|
CÂFER-İ HULDÎ
Bağdât'ın
büyük velîlerinden. İsmi Câfer olup, babasınınki Muhammed'dir. Künyesi, Ebû
Muhammed el-Havvâs'dır. El-Huldî diye tanınır. Doğumu, yetişmesi ve vefâtı
Bağdât'ta olmuştur. 867 (H.253) senesinde doğdu. 959 (H.348) de vefât etti.
Kabri Şünûziyye'de, Sırrî-yi Sekatî ve Cüneyd-i Bağdâdî'nin kabirlerinin
yanındadır.
Cüneyd-i
Bağdâdî'nin talebelerinin en büyüklerindendir. Ayrıca, Ebü'l-Hüseyin Nûrî,
Ruveym, Semnûn, Ebû Muhammed Cerîrî, İbrâhim Havvâs, Ali bin Abdülazîz, el-Begâvî,
Ömer bin Hafs es-Sedûsî, Fadl binCâbir es-Sekâtî, Muhammed bin Mesrûk et-Tûsî,
Muhammed bin Yûsuf et-Turkî ve başka birçok büyük zâtlarla görüşüp sohbet etti
ve kendilerinden ilim öğrendi. İlim öğrenmek için pekçok seyâhate çıktı. Kûfe,
Mekke, Medîne veMısır'a gitti. Oralarda bulunan büyük âlimlerle görüştü ve
onlardan ilim öğrendi. Fıkıh ve hadîs ilminde de söz sâhibi oldu. Sonra Bağdât'a
dönüp yerleşti ve ilim öğretti. Kendisinden de, Ebü'l-HasanDâre Kutnî, Ebû Ömer
bin Hayve, Ebû Hafs bin Şâhîn, Ebü'l-Abbâs Nihâvendî ve başka zâtlar
rivâyetlerde bulundular.
Haram ve
şüpheli şeylerden çok sakınır, dünyâya meyletmezdi. Hasır dokuyarak geçimini
temin ederdi. Tasavvuf büyükleri arasında zamânın en önde gelenlerinden (en
büyüklerinden) olup, kerâmetler ve fazîletler sâhibi, emîn, sâdık ve sika,
güvenilir bir zât idi. Tasavvufun inceliklerini ve bu yolun büyüklerinin hayat
ve menkıbelerini çok iyi bilirdi. Bu yolun büyüklerinden bir çoğunu hâfızasında
tutar; "Yanımda, tasavvufu ve tasavvuf büyüklerini anlatan yüz otuz tane kitap
var." buyururdu. Diğer bütün ilimlerde de söz sâhibi olup, ince hakîkatlere
vâkıf idi. Çok ibâdet ederdi. Altmış defâ hacca gittiği rivâyet edilmektedir.
Câfer-i
Huldî, hâlini gizler, husûsî hâllerini, başkalarına nisbet ederek, menkıbe
şeklinde herhangi bir zâtın başından geçmiş bir hâdise gibi anlatırdı. Bir gün
şöyle anlattı: "Evliyâdan birisi Harem-i şerîfte bulunuyordu. Bir ara çok
acıktı. Hicr-i İsmâil denilen yere gelip duâ etti. Allahü teâlânın bir ihsânı
olarak, o anda, yemek hazır oldu. O yemeği yeyip, Allahü teâlâya şükretti. Bu
"Birisi" diye, menkıbe gibi anlattığı hâdise, aslında kendi başından geçmişti. O
ise kendini gizliyordu.
Câfer bin
Muhammed Huldî tasavvuf yoluna girdiği ilk zamanlarında bir gün, kaylûle
uykusuna yatmıştı. Rüyâda kendisine; "Yâ Câfer! Kalk! Falan yere git. Orada
acâib bir şey göreceksin." dendi. Uyandığında hemen işâret edilen yere gidip
bakınca, bir sandık gördü. Sandığı açtı. İçinde bir kitap vardı. Kitapta, altı
binden ziyâde evliyânın isimleri, hâl tercümeleri ve menkıbeleri yazılıydı. Her
gün oraya gidip, o kitaptan bir mikdar okuyordu. Nihâyet kitap bitti. Ertesi
gün, kitabı tekrar baştan okuyabilmek için gittiğinde, kitabın ve sandığın orada
bulunmadığını gördü. Çok üzüldü. Lâkin geri döndüğünde, okuduklarının
hiçbirisini unutmadığını, hepsinin hâfızasında kaldığını anladı. Bundan sonra,
tasavvuf yolunda ilerlemek ona kolay geldi, yüksek derecelere, büyük makam ve
hâllere kavuştu.
Bir gün
kendisine bir kimse gelip, "Yâ Câfer! İnsanlar bir ihtiyaçları için sana
mürâcaat ettikleri zaman, beni hatırla! Beni vesîle ederek Allahü teâlâya duâ
et. Allahü teâlânın izni ile onların ihtiyaçları görülür." dedi ve kayboldu. Bu
kimsenin kim olduğunu anlayamadı. Ama ondan sonra, kendisine gelen ihtiyaç
sâhipleri için, o zâtın hürmetine Allahü teâlâyâ duâ etti. Allahü teâlânın izni
ile her müşkül halloldu.
Câfer-i
Huldî kendisine sorulan suâllere, velîlere has bir üslûb ile, çok güzel cevap
veren, derecesi yüksek bir zât, iyilikler ve fazîletler kaynağı idi.
Câfer-i
Huldî buyurdu ki:
"Tevekkül,
bir şeyin olması ile, olmaması arasında fark gözetmemektir."
"Allahü teâlâ, günah
işlemekten kurtardığı kulunu malsız olarak zengin yapmış, aşîretsiz olarak aziz
ve şerefli kılmış, kimsesi olmadığı halde onu arkadaş eylemiştir."
"İntikam
alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak benim için daha
sevimlidir."
"Dünyâ ve
âhirette iyilik, sabır ile ele geçer."
"Fütüvvet,
nefsini aşağı tutup, müslümanlara hürmeti büyük bilmektir."
"Akıl, insanı helâk edici
yerlerden uzak tutan şeydir."
"Allahü
teâlâya âşık olanlar, insanı O'ndan uzaklaştıran her şeyden uzak olup,
alâkalarını keserler."
"Kendine
lâzım olan ilimleri öğrenmeli ve bu ilimlerle amel etmeyi de ihmal etmemelidir."
"İlim,
Allahü teâlâyı tanımaya ve O'na itâat etmeye vesîle olduğu için, ilim öğrenmek
büyük ibâdettir."
"Yediği yemeği, Allahü
teâlâya ibâdet etmek ve O'nun dînine hizmet etmek niyeti ile yemeyen kimse, şu
üç zarara birden yakalanmıştır. 1. Yemek yerken geçen zamânı zâyi etti, 2.
İçinde bulunduğu vakti zâyi etmeye devam ediyor, 3. Gelecek zamânı karşılamak
fırsatını kaçırdı."
"Sâlihlerle
sohbette berâber olup, onlarla sohbet ediniz. Onlar, dünyâ hazîneleridir.
Onlarla berâber olmak, ebedî saâdetin anahtarıdır."
"Allahü
teâlâya itâatte tam kul ol ki, mahlûklar karşısında tam hür olasın. Allahü
teâlâya ibâdet eden kimseye, mahlûklar itâat ve hizmet ederler."
Ebû Muhammed
Huldî, Hocası hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî'nin şu sözünü tekrâr ederdi: "Bir kimse,
yaptığı ibâdetlerini ihlâs ile yaparsa, Allahü teâlâ o kimseye, boş hâllerden,
lüzumsuz heveslerden halâs olmak, kurtulmak nîmetini, râhatını ihsân eder."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
PİŞMİŞ TAVUK
Ebü'l-Hasan
Hamza Hemedânî isminde birisi, bir akşam Câfer-i Huldî'nin yanına geldi.
Gelmeden önce de, evinde, tandırda bir tavuk kızarttırmıştı. Akşam yemeğini
evinde çocuklarıyla berâber yiyecekti. Câfer-i Huldî'nin yanına gelip bir müddet
sonra gitmek için izin istedi. Câfer-i Huldî; "Bu akşam burada kal." buyurdu. O
kimse, bu akşam burada kalırsam, sabah namazına kadar ayrılamam. Çocuklar da ben
gitmeden yemek yemezler ve aç kalırlar diye düşünüp; "Müsâade ederseniz
gideyim." dedi. Câfer-i Huldî; "Hayır bu akşam burada kalacaksın." buyurdu.
Gelen kimse; "Mühim işim vardır, gideyim." deyince, Câfer-i Huldî; "Sen
bilirsin." buyurdu. O kimse evine gelip, hizmetçisine kızarmış tavuğu
getirmesini söyledi. Hizmetçi gidip, pişmiş tavuğu getirirken ayağı takılıp,
yemek kabı elinden düştü. Yemek kabı kırılıp yemeğin suyu döküldü. Pişmiş tavuk
da yola düştü. Ebü'l-Hasan hizmetçisine; "Hiç olmazsa pişmiş tavuğu getir,
temizleyip yeriz." dedi. Hizmetçi giderken, oradan geçmekte olan bir köpek,
tavuğu kapıp gitti. Ebü'l-Hasan Hamza; "Her şeyi kaçırdık. Bâri, üstâdın
sohbetini kaçırmıyalım." deyip, Câfer-i Huldî'nin yanına geldi. Üstâd kendisini
görünce buyurdu ki: "Evliyânın kalplerine bir parça gönül vermeyenin ve söz
dinlemeyenin tavuğunu, Allahü teâlâ köpeklere verir." Ebü'l-Hasan, bunu duyunca
hatâsını anladı ve tövbe etti.
KAYNAKLAR
1) Tabakât-us-Sûfiyye; s.434
2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.381
3) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.118
4) Nefehât-ül-Üns; s.212
5) Risâle-i Kuşeyrî; s.167
6) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.180
7) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.237
8) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.378
9) Mir'ât-ül-Cinân; c.2, s.342
10) Sıfat-üs-Safve; c.2, s.264
11) El-A'lâm; c.2, s.128
12) Târih-i Bağdâd; c.7, s.226
13) Firdevs-ül-Mürşidiyye; s.93
14) Sefînet-ül-Evliyâ; s.151
15) Hazînet-ül-Asfiyâ c.2, s.200
|
|