CELÂLZÂDE SÂLİH ÇELEBİ
Osmanlı
Devleti zamânında Anadolu'da yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimi ve devlet adamı.
İsmi Molla Sâlih bin Celâl er-Rûmî olup, meşhûr kâdılardan Tosyalı Celâl'in
oğludur. 1493 (H.899) senesinde Volçitrin'de doğdu. Doğduğu zaman, babası
Volçitrin kâdısı idi. 1563 (H.973) senesi Rebîulevvel ayında vefât etti.
Celâlzâde
Sâlih Çelebi, medrese tahsîlini tamamladıktan sonra, İstanbul'da İbn-i Kemâl
Paşanın derslerine devâm etti. Meşhûr hattât Şeyh Hamdullah'tan hat sanatını
öğrendi. Yazısı çok güzeldi. Bir taraftan ders okuyup, bir yandan da hocası
İbn-i Kemâl'in bâzı eserlerini temize çekerdi. 1520 senesinde Kânûnî Sultan
Süleymân'ın tahta çıkmasından sonra Celâlzâde, İbn-i Kemâl'in yanından
ayrılarak, pâdişâhın hocası Hayreddîn Efendiye talebe oldu. Ondan icâzet,
diploma aldıktan sonra, Edirne'deki Sirâciyye Medresesine müderris tâyin edildi.
Celâlzâde
Sâlih Çelebi, Edirne'de müderris iken, Kânûnî SultanSüleymân Hanın Belgrad,
Rodos ve Budin seferlerini yazarak, sultana takdîm etti.
1524
senesinde, İstanbul'daki Murâd Paşa Medresesine müderris tâyin edildi. Uzun süre
bu medresede müderrislik yaptıktan sonra, Dîvânyolu'ndaki Haldun Ali Paşa
Medresesi
müderrisliğine getirildi. 1536 senesinde Sahn-ı Semân müderrisliğine tâyin
edildi. Burada Sultan Süleymân Hanın emriyle, Fîrûz Şâh hikâyesini kısa
zamanda 8 cilt hâlinde Farsçadan Türkçeye çevirdi. Değişik medreselerde görev
aldıktan sonra, 1544 senesinde Halep kâdılığına getirildi.
Elli beş gün
süren bu vazîfeden sonra, Mısır Beylerbeyi Haldun Dâvûd Paşanın durumunu ve
Mısır Evkâfını tahkîk ve teftiş ile Mısır'a gönderildi. Vazîfesinin bitiminde,
tekrar Halep kâdısı olması istendi. Ancak bu görevi kabûl etmedi ve
İstanbul'daki Sultan Bâyezîd Medresesi müderrisliğine tâyin edildi. Fakat bu
göreve başlamadan, Şam kâdılığına getirildi. Bir sene sonra da Mısır kâdısı
oldu. 1550 senesinde emekliye ayrıldı. Emekliye ayrılma sebebini şöyle
anlatmaktadır.
"Kâdılık
yaptığım müddetçe İslâmiyetin hükümlerinden kıl kadar ayrılmadım. Lâkin o
diyarlarda (Mısır, Şam ve Halep) olan haksızlık ve zulüm göklere çıkmıştı.
Aramızda çetin mücâdeleler geçti. Buna rağmen ne onlar beni zulme uydurabildi ne
ben onları adâlete getirebildim. Âkıbet onlar zulm ile gâlip, ben de adl ile
mağlûb oldum. Şaşkınlık ve hayretler içerisinde uzun bir müddet tefekküre,
düşünceye daldım. Sonunda cümle hevâ ve hevesleri, arzuları bertaraf edip dünyâ
makamlarından el çektim."
Sâlih Çelebi
emekliye ayrıldıktan sonra, Eyyûb Sultan'da birâderi Mustafa
Çelebi'nin konağının yanında bir ev alarak, orada yaşamaya başladı. Ziyâretine
gelenlerle ve talebeleriyle sohbet ederek ve ilmî mütâlaalarda bulunarak tatlı
bir ömür sürdü. Eser telif etmeyi de bırakmadı. Kânûnî Sultan Süleymân Hanın
Şehzâdesi
Bâyezîd'in emriyle, Cemâleddîn Mehmed Avfî'nin, BüyükSelçuklu Devletinin vezîri
Nizâmülmülk adına Farsça olarak yazdığı Cevâmi'ul-Hikâyât ve Levâmi-ur-Rivâyât
adındaki, târih ve ahlâka dâir eserini Türkçeye çevirdi. Bu eseri çok
beğenen Şehzâde Bâyezîd'in; "Murâdı ve merâmı ne ise arzetsin!" diye haber göndermesi
üzerine, Celâlzâde Sâlih Çelebi, talebeleriyle bir arada bulunmak ve eser
telifine devâm etmek arzusu ile Eyyûb Sultan Medresesi müderrisliğine tâyin
edilmesini ricâ etti. Ricâsı kabûl edilerek, tekrar müderrisliğe tâyin edildi.
Bu görevde üç sene kaldı. Gözlerine perde indiğinden, 1561 senesi Safer ayında
affını isteyerek emekliye ayrıldı.
Sâlih
Çelebi, yüksek din ilimlerine vâkıf bir zât olup, bilhassa fıkıh ilminde
mütehassıs idi. Nesir ve nazım vâdisinde kudretli bir kaleme sâhipti. Ahlâkı,
fazîleti, dürüstlüğü ve hakşinaslığı ile kendisini tanıttı ve zamânının âlimleri
arasında mevkı sâhibi oldu. Telif ve tercüme sûretiyle çok kıymetli eserler
yazdı.
Sâlih Çelebi, elli yaşını
geçtiği hâlde, dînî çalışmalarına mâni olur diye evlenmedi ve hizmetçilerinden
birisini evlâdı gibi büyütüp, yanında alıkoydu. Herkes bu çocuğu, onun hakîkî
oğlu zannederdi. Daha sonra Mısır kâdılığı esnâsında, annesi tarafından verilen
bir câriye ile evlenerek, bundan İshak adında bir oğlu oldu. Bu çocuğun
on yaşlarında vefât etmesi, Celâlzâde'yi çok müteessir etmiş ve bu üzüntüsü
sebebiyle, manzûm olarak kısa bir zamanda Leylâ ve Mecnûn hikâyesini
kaleme almıştır.
Sâlih
Çelebi, yumuşak huylu, temiz kalbli, vefekâr ve birâderi Mustafa Çelebi gibi çok
cömert idi. Gerek kâdılığı zamânında ve gerek emekli bulunduğu zamanda,
fakirlere, akrabâsına ve civârındaki muhtaçlara yedirir, içirir, elbise ve para
vermek sûretiyle yardım ederdi. Sanki fakirler babası gibiydi. Her gece
sofrasında dostları ve talebelerinden misâfirleri bulunurdu.
Tezkire
sâhibi Âşık Çelebi, Sâlih Çelebi'nin muîdi, yardımcısı, Çorlulu Hatmî Çelebi
vâsıtasıyle Celâlzâde ile görüşmüş ve yüksek fazîleti hakkında medh ve senâda
bulunmuştur. Nitekim bir şiirinde onun hakkında şöyle demektedir:
Ülemâ vü fuzelâ vü fukahâdandır ol
Şuarâ vü bülegâ vü fusahâdandır ol.
(O, âlim,
fazîlet sâhibi ve fakihlerdendir. Ayrıca, şâir olup güzel ve açık
konuşanlardandır.)
Sâlih
Çelebi'nin Sâlih ve Salahî mahlasıyla şiirlerini içine alan bir dîvânı vardır.
Nesir vâdisindeki kalemi şiirlerinden üstündür. Nesirlerinde daha sâde bir kalem
kullanmıştır. Hüsn-i hattı, gençliğinde Amasyalı Şeyh Hamdullah'tan almıştır.
1563 yılında
vefât eden Sâlih Çelebi Eyüp Sultan Nişanca'sında birâderi Mustafa Çelebi'nin
yaptırdığı câminin bahçesinde yol kenarında defnedildi.
Kabrinin
ayak ucundaki taşında şu şiir vardır:
Dâr-ı dünyâ menzil-i fâni imiş,
Hep geçer mîr-ü-vezîr-ü-pâdişâh.
İrse ger takdîr-i Hayy-u Lâyemût,
Saçılur toprağa tohm-ı izz-ü-câh.
Avn-i Hak ile birâder-i ferîd,
Fazl-ü irfân-ü ulûm ana sipâh.
Azm-i tarf-ı âhiret kıldı bu dem,
Rahmet-i Hakdan teâlâ lutf-hâh
Rıhleti sâlini ma'lûm etmeğe,
İstedi Hakdan Nişânî-i pür günâh.
Dedi hâtif bu duâ târihdir,
Kabr-i Sâlih Cennet ola yâ İlâh (973).
Dünyâ denen
ülkenin durağı geçici imiş. Emir, vezîr ve pâdişâhların hepsi buradan geçer.
Ölümsüz ve hayy olan Allahü teâlânın takdiri erince toprağa izzet ve mevkî
sahiplerinin tohum gibi düştüğünü görürsün. Allahü teâlânın yardımı ile bu eşsiz
kardeşe fazîlet, irfan ve ilim asker olmuştu. Bu zamanda o, âhiret tarafına
yöneldi, ona Hakk'ın rahmetinden lütuf dile. Vefât yolunu belirtmek için, bu
günahlara batmış nişânî, Hakka yalvarıp, gâibden; Ey Allah'ım Sâlih'in kabrini
Cennet eyle!" diye duâ edip târih söyledi.
Sâlih Çelebi
yazdığı bir kıtasında da Resûlullah efendimize şöyle yakarmaktadır:
Acep hayrette kaldım ben, hidâyet yâ Resûlallah!
Ne tahsîl-i metâlib var ne tâat, yâ Resûlallah!
Halâyık cümle yer yer hep huzûr-ı Hakk'a vardukda,
Kerem kıl Sâlih'i etme melâmet, yâ Resûlallah!
Eserleri ise
şunlardır:
1) Belgrat
Fetihnâmesi, 2) Rodos Fetihnâmesi, 3) Târih-iBudin, 4) Târih-i Sultan Süleymân,
5) Fîrûz Şâh Menâkıbı Tercümesi, 6) Târih-i Mısır, 7) Kitâb-ül-Muhtasar fî
Ahvâl-il-Beşer, 8) Cevâmi-ul-Hikâyât ve Levâmi-ur- Rivâyât, 9) Leylâ ve Mecnûn
Manzûmesi, 10) Dürer-i Nesâyıh, 11) Miftah Şerhi Hâşiyesi, 12) Mevâkıb Şerhi
Hâşiyesi, 13) Vikâye Şerhi Hâşiyesi, 14- Islâh-ul-Îzâh Hâşiyesi, 15)
Tagyîr-üt-Tenkîh adlı esere ta'likâtı. 16) Münşeât, 17- Dîvân.
KAYNAKLAR
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Zeyli (Atâî); s.48
2) Osmanlı Müellifleri; c.3, s.279
3) Tuhfet-ül-Hattâtîn; s.229
4) Hadîkat-ül-Cevâmî; c.1, s.296
5) Latîfî Tezkiresi; s.218
6) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.5, s.5
7) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.423
8) Sicilli Osmânî; c.3, s.200
9) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.372
10) Ikd-ül-Manzûm; c.2, s.155
11) Îzâh-ül-Meknûn; c.1, s.216
12) Keşf-üz-Zünûn; c.1, s.109, c.2, s.1893
13) Tezkiret-üş-Şuarâ; c.1, s.548
14) Rehber Ansiklopedisi; c.3, s.198
15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.363
|