zayıfları eziyor, kâtiller gittikçe çoğalıyordu. Bunu gören Muhammed Hilmi
Efendi, babası Hacı Yûsuf Ağaya; "Buradan asıl vatanımız olan Medîne tarafına
doğru hicret edelim." dedi. Babası; "Niçin?" diye sorduğunda; "Burada biz
şimdilik rahatız. Kimse bize dokunamıyor. Kimse bize zulüm etmez. Biz de kimseye
zulüm etmeyiz. Fakat bizden sonra gelen çocuklarımız belki zâlim olup, zulmeder.
O zaman biz mesul oluruz. Yâhud evlâdımız mazlum durumunda olur, zâlimden zulüm
görüp ve yine biz mesul oluruz." cevâbını verdi. Bunun üzerine mallarını
satılığa çıkardılar. Hiç kimse müşteri olmadı. Halk mallarını almazsak hicret
etmezler diye düşünüyordu. Bunun üzerine mallarını orada bırakıp hayvanlarla
yola çıktılar. Halk peşlerinden gelerek dönmeleri için çok ricâ ettilerse de
muvaffak olamadılar. 1858 senesinde Maraş'a vardılar.
Muhammed
Hilmi Efendi ve âilesi, Maraş'ta iki yıl kadar kaldı. Bu müddet içerisinde bugün
Duraklı Câmi adı ile anılan Seyyid Ali Bey Câmiini tâmir ettirdiler ve bu
câminin hücrelerinde kaldılar. Muhammed Hilmi Efendinin ilmî kıymetini takdir
eden Maraşlılar bu sırada kendisine her türlü yardımı gösterdiler.
Muhammed
Hilmi Efendi Duraklı Câmi yeniden ibâdete açılırken, şu şiirinin bulunduğu tâmir
kitâbesini de kapısına astırdı:
Hamdülillah avn-i Hakla buldu bu mescid tamâm
Ehl-i hayrât sarf-ı himmet eyledi oldu tamâm
Hak teâlâ rahmet etsin kim buna bir taş kodu
Cennet-i âlâda versin onlara âlî makâm
Hem dahi bulsun selâmet beş vakit namaz
Kıl namazı bul rızâyı gel niyâz et subh u şâm
Bâ-husus bu âcize kılsın terahhum lutfile
Çün delâlet ettiği için vüs'i mikdârı müdâm
Yazdı Hilmi şevk-ıla umrânını târih hitâm
Bârekallah-ül-kadîr tâ-ilâyevmi'l-kıyâm.
(Bu mescid
Allahü teâlânın yardımı ile ve hayır sâhiplerinin himmetlerini harcamaları
neticesinde tamamlandı. Buna bir taş koyana Hak teâlâ rahmet etsin ve Cennet'te
yüce makam versin, ayrıca her beş vakit namazda selâmet bulup kurtuluşa ersin.
Gel sen de namaz kıl akşam sabah niyaz edip yalvar ve rızâya kavuş. Ayrıca
hususiyle bu âcize; böyle bir hayra önderlik ettiği için lutf ile acısın. Hilmi
arzu ederek, bu yapının bitiş târihini yazdı. Allahü teâlâ Kıyâmet'e kadar bunu
ayakta tutsun.)
Bundan sonra
Antep'e giden Muhammed Hilmi Efendi, orada on yıl kadar kaldı. Bu zamanda pekçok
talebe yetiştirip halkın karşılaştığı güçlükleri çözdü ve herkese nasîhatta
bulundu. Muhammed Hilmi Efendi on yıl sonra tekrâr Maraş'a döndü. Ancak bu
sırada Antepliler ısrarla kendisini tekrar geri götürmeye çalıştılar. Maraşlılar
da aynı ısrar içinde bu büyük velîyi bir türlü bırakmak istemiyorlardı. Hilmi
Efendi hazretleri büyük bir sıkıntı içinde kaldı ve ne yapması gerektiğini
Sivas'ta bulunan hocası Nalçacızâde Hacı Ahmed Efendiye sordu. Ahmed Efendi: "Şu
anda nerede bulunuyorsan orada kal!" dedi. Muhammed Hilmi Efendi hocasının bu
sözü üzerine vâz ü nasîhat işlerine, bundan sonra, Maraş'ta devâm etti. Yeniden
Duraklı Câmiine yerleşti, hem namazları kıldırıp talebe yetiştirmeye, hem de
vâzlara ve sorusu olanların suâllerine cevap vermeye başladı.
Bir vâzında
insanlara şöyle nasîhat etti:
"Allahü
teâlâyı, farzları, haramları, namazla alâkalı meseleleri bilmeyen, gerçek
mümin olamaz. Demek ki mümin câhil olmaz. Bildiği ile amel etmeyen câhil demektir.
Bildiğiyle amel edene cenâb-ı Allah bilmediğini öğretir. Nitekim hadîs-i şerîfte
de; "Bildiğiyle amel eden kimseye Allahü teâlâ bilmediğini öğretir."
buyruldu. İlmi ile amel etmeyen ve ilmini dünyâ kazancına vâsıta kılan âlimden
kendi hâlinde bir câhil çok hayırlıdır. Akıllı olana bu kadar
söz yetişir".
Muhammed
Hilmi Efendi, malın faydalı mı zararlı mı olduğu yolunda soru soran bir kimseye:
"Mal yılana benzer. Hem zehiri hem de panzehiri vardır. Eğer insan fayda ve
zararını bilirse o yılanın şerrinden kurtulur. Malın faydası; şahsına,
çocuklarına, hanımına isrâf etmeden sarf etmek, geri kalanı da hac, cihâd, dîn-i
İslâmı yayma, câmi yaptırma ve fakirlere vermekle olur."
Muhammed
Hilmi Efendi 1900 senesinde Duraklı Câmiinin bugünkü son şekli ile yapılması
esnâsında inşâat çatısından aşağı düşerek yürüyemez hâle geldi. Bundan sonra
vefâtına kadar geçen on altı sene zarfında câmiye çıkamadı. Bu zamanlarda
oğullarının en âlimi ve en müttakîsi olan Mahmûd Nedim Efendiyi câmide namazları
kıldırma ve sohbet meclislerini idâre etmekle görevlendirdi. Ömrünün bu son
yıllarını Allahü teâlâyı zikir ve ibâdetle geçiren Muhammed Hilmi Efendi, 1916
(H.1334) yılında vefât etti. Kabr-i şerîfi, Maraş'ta Şeyh Âdil mezarlığındadır.
Muhammed Hilmi Efendi fıkıh
ilmine çok önem verirdi.
İhyâu'l-Ulûm, Hadîka, Berîka ve Mültekâ kitaplarını huzurlarında
okutturur, açıklamalar yapardı. Ayrıca ilâhî aşkı artırır diye tegannîsiz
olarak, Niyâzi-i Mısrî dîvânından okuttururdu. Hâllerini gizlemeye çok gayret
eder ve şöhretten kaçardı. "Şöhrette âfet var." derdi. Bununla berâber zaman zaman o devrin Maraş ulemâsı, beyleri, paşaları
çeşitli suâller sormak için huzûruna gelirler, çoğu kez henüz sorularını
sormadan cevâbını alarak geri dönerlerdi.
Çok cömert
olan Muhammed Hilmi Efendi, evine gelen hediyelerin tamâmını fakirlere
dağıtırdı. Bir gün yeğeni; "Amca gelenin hepsini dağıtıyorsun." dediğinde;
"Oğlum dağıtmazsan gelmez." demiştir.
Az
konuşurdu. Halleri ve hareketleri ile İslâmiyet'in hükümlerini gösterirdi. Bir
gün huzûrunda bir tânesi; "Falan kişi sigara içiyor, haram işliyor." diye
konuştu. Hilmi Efendi sigara içmek âdeti olmadığı hâlde bu sözü işitince
yanındaki birisine; "Evlâdım bana bir sigara sarıver." dedi. Sonra o sigarayı
yaktırıp içti. Böylece sigaranın harâm olmadığını fiilen herkese göstermiş oldu.
Ayrıca böyle yerli yersiz konuşanlara, herhangi bir mesele hakkında kafasından
hüküm verenlere; "İslâmiyet ilimsiz olmaz. Biz kırk sene şer'î ve tasavvufî
ilimlere çalıştık." derdi.
Duraklı
Câmiinin bitişiğinde Muhammed Hilmi Efendinin bir talebesinin evi vardı. Bir
defâsında o talebeyi kış gününde nefsini temizlemesi için çilehâneye koydu. Bu
sırada talebe henüz kışlık odununu alamamıştı. Çilehânede tefekküre dalmışken,
bir adamın, odun yüklü bir merkebi evine götürdüğünü gördü. Gerçek mi değil mi
diye çilehânenin kendi evi gözüken hücresinden baktığında gördüklerinin gerçek
olduğunu anladı. "Tamam, ben artık eriştim." diye düşünerek hocasının huzûruna
varıp başından geçenleri anlattı. Muhammed Hilmi Efendi ise; "Git oğlum halvete
çekil. Çile esnâsında görünenlerin dokuzu şeytânî birisi rahmânîdir. Şeytan seni
aldatmış. Halvetten ve tasavvuftan maksad hâl sâhibi olmak değil, nefse hâkim
olmak ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaktır." diyerek onu halvete devâm
ettirdi.
Muhammed
Hilmi Efendi, Duraklı Câmiinin inşâatı sırasında ücret ve masraf için gelenlere
şiltesinin altından hiç eksilmeyen paradan ustalara, işçilere dağıtırdı. Bir gün
Fakı Mehmed adındaki yeğeni, abdest almak için gittiğinde, şiltesini kaldırarak
bu paralara bakmak istedi. Ancak şilteyi kaldırınca altında koca bir yılan
gördü. Hemen şilteyi kapatırken korkudan bayılmamak için de kendini zor tuttu.
Bu sırada odaya giren Muhammed Hilmi Efendi tatlı bir tebessümle ona şöyle dedi:
"Yâ evlat her deliğe elini sokma, ya akrep çıkar veya yılan."
Bir
defâsında Maraş ulemâsı ileri gelenlerinden Tekerekzâde Mutîullah Efendi,
Muhammed Hilmi Efendiyi imtihân etmek istedi. İçinde çeşitli sorular yazılı bir
mektubu oğlu ile Muhammed Hilmi Efendiye gönderdi. Çocuk kapıyı çaldığında daha
mektubu veremeden kendisine içeriden başka bir mektup uzatıldı. Şeyh Efendi
çocuğa; "Evlâdım mektubu bize vermene gerek yok, al bunu babana götür. İstediği
şey içerisindedir." buyurdu. Mutîullah Efendi çocuğunu dinledikten sonra büyük
bir hayretle mektubu açtı. İçinden şu şiir çıktı:
Hakikat ilminden aldım dersimi
Okudum özümden illallah dedim.
Urundum tâcımı, geydim postumu
Destûr aldım pîrden illallah dedim.
El içinde elpendidir elpendi
Açtı bahar yazı, bülbül uyandı,
Benden nutk istemiş Mutîullah Efendi
Her varımdan geçtim illallah dedim.
Şiiri okuyan
Mutîullah Efendi hatâsını anlayıp Muhammed Hilmi Efendinin yanına gelerek özür
diledi ve talebelerinden oldu.
Bir gün
talebelerinden biri çok hastalandı. Hiç bir tedâvî fayda vermedi. Doktorlar
ümidi kesdiler. Başında bekleşen akrabâları hastanın küçük çocuğuna; "Dârendeli
hoca efendiye git. Babam çok hasta, onun ilacı sendeymiş, diyerek ilaç iste,
yalvar, ağla..." dediler. Çocuk Muhammed Hilmi Efendinin yanına gelip, babam
hasta, babamın ilâcı sendeymiş deyip boynunu bükünce, şeyh hazretleri onun
başını okşayıp; "Haydi oğlum sen evine git. İnşâallah baban şifâ bulmuştur."
deyip gönderdi. Gerçekten de çocuk eve gelmeden ağır hasta olan babası
iyileşerek ayağa kalktı.
Dârendeli
Muhammed Hilmi Efendinin kalplere şifâ olan sözlerinden bâzıları şunlardır:
"Cehennem yoluna düşüp de
Cennet arzu eden kimsenin hâli, kuzeye gidip hacc-ı şerîfe gidiyorum diyenin
hâline benzer."
"Hırs sâhibi
her zengin fakirdir. Kanâat eden herkes zengindir."
"Hiç bir
velî ben evliyâyım yanıma geliniz, sizi irşâd edeyim, demez. Çünkü onlar
kendilerini ve kerâmetlerini gizlemekle görevlidirler. Bize lâzım olan, evliyâ
olduğu söylenen şahsa bakarız. Eğer yaşayışı İslâmiyet'e tam uyuyor ve elinde
silsile-i aliyyeden gelen ve bu yolda yetişmiş büyük bir zâttan tasdikli
icâzeti, yetki belgesi varsa o zâta büyük zât diye hürmet ederiz."
"Fen
ilimleri, sâlih ile fâsık arasında müşterektir. Müslüman, kâfir herkes
öğrenebilir ve hem öğretmiş olduğu ilmi geri almak lâzım gelse alamaz. Nitekim
sanatkârın hâli böyledir. Fakat İslâmiyetin emir ve yasaklarından birine
muhâlefette ısrar edici olsa dînî ilimlerden bir şey kazanamaz. Tasavvuf yolunda
edindiği dereceler ise talebenin hocasına ters düşmesi ile elinden alınır ve
sanki hiç görmemiş, okumamış gibi olur. İşte dînî ilimler ile fen ilimlerinin
farkı budur."
"Tasavvuf
ehliyim diyenlere bakarız. Eğer sözlerinde ve amellerinde İslâmiyete muhâlif
hâller görülmezse onlara muhabbet ederiz. Eğer İslâmiyet'e aykırı hâlleri
görülürse kendilerine tenbih ederiz. Dînin doğru olan hükümlerini bildiririz.
Bozuk yollarını terk ederlerse iyi olur. Terk etmezlerse kendilerini sevmeyiz."
"Herkes hâlinin ne olduğunu
şu hadîs-i şerîf ile görsün: "Kalbin hayâtı îmân iledir. Ölümü küfürledir.
Sıhhati ibâdet ve tâat iledir. Hastalığı günâhla meşgûl olma iledir. Uyanıklığı
Allahü teâlâyı zikretme iledir. Uyuması Allahü teâlâdan gâfil olma iledir."
"Üç kimse
şeytanın ve askerinin şerrinden korunmuştur. Onlar da, gece gündüz çok zikir
edenler, seherlerde kalkıp istiğfâr edenler ve Allahü teâlânın korkusundan
ağlayanlardır."
"Gözden yaş
çıkmamak kalp katılığından ileri gelir. O dahi günah çokluğundan gelir. Günah
çokluğu ölümü unutmadan ileri gelir. O dahi uzun emel sâhibi olmasından ileri
gelir. O dahi dünyâyı sevmeden ileri gelir. Dünyâyı sevmek ise bütün günahların
başıdır."
"Bir günah ne kadar küçük
olsa bile onu bir şey sanmayıp, ne olur bundan dense, o ufacık günah dağlar
kadar büyür. En büyük günah da, bir daha işlememek üzere nâdim ve pişmân olarak
tövbe edilirse ve istiğfâr edilerek
ağlanırsa; "Günâhına tövbe eden, günâhı olmayan kimse gibidir." hadîs-i
şerîfi gereğince cenâb-ı Allah onun günahını affeder."
"Oturacak,
kalkacak arkadaşların en hayırlısı, görüldüğü zaman, Allahü teâlâyı hatırınıza
getirendir, onların sözleri ilminizi arttırır. Onların ameli âhireti aklınıza
getirir."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
ALLAH'TAN
KORKAN O'NUN EMRİNİ TUTAR
Hadîs-i şerîfte;
"Eğer bir kimse Allahü teâlâdan korkarsa, herkes ondan korkar. Eğer Allahü
teâlâdan korkmaz ise kendi herkesten korkar." buyrulmuştur.
Bu sebeple
eğer bir kimseyi bilmek istersen kendisine sorma, yakınlarına bak. Eğer onun
yakınları şerli ise araştırmaya lüzûm yoktur. Hemen ondan kaç. Eğer yakınları
hayırlı ise ona yaklaş. Meselâ bir âlim etrafında toplanan talebelere ve bir
şeyh etrafında toplanan dervişlere bakmalı, eğer bunların işlerinde İslâmiyet'e
zıt hâller görülürse onların reisleri de gerek âlim, gerek şeyh, hiç şüphe
yoktur ki, dünyâ ehlidir. Eğer halleri İslâmiyet'e tam uyuyorsa âhiret ehlidir.
Herkes neyi
severse onun zikrini çok eder. Allah'ı seven Allah'ı, Resûlullah'ı sallallahü
aleyhi ve sellem seven O'nu, evliyâyı seven evliyâyı çok zikreder, anar. Yâni
hiç hatırından çıkarmaz. Nitekim çocuklarını, hanımını, tarlasını, bağını,
bahçesini, parasını seven bunları hiç gönlünden çıkarmadığı gibi. Herkes kalbini
yoklarsa kimi çok sevdiğini anlar. Herkes sevdiği ne emrettiyse onu cânı gibi
yerine getirir. Bâzısını yapar, bâzısını yapmazsa sevgisi az, hiç tutmazsa
sevmediği anlaşılır.
Bir kimse
cümle evliyâya hüsn-i zan etse de içlerinden birine etmese Allah katında hiç
birine hüsn-i zan etmemiş olur.
KAYNAKLAR
1) Mîzânü'ş-Şerîa Burhânü't-Tarîka; s.4-238
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.407 (34. baskı)
|