|
ÇELEBİ HALÎFE
Osmanlılar
devrinde on beşinci yüzyılda Anadolu'da yetişmiş olan âlim ve velîlerden. İsmi,
Muhammed olup, babasının ismi Mahmûd'dur. Büyük âlim ve evliyâ Cemâleddîn
Aksarâyî hazretlerinin torunlarındandır. Cemâl Halvetî veya Çelebi Halîfe diye
meşhûr olmuştur. Dedelerinin memleketi olan Aksaray'a nisbetle Aksarâyî, dedesi
Cemâleddîn Aksarâyî'ye nisbetle Cemâlî denildi. Doğum târihi bilinmemektedir.
Amasya'da doğdu. 1493 (H. 899) senesinde hac yolculuğu esnâsında vefât etti.
Kabri, Hisa veya Tebük korusu denilen, hacıların uğrak yeri olan bir yerdedir.
Zamânının önemli ilim ve
kültür merkezlerinden Amasya'da dünyâya gelen Çelebi Halîfe tamâmen ilmî bir
çevrenin içinde büyüdü. Küçük yaştan itibâren ilim tahsiline başladı. Amasya'da
bir müddet ilim tahsil ettikten sonra Aksaray'a gitti. Devrin din ve fen
âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Âlim ve
velî zâtların ilim
meclisleri ile sohbetlerinde bulunarak istifâde etmeye çalıştı. Bir gün
Sa'deddîn-i Taftazânî hazretlerinin Muhtasar-ül-Meânî adlı Telhîs
şerhini okurken, kalbine ilâhî aşk ateşi düşüp tasavvufa karşı büyük alâka
duydu. Halvetiyye yolu büyüklerinden Alâeddîn Halvetî'nin halîfesi Şeyh Abdullah
Efendiye gidip talebe oldu. Uzun müddet onun sohbetinde ve hizmetinde bulundu.
Kısa zaman içinde tasavvuf yolunda ilerleyip mârifet deryâsından inciler
toplamaya başladı.
Bir ara
Aksaray'a gelen Alâeddîn Halvetî hazretlerinin huzûruna giderek onun sohbet ve
hizmetiyle şereflendi.
Çelebi
Halîfe, Alâeddîn Halvetî hazretlerini siyah bir at üzerinde siyah bir cübbe ve
siyah bir sarıkla görünce, ona karşı gönlünde büyük muhabbet hâsıl oldu.
Alâeddîn Halvetî hazretleri, Çelebi Halîfeye hitâb ederek; "İstersen bu cübbeyi
sana vereyim." diye iltifatta bulundu. Çelebi Halîfe; "Efendim tasavvuf yolunda
cübbe ve hırka hak edilmeden giyilmez. Ben ise o cübbeyi giymeye lâyık değilim!"
cevâbını verdi. Alâeddîn Halvetî; "Sonunda sen benim talebelerime muhtâc
olursun." diyerek kendisine tâbî olması gerektiğini işâret buyurdu. Bu işâret
üzerine onun hizmetine ve sohbetine devâm etti. Fakat aradan fazla zaman
geçmeden Alâeddîn Halvetî vefât etti. Ondan kısa bir müddet sonra da Şeyh
Abdullah Halvetî hazretleri vefât etti. Sevdiklerini kaybeden Çelebi Halîfe,
Tokat'a giderek kerâmetler sâhibi Şeyh İbn-i Tâhir'in hizmetine girdi. Onun
sohbetlerinde bulunup nefsin istemediği şeyleri yapıp, istediklerini yapmamaya
devâm etti.
İbn-i Tâhir
veya Tâhirzâde nâmıyla tanınan bu mübârek kimse, Allah aşkıyla yanıp tutuşur,
yanına gelenlerin de bu ateşte yanmalarını arzulardı. Çelebi Halîfe'ye de, iyi
yetişmesi için riyâzetler çekip, nefsini terbiye etmesini tavsiye etti. O da
açlık ve sıkıntılar çekti. Arkadaşları, uzun süren halvet ve açlığa dayanamayıp
kaçtılar. Fakat o, sabredip, sonunda hocasının feyz ve himmetine kavuştu,
duâsını aldı. Çok geçmeden, İbn-i Tâhir'in vefât etmesi üzerine Erzincan'a
gitti. Pîr Muhammed Behâeddîn Erzincânî Halvetî ile görüştü. Orada fazla
kalmayıp, Seyyîd Yahyâ Şirvânî'nin sohbetine kavuşmak için Şirvan'a gitmek üzere
yoluna devâm etti. İki gün yol gittikten sonra, Seyyid Yahyâ Şirvânî
hazretlerinin vefât ettiğini öğrenip, Erzincan'a geri döndü. Yahyâ Şirvânî'nin
halîfelerinden olan Pîr Muhammed Erzincanî'nin hizmetine girdi. Erzincan'a 1464
(H.868) senesinde varmıştı. Orada bir müddet kaldıktan sonra, ilimde ilerleyip,
tasavvufta yüksek derecelere ulaştı. Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi naklî ve aklî
ilimlerde yüksek âlim oldu. Hocası Pir Muhammed Erzincânî ona hilâfet verip
insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhiret
seâdetlerine vesîle olmakla vazîfelendirerek memleketine gönderdi. Amasya'ya
gelip yerleşen Çelebi Halîfe, insanlara Allahü teâlânın dînini, Resûlullah
efendimizin Sünnet-i seniyyesini ve güzel ahlâkını, Selef-i sâlihînin yolunu
anlatmaya başladı.
O sırada
Fâtih Sultan Mehmed Han pâdişâh, oğlu Bâyezîd de Amasya vâlisi idi. Şehzâde
Bâyezîd, Çelebi Halîfe Muhammed Cemâleddîn Efendiye çok iltifât eder,
talebelerine ve dergâhına ihsânlarda bulunur, duâlarını taleb ederdi. Fâtih
Sultan Mehmed Han vefâtından önce de duâ etmesi için haber gönderip, fakirlere
sadaka dağıttırmıştı. Her şehzâde gibi, şehzâdeİkinci Bâyezîd de, babasından
sonra pâdişâh olmak, kendisine verilen onca emeğe karşılıkta bulunmak istiyordu.
Çünkü her şehzâde sultan olmak için yetiştirilir, kısmetse sultan olurdu. Çelebî
Halîfe, herkese karşı iyi niyet ve hüsn-i zân sâhibi, ilim ve tasavvuf ehli
Şehzâdeyi kırmadı. Onun için duâ ve niyazda bulundu. Allahü teâlânın kerâmet
sâhibi evliyâsından olan Çelebî Halîfe'ye, Şehzâde'nin sultan olacağı vakit
ilhâm edildi. Çelebi Halîfe, Şehzâde Bâyezîd'e gönderdiği haberde; "Otuz üç gün
sonra büyük bir hâdise olacak ve kırk gün sonra da sultan olacak." buyurdu.
Gerçekten
de, otuz üç gün sonra Fâtih Sultan Mehmed Han vefât etti. Şehzâde Bâyezîd,
Vezîr-i âzam Karamânî Pîrî Mehmed Paşanın dâveti ile İstanbul'a gelip, Allahü
teâlânın dînini ehl-i küfre yaymakla, insanlara huzûr ve saâdet dağıtmakla
meşgûl olan ordunun ve devletin başına geçti. Vazîfeyi oğlu Yavuz Sultan Selîm
Hana devredinceye kadar, tam bir adâletle memleketi idâre etti. Koca Mustafa
Paşa'yı da kendine vezîr tâyîn etti.Koca Mustafa Paşa da, İstanbul'da bir dergâh
ve câmi yaptırmıştı. Sultan, Çelebi Halîfe'yi İstanbul'a dâvet etti. O da
İstanbul'a gelip, emrine verilen Kocamustafapaşa dergâhına yerleşti. İstanbul'da
yıllarca hizmet verip, pekçok talebe yetiştirdi. Pâdişâh ve devlet adamlarından
çok yakınlık görmesine rağmen, yanlarına hiç gitmezdi. Zikirle meşgûl olur,
isteyenlere zâhirî ve bâtınî ilimleri öğretmekle vakit geçirirdi.
Çelebi
Halîfe'nin yetiştirdiği âlim ve velîlerin başında Sünbül Sinan Efendi
gelmektedir.
Sultan
İkinci Bâyezîd Hanın pâdişâhlığı sırasında İstanbul'da büyük bir zelzele olmuş,
yüzlerce kişi ölmüş, vebâ salgını baş göstermişti.Çelebi Halîfe'nin büyüklüğünü
kabûl eden Sultan İkinci Bâyezîd Han onu sık sık ziyâret ederek, duâsını almaya
çalışırdı. Ona ve talebelerine iltifât ve ihsânlarda bulunurdu. Hattâ ilim ve
fazîleti ile duâsının kabûl olduğuna inandığı Çelebi Halîfe'yi kırk talebesi ile
birlikte Medîne-i münevvereye gönderdi. İstanbul'a isâbet eden, yüzlerce kişinin
ölümüne sebeb olan vebâ musîbetinin kalkması için, Peygamber efendimizin kabrini
ziyâret edip duâ ile şefâat dilemelerini istedi. Çelebi Halîfe talebeleriyle
birlikte hac ibâdetini yerine getirmek ve Peygamber efendimizin kabr-i şerifini
ziyâret etmek üzere İstanbul'dan ayrıldılar. Onların yola çıkmasından hemen
sonra İstanbul'daki vebâ salgını son buldu.
Vebâ
salgınının Allahü teâlânın izniyle âniden durması başta pâdişâh olmak üzere
bütün devlet adamlarında ve halkta büyük sevince yol açtı. Sultan İkinci Bâyezîd
Han, Çelebi Halîfe'ye haber gönderip; "Gitmenize lüzûm kalmamıştır. İsterseniz
geri dönebilirsiniz." dedi. Fakat gönlü mukaddes topraklara ulaşmak aşkıyla dolu
olan Çelebî Halîfe; "Mâdem ki bu hayırlı yolculuğa niyet ettik. Hac vazîfemizi
ifâ ile, iki cihânın efendisini ziyâret edip, Devlet-i Aliyye-i Osmâniye'nin
selâmeti için duâ ve niyazda bulunalım. Allahü teâlânın sultanımıza hayırlı uzun
ömürler ihsân etmesi için yalvaralım." dedi. Sultandan müsâde alarak yoluna
devâm etti.
Çelebî
Halîfe, daha önce, insanlara Ehl-i sünnet îtikâdını, İslâm dîninin emir ve
yasaklarını anlatmakla vazîfeli olarak Mısır'a göndermiş olduğu halîfesi Sünbül
Sinan Efendiye mektup göndererek kendisinin bu sene hac ibâdetini îfâ etmek
üzere yola çıktığını bildirdi. Mektupta, Şam'dan Mekke-i mükerremeye giden yol
güzergâhını tâkib edeceğini, bu yolculuğa Sünbül Sinan'ın da iştirâk etmesini
bildiriyordu.
Çelebi
Halîfe uğradığı beldelerde insanlarla sohbet ederek, onlara hak yolu anlatarak
yolculuğuna devâm ediyor, uğradığı her belde halkı ona karşı büyük saygı ve
iltifât gösteriyordu. Bu sırada hocasının mektubunu alan Sünbül Sinan Efendi; "Allahü
teâlânın her işinde bir hikmet vardır. Kim bilir bu yolculukta ne hikmetler
gizlidir." diyerek gerekli hazırlıkları yaptı, üç sene berâber bulunduğu
Mısırlılarla helallaşıp vedâlaştı. O sene hacca gideceklerle birlikte yola
çıktı. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Mekke-i mükerremeye ulaştı.
Fakat hocası
Çelebi Halîfe hazretleri Mekke-i mükerremeye varmadan Şam'dan sonra dokuz konak
mesâfede bulunan Hisa veya Tebük korusu denilen yerde vefât etti. Çelebi Halîfe
vefât etmeden önce vasiyetnâmesini bildirdi. Bir nüshasını da yazılı olarak
halîfesi Sünbül Sinan Efendiye gönderdiği vasiyetnâmesinde: Kendisinin Kâbe-i
muazzamaya gidecek hacıların yolu üzerine defnedilmesini, Sünbül Sinan
Efendininİstanbul'a gidip Kocamustafapaşa'daki dergâhında talebelerine ders
vermesini, Sünbül Sinan'ın, kendi kızı Sâfiye Hatun ile evlenmesini bildirdi.
1493 (H.899) senesindeki hac yolculuğu sırasında vefât ettiği yerde vasiyetine
uygun şekilde defnedildi.
Sünbül Sinan
Efendi, Mekke-i mükerremeye vardıktan sonra, hocası Çelebi Halîfe'nin vefât
ettiğini öğrendi. Hocasının vasiyetnâmesini bildiren mektubunu aldı. Bildirilen
hususlara aynen riâyet etti. Hac vazîfesini yerine getirip Peygamber efendimizin
sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfini ziyâret ettikten sonra İstanbul'a
geldi.
Hocasının
Kocamustafapaşa'daki dergâhında onun yerine insanlara İslâmiyetin emir ve
yasaklarını anlatmaya ve talebe yetiştirmeye başladı. Hocasının kızı Sâfiye
Hâtun ile evlendi. Otuz yedi sene müddetle insanlara doğru yolu, Allah aşkını
anlattı. Onun ilim meclisinde ve sohbetlerinde nice âlim ve velîler yetişti.
Bunların en meşhûru büyük velî Merkez Efendi oldu.
Çelebi
Halîfe'nin, Sünbül Sinan Efendiden başka bir halîfesi de Kastamonu'da medfun
bulunan Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin hocası Hayreddîn-i Tokâdî idi.
Osmanlı
Devletinin kuruluş ve yükseliş devirlerinde yaşayan Çelebi Halîfe, Osmanlı
Devletinin içtimâî, sosyal bünyesinde çok etkili oldu. Halvetiyye yolu
büyüklerinden Yahyâ Şirvânî'nin halîfesi Pir Muhammed Erzincânî'den aldığı
Halvetiyye yolu feyzlerinin Anadolu ve diğer Osmanlı memleketlerinde yayılmasını
sağladı. Onun sohbetlerinde yetişen birçok âlim ve velî gittikleri yerlerdeki
insanlara İslâmiyeti ve güzel ahlâkı anlattılar. Sultanlar ve diğer devlet
adamları üzerinde de etkili olan Çelebi Halîfe'nin, tasavvuftaki yoluna, ismine
nisbetle Cemâliyye adı verildi.
Cemâl
Halvetî diye de bilinen Çelebi Halîfe'nin, Resûlullah efendimize uzanan tarîkat
silsilesi şöyledir:
Çelebi
Halîfe Cemâl Halvetî (Cemâliyye), Pîr Muhammed Erzincânî, Seyyid Yahyâ Şirvânî,
Muhammed bin Nûr Halvetî, Tâcüddîn İbrâhîm Zâhid Geylânî, Rükneddîn Muhammed
Sencâsî, Ziyâüddîn Ebû Necîb-i Sühreverdî, Ebû Ali Rodbârî ve Mimşâd Dîneverî,
Cüneyd-i Bağdâdî, Sırrî-yi Sekatî, Ma'rûf-i Kerhî, İmâm-ı Ali Rızâ ve Dâvûd-i
Tâî'den almıştır. Bunlardan Dâvûd-i Tâî, Habîb-i Acemî vâsıtasıyla Hasan-ı
Basrî'den almış, Hasan-ı Basrî de, Kümeyl bin Zeyyâd vâsıtasıyla hazret-i Hasan
ve hazret-i Hüseyin'den, onlar da hazret-i Ali ve Muhammed Mustafa'dan
sallallahü aleyhi ve sellem almıştır. İmâm-ı Ali Rızâ da baba ve dedeleri
vâsıtasıyla hazret-i Ali'den, o da, Resûlullah efendimizden feyz almıştır.
Çelebi
Halîfe'nin mensûb olduğu Halvetîlik yolu, Türk toplumu ve insanı üzerinde bir
hayli müessir olmuş, toplumun her kesimine hitâb etmesi, onun bağlılarını
çoğaltmıştır. Buna bağlı olarak da, birçok şûbe ve kollar ortaya çıkmıştır.
Çelebi
Halîfe Cemâleddîn Muhammed Efendi, yetiştirmiş olduğu pekçok talebe yanında,
birçok kıymetli eser de yazdı. Bu eserlerden başlıcaları
şunlardır: 1)
Tefsîr-i Sûre-i Fâtiha, 2) Şerhu Erba'îne Hadîsen Kudsiyyen, 3) Şerhu Hadîs-i
Erba'în-i Nebevî, 4) Zübdet-ül-Esrâr, 5) Cevâhir-ül-Kulûb, 6) Risâle-i Etvâr, 7)
Risâle-i Sad Kelime-i Sıddîk-ı Ekber, 8) Risâle-i Fakriyye, 9) Câmiât-ül-Esrâr
ve'l-Garâib, 10) Cenknâme, 11) Risâle-i teşrihiyye, 12) Risâle fî Beyâni'l-Velâyet,
13) Tefsîr-i Âyeti'l-Kürsî, 14) Esrâri'l-Vudû (Abdestin Sırları), 15)
Risâle fî İsmeyni'l-Azameyn Allah ve Rahmân, 16) Risâle-i Kevseriyye. Bu
eserleri el yazması olup hiçbirisi basılmamıştır.
KAYNAKLAR
1) Sicilli Osmânî; c.4, s.105
2) Şakâyık-i Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.284
3) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.51
4) Hediyyetü'l-Ârifîn; c.2, s.257
5) Amasya Târihi; c.1, s.321
6) Tâcü't-Tevârih
7) Şerhu Erbaîne Hadîsen Kudsiyyen (Süleymâniye Kütüphânesi
Cârullah Efendi Kısmı, No: 1084)
8) Keşf-üz-Zünûn; s.1036
9) Tomar-ı Turuk-ı Aliyyeden Halvetîlik Silsilenâmesi
(Sâdık Vicdânî, İstanbul, 1338-1341)
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.326, c.14, s.351
11) Rehber Ansiklopedisi; c.16, s.7
12) Aksaray Târihi; c.2, s.2501
|
|