CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

DA'LEC BİN AHMED

Hadîs ve fıkıh âlimi, velîlerden. Künyesi, Ebû İshâk Sicistânî'dir. 874 (H.260) senesinde doğdu. 962 (H.351) de Bağdat'ta vefât etti. Mekke'deAli bin Abdülazîz ve diğer âlimlerden, Basra'da Hişâm bin Seyrafî ve onun tabakasından, Rey'de Muhammed bin Eyyûb Beclisen'den, İbrâhim el-Bûşencî'den, Nişâbûr'da zamanının âlimlerinden, Bağdât'ta Osman bin Saîd Dârimî'den, Muhammed bin Ribh'den hadîs-i şerîf işitip, ilim almış ve rivâyet etmiştir. İlmi çok olup, derin bir âlim idi. Kendisinden Dâre Kutnî, Hâkim, İbn-i Zerkaviye, Ebû İshâk İsferâyînî, Ebû Kâsım ibni Beşrân ve daha pekçok âlim ilim alıp rivâyette bulunmuştur. Hadîs ilminde sika, güvenilir ve pek sağlamdı. Zengin ve çok cömert bir zât olup, hayırlar ve iyilikleriyle meşhûrdu. Mekke'de, Bağdât'ta ve Sicistân'da hadîs âlimlerine tahsis edilmiş vakıfları vardı. Kendisi ev satın alıp, bir müddet Mekke'de oturdu. Daha sonra Bağdât'a yerleşti.

Malı mülkü çok olup zengindi. Fakat Dünyâ malına hiç kıymet vermezdi. Elindekileri hep ihtiyâç sâhiplerine verirdi. Bu hususla ilgili olarak, Ebû Amr Muhammed bin Abbâs şöyle anlatmıştır: "Da'lec bin Ahmed, beni evine götürmüştü. Evindeki malları, paraları gösterip, bunlardan istediğin kadar al dedi. Teşekkür edip, sıkıntıda değilim dedim."

İbn-i Ebî Mûsâ'ya, bir yetime âid on bin dirhem, büyüyünce teslim için verilmiş ve kendisi vasî tâyin edilmişti. Bir ara sıkıntıya düşüp, bu paraları harcamıştı. Yetim büyüyüp yetişince, kâdı, hâkim paranın teslim edilmesini istedi. İbn-i Ebî Mûsâ durumu şöyle anlatmıştır: "Yetimin parası istendiği sırada ödeyecek param yoktu, yeryüzü bana âdetâ dar geldi. Sıkıntıdan çâre aramaya başladım. Katırıma binip, Kerh şehrine doğru yola çıktım. Nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyordum. Katırı serbest bıraktım. Yolum Da'lec bin Ahmed'in mescidine vardı. Mescide girip sabah namazını Da'lec bin Ahmed'in arkasında kıldım. Namazdan sonra beni evine götürdü. Hoş geldin deyip, yemek hazırlattı. Sofraya oturunca; "Sende bir sıkıntılı hâl görüyorum." dedi. Ben de durumumu anlattım. "Yemeğini ye, ihtiyâcını hallederiz." dedi. Sonra sofraya tatlı geldi. Onu da yedikten sonra, sofradan kalkıp ellerimizi yıkadık. Hizmetçisine, "Şu kapıyı aç!" diyerek bir kapı gösterdi. Kapıyı açıp, bir odaya girdi. Odada mallar ve para kasaları vardı. Bana on bin dirhem verdi. Sevincimden uçacak gibi idim. Parayı aldıktan sonra vedâlaşıp ayrıldım. Gidip borcumu ödedim. Aradan üç sene geçti. Bu zaman içinde işlerim iyi gitti. Otuz bin dinâr kazandım. Daha önce aldığım on bin dirhemi ödemek için Da'lec bin Ahmed'e gittim. Yine berâber namaz kıldıktan sonra evine gittik. Sofra kuruldu. Yemek yedik. Yemekten sonra hâlimi hatırımı sordu. Ben de hâlimi bildirip, daha önce aldığım on bin dirhemi ödemek için geldiğimi söyledim. "Sübhânallah! Onu sana borç olarak vermedim, hediye ettim." dedi. Ben de; "Efendim bu malın aslı nedir ki, bana on bin dirhem hîbe ettiniz?" dedim. Şöyle cevap verdi: "Yetişip büyüyünce Kur'ân-ı kerîmi ezberledim, hadîs-i şerîf dinleyip, öğrendim ve ticâret yaptım. Bir tüccar bana gelip, Sen; "Da'lec bin Ahmed misin?" dedi. "Evet." dedim. "Ben malımı ortak olmak üzere sana teslim etmek istiyorum. Bir defter tut, kazançları peyderpey teslim edersin." dedi. Ayrıca bu maldan bol bol sadaka dağıtmamı da tenbih etti. Ticâret yapmak üzere bana binlerce dinâr bıraktı. Her sene gelir giderdi. Her gelişinde de, bir o kadar daha mal getirirdi. Yine bir senenin sonunda gelip; "Ben, deniz seferlerine çıkan biriyim. Bir kazâya uğrayabilirim. Bu malın hepsi senindir. Bu maldan sadaka dağıt, câmi yaptır." dedi ve ayrılıp gitti. Ben de onun arzusunu yerine getiriyorum. Allahü teâlâ bana bol servet ihsân etti. Bunu ben hayatta olduğum müddetçe kimseye anlatma." buyurdu.

 

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

BORCUN UNUTULDU

Ebû Bekr bin Ali bin Abdullah, bir zâtın şöyle anlattığını nakletmiştir: "Bir Cumâ günü Cumâ namazı kılmak için mescide gitmiştim. Önümdeki safta vekarlı, huşû' sâhibi bir zât gördüm. Devamlı namaz kılıyordu. Cumâ namazının başlamasına kadar nâfile namaz kıldı. Heybetinden, kalbimde ona karşı bir muhabbet hâsıl oldu. Sonra Cumâ namazı kılmaya kalktık. O gördüğüm zât, tedirgin bir hâlde elbisesine bürünerek, hep kendini birinden gizliyordu. Namazdan sonra sebebini sordum. Şöyle dedi. Benim bir zâta borcum var. Bu sebeple mahcûbiyetimden böyle yapıyorum, dedi. Kime borcun var dedim. Şu arkamda duran zâta dedi. Meğer alacaklı olan zât, Da'lec bin Ahmed imiş. Bu sözleri Da'lec bin Ahmed'in o safta bulunan bir arkadaşı işiterek, gidip durumunu ona anlattı. Da'lec bin Ahmed de, bu zâtı evine getirmesini söyledi. Evine gittiklerinde yemek ikrâm edip, borçlu zâta; "Senin borcun unutuldu." diyerek alacağını bağışladı. Ayrıca beş bin dirhem de hediye verdi ve; "Mescidde beni görüp, borçlu olduğundan dolayı üzülüp sıkıntıya düştüğün için hakkını helâl et." dedi.

 

KAYNAKLAR

1) Tabakât-üş-Şâfiîyye; c.3, s.291

2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.4, s.145

3) El-Bidâye ven-Nihâye; c.11, s.241

4) Târih-i Bağdâd; c.8, s.387

5) Tezkiret-ül-Huffâz; c.3, s.881

6) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.8

7) Vefeyât-ül-A'yân; c.2, s.271

8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s.5