CŻLD       ALFABE       KONU       KABR-Ż ŽERŻFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

BEŞİR AĞA

İstanbul'da yetişen evliyādan. Arnavutluk'un Gonca kazāsında doğdu. Doğum tārihi belli değildir. Hamzaviyye yolunun büyüklerindendir. 1661 (H.1072) senesinde şehīd edildi.

Çocukluk yıllarına āit mālūmāt yoktur. Önceleri Bostancı ocağında vazīfeli idi. Zühd ve takvā sāhibi olup vazīfesinden izinli olduğu zamanlarda, vakit namazlarını Ayasofya Cāmiinde kılardı. Gönlü hep Allahü teālānın rızāsını kazanmakta ve tasavvuf yolunda ilerlemek arzusundaydı. Bunun iēin Cenāb-ı Hakk'a duā eder ve kendisine tasavvuf yolunu öğretecek birisini tanıtması iēin yalvarırdı. O, bu duygular iēerisinde iken Ayasofya Cāmiinde devamlı ibādet ve zikir ile meşgūl olan heybet ve vakar sāhibi bir zāt dikkatini ēekerdi.

Beşir Ağa birgün o gönül ehli ile konuşmak fırsatını buldu ve ona; "Sultānım benim derdime bir ēāre bulunuz. Lütfedip beni hizmetēiliğe kabūl buyurunuz." dedi. O gönül ehli de; "İnşāallah! Bakayım, eğer imkan bulursam olur." cevābını verdi. Beşir Ağa bir gece yarısında Sarāy-ı hümāyūnda bulunan odasında tefekkür ederken, odanın kapısı aēıldı. O gönül ehli kapıda ona; "Kalk gideceğiz." dedi. Beşir Ağa onunla berāber dışarı ēıkarken, saray kapısının aēık olduğunu görünce, hayretler iēerisinde kaldı. Birlikte Ayasofya Cāmiine girdiler. Mihrābın önünde başka bir gönül ehli vardı. O mihrābdaki gönül ehli, Beşir Ağa'yı kabūl etmedi. Öbür gönül ehli onu tekrar odasına götürdü ve; "Merak etme, daha büyük mertebede olan birisine bağlanman sana nasīb olacaktır." diye tesellī etti.

Başına gelen bu hādise, Beşir Ağa'nın hayretini daha da arttırdı. Yanında ēalışanlardan birisinin vāsıtasıyla Pīr Sertūraş isminde bir zātın sohbetinde bulundu. Ona talebe oldu. Bu sırada pādişāh, Beşir Ağa'yı, Dāvūd Paşa Sarayına nakletti.

Beşir Ağa, Dāvūd Paşa Sarayından işine gidip gelirken, hergün hocasına uğrardı. Hocasının yalnız olduğu bir zamanda, temin edeceği birkaē kilo eti ona hediye etmeye karar verdi. Birgün hocasının yalnız olduğunu görerek sevindi. Hocasından hediyesini kabūl etmesini ricā etti. Hocası; "Ben, fakir bir kimseyim. Darlığım zamānında benim gibi bir kimseye bunları getirmekteki maksadın nedir?" diye suāl etti. Beşir Ağa da; "Sultānım! Gönlüm size bağlandı. Hakkı talep ediyorum. Lütfedin de, hizmetēiliğe beni kabūl buyurun." dedi. O zaman Pīr Sertūraş; "Mādem ki hakkı talep ediyorsun, sen ondan mahrum olmazsın. Seni evlādım yerine kabūl ettim. Dīnin emirlerine iyi sarıl. Dīnin emirlerine sarılmadan kurtuluş olmaz." dedikten sonra, uzun süre sohbet ettiler.

Birgün Beşir Ağa, Fātih Cāmii şerīfinin türbe kapısının Haliē tarafından geēerken, hocası Pīr Sertūraş'ın yanında heybet sāhibi iki pīrin oturduğunu gördü. Derhal atından inen Beşir Ağa, edeple yere bakarak ve yaya olarak onların yanından geēerken o iki pīrden birisi; "Yā Sertūraş bu kimdir?" diye sorunca, Pīr Sertūraş; "Sultānım, size arz ettiğim evlatlığımdır. Kendisi bostancıdır." cevābını verdi. Yanındaki pīr; "Edeb sāhibi bir adamdır. Böylelerinden sır gizlenmez." dedi. Beşir Ağa bu sırada heyecan iēerisinde kalıp, saraya nasıl döndüğünün farkında olmadı. Ertesi gün Pīr Sertūraş'ın yanına gelip; "Dün sizin yanınızda bulunan zātlar kimlerdi?" diye sordu. Hocası; "Hāce İdris Ali ve Hācı Kubāy isimlerinde iki mübārek zāttır." dedi. Bundan sonra Beşir Ağa, bu zātlardan tasavvuf ādābını, nefsiyle uğraşma, mücāhede yollarını öğrendi.

Beşir Ağa sır gizlemekte ēok titiz idi. Uzun bir süre feyz kaynağı o mübārek zātlardan istifāde etti. Hāce İdris Ali (İdris Muhtefī) vefāt edince, Beşir Ağa, Hacı Kubāy'ın yanından hiē ayrılmadı. Bu sırada Sarāy-ı hümāyūndan emekliye ayrıldı. Hocasının Topkapı dışındaki evine yakın bir yerde ikāmet etti. Yazın ise Silivri yakasındaki ēiftlikte otururdu. Dāimā iki inek besleyen Beşir Ağa āilesine yeten sütün fazlasını satar ve eline geēen parayı da diğer ihtiyaēlarına sarfederdi. Bu sebeple kendisine Sütēü Beşir Ağa da denilmiştir. Ayrıca ēevredeki fakir fukarāyı araştırıp ihtiyaēlarını görmeyi de büyük zevk edinmişti.

Beşir Ağa, hocası Hacı Kubāy'ın vefātından sonra ve Allahü teālāyı zikir ile meşgul olurken diğer taraftan da kendisine gelen talebelere Ehl-i sünnet yolunu öğretmek iēin gayret sarfetti. Kendisine gelen yediden yetmişe her yaştan kişinin meseleleriyle ilgilenir herkese güleryüz ve tatlılıkla muāmele eder ve herkesin istidādına göre nasīhat ederdi.

Uzaktaki talebelerine de mektuplar göndermek sūretiyle dīnin emirlerini ve yasaklarını hatırlatırdı.

Beşir Ağa'nın talebelerine göndermiş olduğu mektubun bir bölümü şöyledir:

"Ey enbiyā ve evliyānın sırrına āşık olanlar ve buna kavuşmayı isteyenler! Nedir bu hāliniz? Sizler yalnız istigfār okuyup, Allahü teālānın sevgisini elde etmeye gayret gösterip, ilāhī tecellilere kavuşuyor musunuz? İşlerinizde, sözlerinizde dīnin emirlerine uymanızı isterim. Sakın ha! Dīnin emirlerine muhālif olarak, kendi aklınıza göre konuşmayınız. Dīnin emirlerine uymakta aslā ihmālkārlık göstermeyiniz. Zāhirinizi dīnin emirlerine uymakta, bātınınızı Allah sevgisi nūru ile süslemeniz gerekir. Birbirinizle buluştuğunuz zaman, birbirinize sevgi ve tevāzu gösteriniz. Birbirinizle dīnin emirleri ve tasavvuf yolunun ādābı gereğince fāideli şeyler konuşup, mālāyānīden (boş sözlerden) sakınasınız. Yüz bin söz, bir pul kadar etmez. Söz, mānāyı bilmek ve bulmak iēindir. Canın kurtuluşu, mānā iledir. Söz ile kurtuluş olmaz.

Şimdi herbiriniz, yolumuzu candan tākip edip, mānāya kavuşmak, nefs ve şeytanın hīlesinden kurtulmak iēin, cenāb-ı Rabb-ül-ālemīne tam bir teveccüh ile teveccüh eyleyesiniz, yönelesiniz.

Mārifet sanıp, sattığınız (sarfettiğiniz) sözlerden sakınmanız gerektiğini bilmelisiniz. Haramdan sakınmalısınız. Her kim dikkat etmeyip, dīnin emrine uymayan bir iş yaparsa bizden değildir. Onun dilini kesmek lāzımdır."

Otuz altı sene insanlara doğru yolu gösteren Beşir Ağa, feyz ve mārifet yaydı. 1661 (H.1072) senesinde 90 yaşı civārında iken bāzı hasedciler ve kötü kimseler tarafından şehīd edilerek denize atıldı. Böylece kabr-i şerīfi, bahr-ı rahmet-i Rahmān oldu.

 

KAYNAKLAR

1) Sefīnetü'l Evliyā; c.2, s.321

2) İstanbul ve Anadolu Evliyāları; c.2, s.323-325