CÂFER-İ SÂDIK
Ehl-i
beytten ve meşhûr velîlerden. İslâm âlimlerinin gözbebeklerinden olup, seyyid ve
oniki imâmın altıncısı. Hazret-i Ali'nin torunlarından.
Eshâb-ı
kirâmı görmekle şereflenen Tâbiîn devrinin yükseklerinden ve evliyânın
büyüklerinden olup, tasavvufda büyük rehberlerden olan ve kendilerine silsile-i
aliyye denilen Nakşibendiyye yolu âlimlerinin dördüncüsüdür. İsmi Câfer-i Sâdık
bin Muhammed Bâkır bin Ali Zeynelâbidîn bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib,
künyesi Ebû Abdullah'dır. Tâhir, Fâdıl gibi lakabları vardır. En meşhûr lakabı,
"Sâdık"tır. Babası Muhammed Bâkır, Annesi Ümmü Ferve'dir. Annesinin babası
Kâsım, onun babası Muhammed ve onun babası da hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'tır.
Annesinin annesi, Abdurrahmân bin Ebû Bekr'in kızı Esmâ'dır. 702 (H.83)
senesinin Rebîul-evvel ayının on yedisinde Pazartesi günü Medîne-i münevverede
doğdu. 765 (H.148) senesi Recep ayının on beşinde Pazartesi günü Mekke'de vefât
etti. Kabri, Cennet-ül-Bâkî'de olup, babası ve dedesi yanındadır.
İmâmlığı,
yâni tasavvufta, Kur'ân-ı kerîmin mânevî hükümlerini kalblere yerleştirme
vazîfesi, feyz vermesi otuz dört sene sürmüştür.
Câfer-i
Sâdık hazretleri, temiz ve yüksek bir neseb ve soya sâhip olduğu gibi, güzel
yüzlü ve tatlı dilliydi. Bedeni sanki nûr saçıyordu. Yüzünün renginde beyaz ve
kırmızı karışmış olup, tatlı bir çehresi vardı. Kuvvetli ve orta boylu idi. Kısa
ve şişman değildi, saçı kumrala yakındı. Hazret-i Ali'ye çok benzerdi. On evlâdı
olup, yedisi erkek, üçü kız idi. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshak, Muhammed, İsmâil,
Abdullah, Abbâs ve Ali'dir. Evlâtlarının hepsi zamânının süsü, âlimi ve
üstünlerinden olup, evliyânın rehberiydiler. Mûsâ Kâzım, oniki imâmın
yedincisidir.
İmâm-ı
Câfer, ilmi, oniki imâmdan beşincisi olan babası Muhammed Bâkır'dan öğrendi.
İlim ve fazîlette zamânının bir tânesi oldu. Bütün din bilgilerinde olduğu gibi,
zamânının bütün fen ilimlerinde de söz sâhibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir
ve kimyâ ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel
sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimyâ ilimlerinin konusunu teşkil eden
madde ve onlar üzerindeki bilgisi, o kadar çoktu ki, bu hususlarda zamânında
yaşayan herkese akıl-ilim hocalığı yapardı. Kimyânın babası sayılan Câbir de,
Câfer-i Sâdık'ın talebesidir. İmâm-ı Câfer'in en meşhûr talebesi, Hanefî
mezhebinin kurucusu ve Ehl-i sünnetin reisi olan İmâm-ı A'zâm Ebû Hanife Nu'man
bin Sâbit'tir. İmâm-ı A'zâm, Câfer-i Sâdık'ın derslerine ve sohbetlerine iki
sene devâm ederek, o gizli ve âşikâr mârifet kaynağından ilim ve evliyâlık
yolunda çok istifâde etti. İmâm-ı A'zâm, onun huzûrunda kavuştuğu yüksek
mertebeleri anlatmak için; "O iki sene olmasaydı, Nûman helâk olmuştu."
buyurmuştur. İmâm-ı A'zâm bu sözü ile hocası Câfer-i Sâdık hazretlerinin
büyüklüğünü, kıymetini, kavuştuğu yüksek dereceleri anlatmak istemiştir.
Kalbi, bütün
kötü huylardan temizleyip, Allahü teâlâya kavuşmak için lâzım gelen mârifetleri,
ibâdet ve işleri öğreten tasavvuf yollarının çeşitli isimler alması, başka başka
olduklarını göstermez. Aynı mürşidin yol göstericinin talebeleri, birbirlerini
tanımak ve hocaları, mürşidleri ile öğünmek için bulundukları yola, onların
isimlerini vermişlerdir. Hazret-i Ebû Bekir vâsıtası ile gelen yolda zikr-i hafî
yâni sessiz zikir yapılmış olup, hazret-i Ali vâsıtası ile gelen yolda da zikr-i
cehrî yâni yüksek sesle zikir yapılmıştır. Bütün tasavvuf yolları, İmâm-ı
Câfer-i Sâdık hazretlerinde birleşmektedir. İmâm-ı
Câfer-i Sâdık, iki yoldan Resûlullah'a bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup,
hazret-i Ali vâsıtası ile Resûlullah'a bağlıdır. Bu yola vilâyet yolu
denir. İkincisi anasının babalarının yolu olup hazret-i Ebû Bekir vâsıtası ile
Resûlullah'a bağlanmaktadır. Bu yola da Nübüvvet yolu denir. İmâm-ı
Câfer-i Sâdık, hem ana tarafından Ebû Bekr-i Sıddîk soyundan, hem de, onun
vâsıtası ile Resûlullah'tan feyiz
almış olduğu
için; "Ebû Bekr-i Sıddîk, beni iki hayâta kavuşturmuştur." buyurdu. Câfer-i
Sâdık hazretleri, Resûlullah'tan gelen Peygamberlik, nübüvvet üstünlüklerine
hazret-i Ebû Bekir, Selmân-ı Fârisî ve Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekir
silsilesi ile kavuşmuştur. Evliyâlık, vilâyet üstünlüklerine de, hazret-i Ali,
hazret-i Hasan ve Hüseyin, Zeynelâbidîn ve babası Muhammed Bâkır yolu ile
kavuşmuştur. İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ta bulunan bu iki feyiz ve mârifet yolu,
birbirleri ile karışmış değildir. İmâm hazretlerinden, Ahrâriyye büyüklerine,
hazret-i Ebû Bekir yolu ile, öteki silsilelere ise, hazret-i Ali yolu ile feyz
gelmektedir.
İmâm-ı
Câfer-i Sâdık'ın ilimde, mârifette, zühd, takvâ, kanâat ve bütün güzel ahlâktaki
üstünlüğünü, büyüklüğünü duymayan kalmamıştır. Büyükler gibi çocuklar arasında
da meşhûr olmuştur. Hikmetli sözleri ve menkıbeleri ile ibret dolu hayat
olayları her yere yayılmış, kitaplara yazılmıştır. Onun büyüklüğü bâzı eserlerde
şöyle anlatılmaktadır.
Câfer-i
Sâdık; Muhammed aleyhisselâmın milletinin, dîninin sultanı, peygamberlik
kemâlâtının, üstünlüklerinin bürhânı, delili, senedi, hakîkatların âlimi,
evliyânın gönüllerinin meyvası, Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem
vârisi, âriflerin, Hak âşıklarının serveri, önderi idi. Zevk, aşk sâhiplerinin
rehberiydi. Tefsîr ilminde eşi yoktu. Namazda kendinden geçip düştüğü olurdu.
Mütevâzi yâni çok alçak gönüllü idi. Kimseyi incitmezdi. Her mümini kendisinden
daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini çağırdı. Onlara dedi ki:
"Geliniz,
sizinle sözleşelim. Kıyâmet günü içinizden hanginiz kurtulursa, onun diğerlerine
şefâatçı olması için birbirimize söz verelim!"
Onlar; "Ey
Allahü teâlânın Resûlünün evlâdı! Sizin bizim şefâatımıza ihtiyâcınız yoktur.
Dedeniz Muhammed aleyhisselâm, bütün insanların ve cinlerin şefâatçısıdır."
dediler. "Ben bu amellerimle, işlerimle yarın kıyâmet gününde ceddimin yüzüne
bakmaya utanırım." buyurdu.
Tasavvuf
ilimlerinde yüksek mârifetlere kavuşmuş olan ve bu bilgileri arzu edenlere
öğreterek onlara mürşidlik, rehberlik yapan Câfer-i Sâdık, kelâm, tefsîr, hadîs
ve diğer din ilimlerinde de yüksek derecelere ulaşmıştır. Bu ilimlerde
kendisinin olduğu bildirilen eserler, risâleler sonradan yazılmıştır. Din
bilgisi üzerinde hiç kitap yazmadı. Kelâm ilminde, sapık îtikâd, inanç sâhibi
olan Ehl-i bid'ate ve felsefecilere karşı verdiği sağlam, vesikalı cevaplar, bu
hususta yazılan Ehl-i sünnetin kelâm kitaplarında yer aldı.
İmâm-ı
Câfer-i Sâdık, hadîs ilminde sika güvenilir bir râvi olup, kendisinden pek çok
hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Bu hadîs-i şerîfleri, babasından, o da kendi
babasından ve annesinden, Atâ bin Ebî Rebâh'dan ve Zührî gibi birçok râviden
alıp öğrenmiş ve kendisinden de Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, İmâm-ı A'zâm
Ebû Hanîfe, Mâlik bin Enes, Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî gibi büyükler hadîs-i şerîf
bildirmişlerdir. Hadîs-i şerîfler, Sahîh-i Buhârî'nin dışında kalan Kütüb-i
Sitte'nin hepsinde yer alır. Hadîs ilminde, İmâm-ı Şâfiî ve Yahyâ bin Muîn, onun
sika, güvenilir olduğunu bildirmişlerdir. İmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe, onun
hakkında; "Ondan daha fakih, fıkıh ilmini bilen kimse görmedim." buyurdu. Ebû
Hâtem de, onun sika bir râvi olduğunu söylüyor. Sâlih bin Ebil-Esved, İmâm-ı
Câfer'in; "Beni kaybetmeden önce, her ilimden sorunuz. Benden sonra, size, benim
gibi söyleyen birisini bulamazsınız." buyurduğunu haber verdi. Her ilimde üstâd,
her mârifette mâhirdi. Doğruluğu ve sadâkatı o kadar çoktur ki, bundan dolayı
kendisine "Sâdık" lakabı verildi.
Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem nûrlu yolunu, hiç değiştirmeden,
apaçık ve tam doğru olarak bugüne kadar ulaştırmada, Ehl-i sünnet âlimlerinin
hizmeti çok büyüktür. Bu büyük hizmet için, aralarında vazîfe taksimi yapan bu
âlimlerden îmân, inanç bilgilerini anlatıp öğretenlere "Mütekellimîn" denildi.
İbâdetlerin ve işlerin nasıl olacağı, haram ve helâlı, farzı, vâcibi öğreten
âlimlere de "Fukahâ" dendi. Kalp ile yapılacak ve sakınılacak şeyleri öğreten
ilme "Tasavvuf" ve bu ilmin âlimlerine de "Mutasavvifîn" denildi. İşte İmâm-ı
Câfer hazretleri, bu üçüncü ilmi anlattı, öğretti. Kelâm ve fıkıh âlimlerinin
uğraştığı sâhada ayrıca kitap yazmadı. Yoksa bu bilgilerde de, bütün âlimlerin
ve evliyânın üstâdı idi.
Üstün
hallerinden ve menkıbelerinden bir kısmı şöyledir:
İmâm-ı Câfer
hazretleri bir müddet halvet, yalnızlık hâlinde kalmış, evinden insanlar arasına
çıkmamıştı. Evliyânın büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî evine gelip:
"Ey
Resûlullah'ın torunu! İnsanlar bereketli nefesinizden, faydalı sohbetinizden
mahrum kaldı. Niçin uzlete çekildiniz?" deyince, buyurdu ki: "Şimdi böyle
gerekiyor. (Zaman bozuldu ve dostlar değişti). Sözümüzün hakîkatı meydana
çıktı." ve şu iki beyti okudu:
Geçen gün gibi geçip gitti, vefâ da,
İnsanların kimi hayâl, kimi ümit peşinde.
Dostluk, vefâ görünüşte kaldı aralarında,
Fakat kalbleri akreplerle dolu gerçekte.
Zamânın
hükümdarı bir gece vezirine dedi ki: "Hemen git, İmâm-ı Câfer'i buraya getir.
Onu hemen öldürmek istiyorum."
Vezir:
"Evinde oturmuş, gece-gündüz ibâdetle meşgûl olan, devlet işlerine karışmayan bu
kimseyi öldürmekten vazgeç!" dedi.
Hükümdârı
bundan vazgeçirmek için epey dil döktü. Fakat iknâ edemedi. Mecbûren çağırmaya
gitti. Vezir çağırmaya gidince, hükümdâr cellâtlara emir verdi.
"İmâm-ı
Câfer içeri girince, ben başımdan külâhımı çıkardığım zaman hemen başını
vuracaksınız!"
Bir müddet
sonra, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri içeri girdi. Hükümdâr bunu görünce,
derhal ayağa kalktı. Büyük bir tevâzu ile onu karşıladı. Koltuğuna oturttu.
Kendisi edeple karşısına diz çöküp oturdu. Cellâtlar ve hizmetçiler şaşırıp
kaldılar. Hükümdar, Câfer-i Sâdık'a:
"Efendim,
benden bir emriniz, isteğiniz olursa hemen emredin, yapayım." dedi.
Câfer-i
Sâdık hazretleri; "Senden bir ricâm yok. Beni bir daha yanına çağırma! Rabbime
ibâdetten beni alıkoyma, başka bir şey istemem." buyurup, gitmek üzere ayağa
kalktı. Hükümdar, izzet ve ikrâmla onu uğurladı. Gittikten sonra vücûdunda bir
titreme oldu, bayılıp düştü. Kendine gelince, veziri sordu: "Bu ne hâldir. Hani
o zâtı öldürtecektiniz?"
Hükümdar; "O
içeri girince, yanında büyük bir arslan gördüm. Lisân-ı hâl ile bana; "Onu
incitirsen seni parça parça ederim." diyordu. Bunu görünce ne yapacağımı
şaşırdım." dedi.
Süfyân-ı
Sevrî hazretleri, bir gün Câfer-i Sâdık'ın evine gitti. Câfer-i Sâdık:
"Ey Süfyân!
Sen, zaman zaman sultân ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun.
Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamânın hâli bunu îcâb
ettiriyor. Yanımdan hemen çık, git!"
Süfyân-ı
Sevrî; "Bana bir hadîs-i şerîf nakletmedikçe buradan ayrılmayacağım, ey İmâm!
Senden nasihat alacak bir şey işitip gideyim." dedi.
Câfer-i
Sâdık; "Çok sözün sana faydası yoktur. Ben atalarımdan rivâyetle Resûlullah'tan
bildirilen şu üç şeyi sana anlatayım." dedi. Bu üç şey şudur:
Allahü
teâlânın nîmetine kavuşan ve bu nîmetin devamlı olmasını isteyen kimse, Allah'a
hamd ve şükrünü çoğaltsın! Zîrâ Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde İbrâhim sûresi
onuncu âyetinde meâlen;
"Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları
arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli
azâb ederim." buyurdu.
Bir kimse,
rızkı azaldığı zaman çok tövbe ve istigfâr etsin! Zîrâ Allahü teâlâ Nuh
sûresinde tövbe ve istigfâr edenlerin, günâhlarını bağışlayacağını ve
rızıklarını arttıracağını vâd ediyor.
Bir kimse
sultandan veya herhangi şeyden sıkıntı görür ve bir belâya uğrarsa;
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm." desin!
Bunun
üzerine Süfyân-ı Sevrî, İmâm-ı Câfer'in elini tuttu ve ona dedi ki: "Hepsi, bu
üçü müdür?" Câfer-i Sâdık; "Bunları iyi anla! Allahü teâlâya yemin ederek
söylüyorum ki, bunları yaparsan çok ihsânlara, iyiliklere kavuşursun." buyurdu.
Bir gün
Câfer-i Sâdık'a sordular: "Allahü teâlâ, fâizi niçin haram kılmıştır?"
Buyurdu ki:
"İnsanların birbirine iyilik yapmaları, ihsânda bulunmaları için, Allahü teâlâ
onu haram etti. Fâiz haram olmasaydı, birbirine karşılıksız iyilik yapan
kalmazdı. Yapılan her iyiliğin karşılığı olarak dünyâda menfaat bekleyen çok
olurdu."
İmâm-ı
Câfer-i Sâdık hazretleri duâsı makbûl olanlardandı. Allahü teâlâdan birşey
istediğinde daha sözü bitmeden isteği verilirdi. Bir gün yalnız başına yolda
gidiyordu. Kendisini sevenlerden biri de arkasından yürüyordu. Bir ara Câfer-i
Sâdık hazretleri; "Yâ Rabbî! Elbisem yoktur, bana elbise gönder." buyurdu.
Âniden bir paket içinde elbise geldi. Arkadan tâkip eden zât evlerine kadar
geldi. Hazret-i İmâma; "Yâ efendim siz duâ ederken ben de âmin dedim. Eski
elbiselerinizi bana verin." dedi. Bu söz Câfer-i Sâdık hazretlerinin hoşuna
gitti ve elbiselerini ona verdi.
Bir şahıs,
İmâm-ı Câfer hazretlerinden, Allahü teâlânın kendisine çok mal verip, çok hac
yapması için duâ buyurmasını istedi. O da; "Yâ Rabbî! Buna elli hac yapacak
kadar mal ver!" diye duâ etti. O şahıs elli hac yaptı. Elli birinci hac için
Cühfe denilen yerde gusül edecekti. Sel geldi ve orada vefât etti.
Hakem bin
Abbâs-ı Kelbî buyuruyor ki; "Benim Zeyd isminde bir amcam var idi. O, Câfer-i
Sâdık hazretlerine çok îtirâzda bulunurdu. Bir gün bir hurma mevzuu açıldı. Yine
çok îtirâzda bulundu ve; Câfer-i Sâdık nerede, böyle işler nerede?" dedi.
Câfer-i Sâdık'ın bu sözden haberi oldu ve şöyle buyurdu: "Yâ Zeyd-i Kelbî, eğer
böyle bir şey varsa, Allahü teâlâ sana, kelb büyüklüğünde bir hayvan musallat
etsin ki o hayvan seni helâk etsin."
Bir gün Zeyd
bir yere giderken, yolda köpek büyüklüğünde bir arslan saldırdı ve onu öldürüp
ciğerlerini söktü. Bu olaydan sonra kimse Câfer-i Sâdık'a îtirâzda bulunmadı.
İmâm-ı
Câfer-i Sâdık hazretleri, Ehl-i beytin en büyüklerindendir. Nûrlu kalbine akıp
gelen ilmin ve feyzin çokluğu, akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce mârifetleri
bildiren sözleri, nükte ve latîfeleri çok meşhûrdur. Sayılamayacak kadar
hikmetli sözleri vardır.
Buyurdular
ki: "Beş kimsenin sohbetinden, yâni beş kimse ile berâber bulunmaktan sakın:
Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâimâ aldanırsın. Sana iyilik
yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yâni
aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarıyacağı zaman, seni bırakır.
Dördüncüsü, kötü kalbli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca, seni harcar.
Beşincisi, fâsıktan yâni günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni
bir lokma ekmeğe satar."
"Bir mümin
kardeşine âit hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını
araştır. Bulamazsan belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa."
"Müslüman
kardeşinizden mânâsını anlamadığınız bir söz duyarsanız, iyiye yorunuz. Daha
iyisi kâbil olmayacak kadar iyiye yorumlayınız. Anlayamamaktan dolayı kendinizi
ayıplayın."
"Bir hatâ
işlediğiniz zaman istigfâr edin, hatâda ısrâr helâk olmaya sebeptir. Bir kimse
geçim darlığı çekiyorsa istigfâra devam etsin."
"Mihnete
şükretmeyen, nîmete şükretmez."
"Perşembe
günü ikindi vakti olunca, Allahü teâlâ, meleklerini gökten yere indirir.
Meleklerin yanında gümüşten sahifeler ve altından kalemler vardır. Ertesi gün
güneş batıncaya kadar Resûlullah'a okunan salevâtı yazarlar."
Allahü
teâlâ, dünyâya emretti ki: "Ey dünyâ, bana hizmet edene, sen de hizmetçi ol!
Senin peşinden koşana da zahmet, sıkıntı ver!"
"Bu dört
şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz:
1. Bulunduğu
meclise babası gelirse ayağa kalkmak,
2. Misâfire
hizmet etmek.
3. Yüz tâne
hizmetçisi olsa, muhtâc olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek.
4. İlim
öğrendiği hocasına hizmet etmek."
"Bir kimse,
sevdiği bir malının elinde devamlı kalmasını isterse, ona baktıkça, "Mâşâallah,
lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (yâni, Allah'ın dilediği olur, kuvvet
O'nundur) desin!"
"Malı ve
evlâdı çok olmasını isteyen, nebâtî, sebze yemek çok yesin!"
"Din
âlimleri fakihler, sultanların, devlet adamlarının kapısına gidip, onlara
yaltaklanmadıkça peygamberlerin vekilleridir."
"Namaz, her
takvâ sâhibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı
oruçtur. Amel, ibâdet, hayırlı iş yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana
benzer."
"Sadaka vererek rızkınızı
çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. İktisâd eden, tasarrufa riâyet
eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi
geçinmek, aklın yarısıdır."
"Ana-babasını üzen, onlara isyân etmiş olur. Musîbet zamânında dizini döven,
sevâbından mahrûm olur. Allahü teâlâ sabrı, musîbet mikdârınca indirir."
"Takvâdan,
Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmaktan daha üstün azık yoktur. Susmaktan
güzel şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık
yoktur."
"İyilik üç
şeyle tamam olur:
1. O iyiliği
yapmakta acele etmek.
2. Yaptığı
iyiliği gözünde büyütmemek, dâimâ küçük görmek.
3. İyiliği
yaparken, gizlice yapmak."
"Günâhlara
tövbe etmeyi geciktirmek, Allahü teâlâya karşı mağrûr olmak, kibirli olmaktır."
"Uzun emel
sâhibi olmak ve her şeyi sonraya bırakmak, perişanlık ve düşüncesizliktir."
"Allahü
teâlânın yarattığı işlere karışmak, felâketine sebeb olur. Meselâ, Allah bana
mal verseydi, hacca giderdim. Sıhhat verseydi ibâdet ederdim... gibi sözler
söylemek, kişinin helâkidir."
"Dört şey
vardır ki, onların azı da çoktur: 1. Ateş, 2. Düşmanlık, 3. Fakirlik, 4.
Hastalık."
"Kız
evlâtlar, ana-babası için hayır ve hasenâttırlar. Oğlanlar ise, nîmettirler.
Hasenât sâhibi olanlar sevap kazanır. Nîmetlerden ise hesâba çekilir, suâl
sorulur."
"Bir kimse,
kusûr, günah işlediği zaman utanmıyorsa, yaşlandığı zaman pişmanlık duyup kötü
işlerinden vazgeçmezse ve tenhâ bir yerde olduğu zaman Allahü teâlâdan
korkmazsa, onda hayır yoktur."
"Üç şey
vardır ki, müslümanları çok aziz, şerefli eder:
1. Kendisine
zulüm edeni affetmek.
2. Kendisine
bir şey vermeyene iyilikte bulunmak.
3. Kendisini
aramayanları, arayıp hâllerini sormak."
İmâm-ı
Câfer-i Sâdık hazretlerinin, rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları
şunlardır: Peygamber efendimiz buyurdu ki:
"Allahü
teâlânın hidâyete kavuşturduğunu kimse saptıramaz. Allahü teâlânın hidâyet
vermediğini, kimse hidâyete erdiremez. Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın
kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin
en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi, dalâlettir,
sapıklıktır."
"İlim,
hazînedir. Anahtarı, sorup öğrenmektir. İlmi isteyiniz ki, Allahü teâlâ size
merhamet etsin. İlim öğrenmekte dört kişiye sevap vardır. Talebeye, hocaya,
dinleyenlere ve onlara icâbet edenlere."
Rivâyet
ettiği hadîs-i kudsî'de:
"Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan, kal'aya girmiş olur. Kal'ama giren
de, azâbımdan kurtulur." buyruldu.
İmâm-ı Ahmed
bin Hanbel hazretleri
Müsned'inde buyuruyor ki: Cebrâilin Allahü teâlâdan naklen, Peygamber
efendimize; "Lâ ilâhe illallah hısnî, men kâlehâ, dehale hısnî ve men dehale
hısnî, emine min azâbî" şeklindeki duâyı her kim rivâyet edenlerin
isimleriyle, inanarak ihlâsla bir deliye veya hastaya okursa şifâ bulur.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
NİÇİN HAKKIYLA
YAPMADIN?
Bir gün
devrin meşhûr âlim ve zâhidlerinden Dâvûd-i Tâî, Câfer-i Sâdık'ın yanına
gelmişti. Ona dedi ki:
"Ey
Peygamber efendimizin torunu! Bana bir nasîhat ver. Çünkü kalbim karardı. O da
buyurdu ki: "Ey Dâvûd! Sen, zamanımızın en zâhidi, Allah'tan en çok korkanısın.
Benim nasîhatıma ne ihtiyâcın var?"
"Ey
Resûlullah'ın torunu. Sizin bütün yaratılmışlara üstünlüğünüz var. O büyük
Peygamberin kanı damarlarınızda dolaşmaktadır. Onun için herkese nasîhat
vermeniz, üzerinize vâciptir, borçtur."
"Ey Dâvûd!
Ben kıyâmet günü gelince, ceddim Muhammed aleyhisselâmın elimden yakalayıp;
"Niçin bana
hakkıyla uymadın?" demesinden korkuyorum. Bu işler, nesep, soy işi değil, ibâdet
ve amel işidir. Dâvûd-i Tâî bu sözleri duyunca ağlamaya başladı ve dedi ki:
"Yâ Rabbî!
Onun varlığı Peygamberlik soyundan meydana gelmiştir. Sözleri yaşayışı herkese
senettir, delildir. Dedesi Resûl aleyhisselâm, annesi Betûl (Hazret-i Fâtıma)
olduğu halde, böyle düşünürse, Dâvûd da kim oluyor ki, yaptıklarının bir kıymeti
olsun!"
AHMAKLAR
ARASINDA BULUNAN
Câfer-i
Sâdık hazretlerinin, oğlu Mûsâ Kâzım için olan nasîhatı pek meşhûrdur. Oğluna
buyurdu ki:
"Ey oğlum,
kendi rızkına râzı ol! Kendi rızkına râzı olan, kimseye muhtâc olmaz. Gözü
başkasının malında olan, fakir olarak ölür. Allahü teâlânın taksim ettiği rızka
râzı olmayan, O'nu kazâ ve kaderinde, dilediğini yaratmakta töhmet altında
tutmuştur. Kendi kusurlarını küçük gören, başkasınınkilerini büyütmüş olur. Her
zaman kendi kusurlarını büyük gör. Başkasının gizli bir şeyini açığa vuranın,
evindeki gizli şeyler herkesçe bilinir. Kardeşi için kuyu kazan, o kuyuya
kendisi düşer. Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan
hürmet görür.
"Ey oğlum,
insanlara kızmaktan çok sakın, yoksa sana da kızarlar. Boş iş ve söze
karışmaktan sakın, sonra aşağılanırsın."
"Ey oğlum,
lehinde veya aleyhinde de olsa, hakkı, doğruyu söyle! Böyle yaparsan herkes
seninle istişâre eder danışır, fikrini alır."
"Ey oğlum,
arkadaşlık yaptığın, ziyâretine gittiğin kimse, iyi ahlâk sâhibi olsun, kötü
ahlâkı olanlarla arkadaşlık etme, onlarla görüşme! Çünkü onlar, suyu olmayan
çöl, dalları yeşermeyen ağaç, ot bitmeyen topraktırlar."
"Ey oğlum,
Allahü teâlânın kitâbını okuyucu, iyilikleri emredici, kötülüğü nehyedici, sana
gelmeyene sen gidici, seninle konuşmayanla konuşucu ol! İsteyene ver. Gıybetten,
koğuculuktan sakın. Çünkü söz taşımak, insanların kalbinde düşmanlığı arttırır.
İnsanların ayıplarını görme, insanların ayıplarını gören, onların hedefi olur."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.3, s.192
2) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.166
3) Kâmûs-ul-A'lâm; c.3, s.820
4) Tabakât-ı İbn-i Sa'd, c.5, s.187
5) Vefeyât-ül-A'yân; c.1, s.327
6) Şezerât-üz-Zeheb; c.1, s.220
7) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.3, s.145
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.145
9) Miftâh-us-Seâde; c.1, s.343, c.2, s.39, 202, 538, 549,
c.3, s.94, 138, 140, 154, 300
10) El-A'lâm; c.2, s.126
11) Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye; (48. Baskı) s.1046
12) Fâideli Bilgiler; (3. Baskı) s.42, 72, 156
13) Eshâb-ı Kirâm; (7. Baskı) s.111, 114, 319
14) Şevâhid-un-Nübüvve, cüz 7, s.11
15) Tabakât-ı Şa'rânî; c.1, s.111
16) Sıfat-üs-Safve; c.2, s.114, 117
17) Sefînet-ül-Evliyâ (Fârisî); s.25
18) Nûr-ul-Ebsâr; s.145
19) İslâm Târihi Ansiklopedisi; c.3, s.139
|