|
DA'LEC BİN AHMED
Hadîs ve
fıkıh âlimi, velîlerden. Künyesi, Ebû İshâk Sicistânî'dir. 874 (H.260) senesinde
doğdu. 962 (H.351) de Bağdat'ta vefât etti. Mekke'deAli bin Abdülazîz ve diğer
âlimlerden, Basra'da Hişâm bin Seyrafî ve onun tabakasından, Rey'de Muhammed bin
Eyyûb Beclisen'den, İbrâhim el-Bûşencî'den, Nişâbûr'da zamanının âlimlerinden,
Bağdât'ta Osman bin Saîd Dârimî'den, Muhammed bin Ribh'den hadîs-i şerîf işitip,
ilim almış ve rivâyet etmiştir. İlmi çok olup, derin bir âlim idi. Kendisinden
Dâre Kutnî, Hâkim, İbn-i Zerkaviye, Ebû İshâk İsferâyînî, Ebû Kâsım ibni Beşrân
ve daha pekçok âlim ilim alıp rivâyette bulunmuştur. Hadîs ilminde sika,
güvenilir ve pek sağlamdı. Zengin ve çok cömert bir zât olup, hayırlar ve
iyilikleriyle meşhûrdu. Mekke'de, Bağdât'ta ve Sicistân'da hadîs âlimlerine
tahsis edilmiş vakıfları vardı. Kendisi ev satın alıp, bir müddet Mekke'de
oturdu. Daha sonra Bağdât'a yerleşti.
Malı mülkü
çok olup zengindi. Fakat Dünyâ malına hiç kıymet vermezdi. Elindekileri hep
ihtiyâç sâhiplerine verirdi. Bu hususla ilgili olarak, Ebû Amr Muhammed bin
Abbâs şöyle anlatmıştır: "Da'lec bin Ahmed, beni evine götürmüştü. Evindeki
malları, paraları gösterip, bunlardan istediğin kadar al dedi. Teşekkür edip,
sıkıntıda değilim dedim."
İbn-i Ebî
Mûsâ'ya, bir yetime âid on bin dirhem, büyüyünce teslim için verilmiş ve kendisi
vasî tâyin edilmişti. Bir ara sıkıntıya düşüp, bu paraları harcamıştı. Yetim
büyüyüp yetişince, kâdı, hâkim paranın teslim edilmesini istedi. İbn-i Ebî Mûsâ
durumu şöyle anlatmıştır: "Yetimin parası istendiği sırada ödeyecek param yoktu,
yeryüzü bana âdetâ dar geldi. Sıkıntıdan çâre aramaya başladım. Katırıma binip,
Kerh şehrine doğru yola çıktım. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum.
Katırı serbest bıraktım. Yolum Da'lec bin Ahmed'in mescidine vardı. Mescide
girip sabah namazını Da'lec bin Ahmed'in arkasında kıldım. Namazdan sonra beni
evine götürdü. Hoş geldin deyip, yemek hazırlattı. Sofraya oturunca; "Sende bir
sıkıntılı hâl görüyorum." dedi. Ben de durumumu anlattım. "Yemeğini ye,
ihtiyâcını hallederiz." dedi. Sonra sofraya tatlı geldi. Onu da yedikten sonra,
sofradan kalkıp ellerimizi yıkadık. Hizmetçisine, "Şu kapıyı aç!" diyerek bir
kapı gösterdi. Kapıyı açıp, bir odaya girdi. Odada mallar ve para kasaları
vardı. Bana on bin dirhem verdi. Sevincimden uçacak gibi idim. Parayı aldıktan
sonra vedâlaşıp ayrıldım. Gidip borcumu ödedim. Aradan üç sene geçti. Bu zaman
içinde işlerim iyi gitti. Otuz bin dinâr kazandım. Daha önce aldığım on bin
dirhemi ödemek için Da'lec bin Ahmed'e gittim. Yine berâber namaz kıldıktan
sonra evine gittik. Sofra kuruldu. Yemek yedik. Yemekten sonra hâlimi hatırımı
sordu. Ben de hâlimi bildirip, daha önce aldığım on bin dirhemi ödemek için
geldiğimi söyledim. "Sübhânallah! Onu sana borç olarak vermedim, hediye ettim."
dedi. Ben de; "Efendim bu malın aslı nedir ki, bana on bin dirhem hîbe ettiniz?"
dedim. Şöyle cevap verdi: "Yetişip büyüyünce Kur'ân-ı kerîmi ezberledim, hadîs-i
şerîf dinleyip, öğrendim ve ticâret yaptım. Bir tüccar bana gelip, Sen; "Da'lec
bin Ahmed misin?" dedi. "Evet." dedim. "Ben malımı ortak olmak üzere sana teslim
etmek istiyorum. Bir defter tut, kazançları peyderpey teslim edersin." dedi.
Ayrıca bu maldan bol bol sadaka dağıtmamı da tenbih etti. Ticâret yapmak üzere
bana binlerce dinâr bıraktı. Her sene gelir giderdi. Her gelişinde de, bir o
kadar daha mal getirirdi. Yine bir senenin sonunda gelip; "Ben, deniz
seferlerine çıkan biriyim. Bir kazâya uğrayabilirim. Bu malın hepsi senindir. Bu
maldan sadaka dağıt, câmi yaptır." dedi ve ayrılıp gitti. Ben de onun arzusunu
yerine getiriyorum. Allahü teâlâ bana bol servet ihsân etti. Bunu ben hayatta
olduğum müddetçe kimseye anlatma." buyurdu.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BORCUN UNUTULDU
Ebû Bekr bin
Ali bin Abdullah, bir zâtın şöyle anlattığını nakletmiştir: "Bir Cumâ günü Cumâ
namazı kılmak için mescide gitmiştim. Önümdeki safta vekarlı, huşû' sâhibi bir
zât gördüm. Devamlı namaz kılıyordu. Cumâ namazının başlamasına kadar nâfile
namaz kıldı. Heybetinden, kalbimde ona karşı bir muhabbet hâsıl oldu. Sonra Cumâ
namazı kılmaya kalktık. O gördüğüm zât, tedirgin bir hâlde elbisesine bürünerek,
hep kendini birinden gizliyordu. Namazdan sonra sebebini sordum. Şöyle dedi.
Benim bir zâta borcum var. Bu sebeple mahcûbiyetimden böyle yapıyorum, dedi.
Kime borcun var dedim. Şu arkamda duran zâta dedi. Meğer alacaklı olan zât,
Da'lec bin Ahmed imiş. Bu sözleri Da'lec bin Ahmed'in o safta bulunan bir
arkadaşı işiterek, gidip durumunu ona anlattı. Da'lec bin Ahmed de, bu zâtı
evine getirmesini söyledi. Evine gittiklerinde yemek ikrâm edip, borçlu zâta;
"Senin borcun unutuldu." diyerek alacağını bağışladı. Ayrıca beş bin dirhem de
hediye verdi ve; "Mescidde beni görüp, borçlu olduğundan dolayı üzülüp sıkıntıya
düştüğün için hakkını helâl et." dedi.
KAYNAKLAR
1) Tabakât-üş-Şâfiîyye; c.3, s.291
2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.4, s.145
3) El-Bidâye ven-Nihâye; c.11, s.241
4) Târih-i Bağdâd; c.8, s.387
5) Tezkiret-ül-Huffâz; c.3, s.881
6) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.8
7) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.271
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s.5
|
|