BEHLÜL-İ DÂNÂ
Meczûb. Hak
âşığı. Çok tanınmış evliyâdan biri. Asıl ismi Vüheyb bin Ömer Sayrâfî'dir.
Behlûl-i Dânâ adıyla şöhret buldu. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir.
Kûfeli olduğu hâlde ömrünün çoğunu Bağdât'ta geçirdi. Hârûn Reşîd'in kardeşi
olduğuna dâir rivâyetler varsa da aslı yoktur. Hârûn Reşîd'e nasîhat verirdi.
Herkese ders olacak hikmetli sözleri çok meşhûrdur. 805 (H.190) senesi Bağdât'ta
vefât etti. Dicle kenarında Şunûziyye kabristanlığına defnedildi.
Behlül-i
Dânâ, zamânın büyüklerinin sohbetlerinde bulundu. Eymen bin Nâbil, Amr bin Dînâr
ve Âsım bin Ebi'n-Necîd'den hadîs-i şerîf öğrendi. İbretli mânâlı sözler
söyledi. Menkıbeleri dilden dile aktarıldı.
Behlül-i
Dânâ bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, oynayan çocuklar gördü.
Çocuklardan biri ise bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlül-i
Dânâ o çocuğun yanına gitti ve; "Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler
alayım da sen de arkadaşlarınla oyna." dedi ve çocuğun başını okşadı. Çocuk
bakışlarını Behlül'e çevirdi ve; "Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık."
dedi. Behlül bu söze şaştı ve çocuğa; "Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık." diye
sordu. Çocuk; "Allahü teâlâyı bilmek ve O'na ibâdet etmek için." dedi. Behlül
hazretleri; "Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Çocuk,
Mü'minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi. Meâlen;
"Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi
zannettiniz?" Hazret-i Behlül tekrar; "Ey çocuk. Sen hakîmâne konuştun. Bana
biraz daha nasîhat et." dedi ve ağlamaya başladı. Kendinden geçmişti. Kendine geldiğinde çocuğa; "Ey
oğlum! Senin günâhın yok. Sen bir çocuksun. Nasıl oluyor da böyle
düşünebiliyorsun?" diye sordu. Çocuk da; "Ey Behlül! Babamı ateş yakarken
gördüm. İri odunları küçük çırpılarla tutuşturuyordu. Ben de Cehennem'in yanan
küçük odunlarından olacağımdan korkuyorum." dedi. Bu sözler üzerine Behlül-i
Dânâ hazretleri tekrar ağladı. Kendinden geçti. Kendine geldiğinde çocuğu
yanında göremedi. Oradakilere bu çocuğun kim olduğunu sordu. Onlar; "Tanımadın
mı?" dediler. Behlül; "Hayır." deyince, onlar; "Bu, hazret-i Hüseyin evlâdından
seyyid bir çocuktur." dediler. Behlül de; "Ancak böyle bir ağacın meyvesi bu
kadar olgun olabilirdi." deyip oradan ayrıldı.
Bir gün
Behlül-i Dânâ'ya; "Basra'daki Hak âşıklarını sayar mısın?" dediler. O; "Bunlar
sayıya sığmaz. İsterseniz öyle olmayanları söyleyeyim. Zîrâ bunlar birkaç
tânedir." diye cevap verdi. Soranlar özür dileyip oradan ayrıldılar.
Bir gün
Behlül'ü kabristanda gördüler. Ayaklarını kabir taşları arasına sokmuş toprakla
oynuyordu. Kendisine; "Ey Behlül ne yapıyorsun?" diye sordular. Onlara gâyet
sâkin olarak; "Bana eziyet etmeyen, gıybetimi yapmayan insanlarla oturup sohbet
ediyorum. Bunlar sağ olanlardan daha emin." diye cevap verdi.
Bir gün
devrin halîfesi Hârûn Reşîd ile karşılaştı. Halîfe; "Seni gördüğüme çok
sevindim. Çünkü uzun zamandır seninle konuşmayı arzu ediyordum." dedi. Hazret-i
Behlül güldü ve; "Benim böyle bir arzum yoktu." cevâbını verdi. Buna rağmen
Hârûn Reşîd kendisinden nasîhat istedi. "Ne nasîhatı istiyorsun? Şu sarayına
bak, bir de kabirlere bak! Bunlardan ibret almayan, nasîhat almayan nelerden
alır! Hâlin ne olacak, ey müminlerin emîri! Yarın Cenâb-ı Hakk'ın huzûruna
çıkacaksın. Büyük küçük yaptığın her şeyden suâl olunacaksın. Bunlara nasıl
cevap vereceksin iyi düşün! Bu hesap zamânında aç ve susuz olacaksın, çıplak
bulunacaksın. Orada bulunanlar sana bakıp gülecekler. Perişan hâlin orada
meydana çıkacak, başka nasîhatı ne yapacaksın?" dedi. Adâleti ile meşhûr olan
Hârûn Reşîd onun nasîhatlarından çok istifâde ettiğini bildirdi.
Bir zaman
Bağdât'ta fiyatlar çok yükselmişti. Hayat pahalılığı çekilmez bir hâl aldı.
Muhammed bin İsmâil bin Ebî Fudayl gelerek; "Ey Behlül! Müslümanların ve bütün
insanların hattâ hayvanların rahatlaması için Allahü teâlâya duâ etmez misin?"
dedi. O şöyle cevap verdi: "Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben bu işe karışmam.
Eğer bir buğday tânesi bir dinar olsa, bize emrettiği gibi Allahü teâlâya ibâdet
etsek, O bize vâdettiği gibi rızkımızı verir." Sonra ellerini birbirine vurarak;
"Ey dünyâyı ve süslerini toplayan, gözleri uykudan lezzet almayan kimse,
nefsinle uğraşıp âhirete bir tedârik yapmadın, kıyâmet gününde Allahü teâlâya ne
cevap vereceksin?" dedi.
Abdullah bin
Mihran anlatıyor: Hârûn Reşîd hacca gitti. Dönüşünde bir müddet Kûfe'de
istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için
sokağa döküldü. Behlül de çıkmıştı. Çocuklar onunla oynayıp eğleniyorlardı. Tam
o sırada Hârûn'un develer üzerinde muhteşem kâfilesi gözüktü. Çocuklar da
Behlül'ü bırakıp onun seyrine koyuldular. Tam Hârûn'un geldiği sırada Behlül
yüksek sesle:
"Ey Hârûn!"
diye seslendi. Hârûn, perdeyi kaldırarak: "Buyur Behlül, ne istiyorsun?" dedi.
Behlül:
"Ey
Müminlerin Emîri! Eymen bin Nâil, Kudame bin Abdülâmir'den bize şöyle haber
verdi ve dedi ki: "Ben Resûl-i ekremi Arafat'tan dönüşte görmüştüm. Kızıl bir
deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi, kimse de kovulmazdı. "Yol
verin, yol verin!" diyen münâdileri de yoktu. Sen de bu usûle riâyet eyle.
Bilmiş ol ki; tevâzu ile yolculuk etmen, kibir ile seyâhatinden hayırlıdır."
Behlül Dânâ
yine; "Bağdât ve etrafını nûrlandırıp aydınlatacak hediyeler götürüyor musun?"
dedi. Halîfe; "Bu hediyeler nasıl olur?" deyince, Behlül hazretleri; "İnsanlara
Allahü teâlânın sevgisini, O'ndan korkmayı, onlara örnek olacak şekilde hâl ve
hareketler, onlar hakkında temiz ve güzel düşüncelere sâhib olmak en güzel
hediyedir." dedi. Bunu dinleyen Hârûn Reşîd ağlayarak; Ey Behlül, biraz daha
anlat!" dedi. Behlül:
"Memleketinin bir köşesinde bir mazlum zulme uğrasa, sen memleketin diğer
köşesinde bile olsan, Allahü teâlâ bunun hesâbını senden soracak. Allahü teâlâ
Kur'ân-ı kerîmde
meâlen; "Şüphesiz ki iyiler Naîm Cenneti'ndedir. Kötüler ise Cehennem'dedir."
buyurdu (İnfitar sûresi: 13-14). Âhirette, Cennet veya Cehennem dışında
gidilecek üçüncü bir yer yoktur. O hâlde hazırlığını buna göre yap."
dedi. Halîfe; "Amellerimiz hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Behlül hazretleri;
"Allahü teâlâdan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan amel makbuldür."
buyurdu. Halîfe; "Peygamber efendimizle, akrabâlık olarak yakınlığımız hakkında
ne dersiniz?" diye sordu. Behlül; "Peygamber efendimize akrabâlıktan ziyâde,
bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir." dedi. Halîfe;
"Peygamber efendimizin şefâatine kavuşabilecek miyiz?" deyince de, Behlül; "Onu
Allahü teâlâ bilir." buyurdu. Halîfe; Nasıl yaşayalım?" diye sordu. Behlül;
"Allah'tan kork. Her hâlinde Muhammed aleyhisselâmın sünnetine tâbi ol. Bu
durumda en kârlı yolu seçmiş olursun." dedi. Halîfe; "Çok güzel söylüyorsun, şu
hediyemi kabûl et." dedi. Behlül hazretleri de; "Onu kimden aldınsa ona ver.
Dünyâdaki sâhipleri yakana yapışmadan önce, verenin yoluna harca. Bunu burada
yap. Âhirete kalırsa onlara bir şey bulup veremezsin, râzı edemezsin." diye
cevap verdi. Parayı almayınca, Hârûn Reşîd; "Para borcun varsa onu ödeyelim."
dedi. Behlül:
"Kûfe'de
birçok ilim sâhipleri vardır. Borç ile borcun ödenmeyeceğinde ittifak
etmişlerdir." dedi. Hârûn Reşîd:
"Bâri
ihtiyâcını temin edelim." deyince, Behlül hazretleri; "Allahü teâlâ senin Rabbin
olduğu gibi, benim de Rabbim'dir. Seni hatırlayıp beni unutması muhâldir."
buyurdu. Hârûn Reşîd, bu sözleri işitince ağladı.
Bir gün
halka doğru yolu göstermek için söylediği sözlerden rahatsız olanlar, Hârûn
Reşîd'e gidip; "Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi
hâlimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır." gibi sözlerle
şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hârûn Reşîd, Behlül Dânâ'yı çağırtıp, halkın
isteğini bildirdi. Behlül Dânâ hiç sesini çıkarmadan sarayı terk etti. Birkaç
koyun alıp kesti, bacaklarından mahallenin köşe başlarına astı. Bunu gören halk
gülerek; "Deliden başka ne beklenir, yaptığı işler hep böyle zâten." diyorlardı.
Aradan günler geçtikçe, asılan hayvanlar kokuyor, bundan da bütün mahalle zarar
görüyordu. Kokudan durulmaz hâle gelince, aynı kişiler Hârûn Reşîd'e gidip,
durumu anlattılar. Behlül Dânâ'yı çağırtıp, sorduğunda: "Bir kötünün herkese
zararı olduğunu herhalde anladılar. Ben bir şey yapmadım, her koyunun kendi
bacağından asıldığını onlara gösterdim." diye cevap verdi.
Hasan bin
Sehl anlatır: Bir gün çocuklar, hazret-i Behlül'e taş atmağa başladılar. Taşın
birisi vücûdunu kanatınca, "Ey çocuklar! Ben, Allahü teâlâya tevekkül ettim. O
elbette bana kâfidir. O ne güzel vekildir. Ancak Allahü teâlâya yaklaşmak insana
rahatlık verir. İnsanlara ezâ ve cefâ yapanlar hiç merhametli olur mu?" dedi.
Ben dayanamadım. "Ey Behlül, çocuklar sana taşla vuruyorlar, sen onlara merhamet
ediyorsun. Bu nasıl iştir?" dedim. O da, "Sus!.. Allahü teâlâ, benim üzüntü ve
acımı, onların da sevincinin çokluğunu elbet biliyor. Bâzımızı, bâzımıza
bağışlaması umulur." buyurdu.
Adamın
birisi namaz kılmaz, diğer ibâdetleri yapmaz ama her gece yatarken; "Yâ Rabbî!
Bana Cennet'ini ver!" diye duâ ederdi. Bir gece aynı şekilde yattı. Geç vakitte,
damdan bir tıkırtı geldiğini hissederek uyandı. Hemen çıkıp; "Kimsin, orada ne
arıyorsun?" dedi. Damda bulunan Behlül Dânâ idi ve; "Devem kayboldu da onu
arıyorum." dedi. Ev sâhibi, "Kaybolan deve damda olması mümkün mü? Bu akılsızlık
değil midir?" deyince, Behlül-i Dânâ; "Senin, hiç ibâdet etmemen ve sonra da
Allahü teâlâdan Cennet'i istemen daha akılsızlık değil midir?" buyurdu. Ev
sâhibi O zaman, Behlül-i Dânâ'nın kendisine nasihat vermek için böyle yaptığını
anladı. Hatâsını anlayıp, tövbe etti ve ibâdetlerini aksatmadan yapmaya başladı.
Bir gün
Behlül-i Dânâ'nın evine hırsız girmiş, evde ne bulduysa götürmüştü. Doğruca
kalkıp kabristânlığa gitti ve kapısına oturdu. Bunun farkına varanlar başına
toplanıp; "Niçin hırsızın peşinden gitmedin de buraya geldin?" dediler. Onlara;
"Yolunu şaşırmış o adamcağızı burada bekliyorum." diye cevap verdi. Bu söze
oradakiler kahkaha ile güldüler ve; "Hay Allah iyiliğini versin, o adamın burada
işi ne?" dediler. Bunun üzerine Behlül hazretleri; "Siz hiç merak etmeyin o
mutlakâ bu kapıya gelecek. Ecel onu buraya getirecektir." buyurdu. Bu sözler
üzerine herkes derin düşüncelere daldı.
Behlül bir
gün Hârûn Reşîd'in taht odasını boş buldu ve çıkıp tahta oturuverdi. Bunu gören
askerler onu kamçı ile dövmeye başladılar. Askerler vurdukça o; "Vah Hârûn Reşîd.
Vah Hârûn Reşîd!" diyordu. O esnâda halîfe geldi ve manzara karşısında donup
kaldı. Askerleri uzaklaştırdıktan sonra; "Ey Behlül! Bu ne hâl?" diye sordu.
Behlül; "Senin için ağlıyorum. Burada tahtı boş bulup bir an oturdum. Bu kadar
kırbaç yedim. Sen ise senelerdir bu tahtın üzerinde oturuyorsun. Hâlin ne olur
diye düşündüm." Hârûn Reşîd; "Peki ne yapmam lâzım?" dedi. Behlül; "Mâdem ki bu
yükün altına girdin. Zulme meyletme. Adâlet üzere ol. Böylece tahtında otur."
buyurdu.
Behlül Dânâ
hazretlerinin halîfe Hârûn Reşîd'e bir nasîhati de şöyle oldu. Bir gün halîfeye;
"Ey Hârûn Reşîd! Yer içinde, yer üzerinde ve göklerde çok olan nedir?" diye
sordu. Hârûn Reşîd; "Bunu bilmeyecek ne var? Yer içinde ölüler, yer üzerinde
hayvanlar ve bitkiler, gökte ise meleklerdir." dedi. Behlül; "Değil." buyurdu.
Halîfe; "Nedir?" deyince, Behlül-i Dânâ; "Ey Halîfe! Yer içinde çok olan
ölülerin pişmanlıkları, yer üzerinde insanların hırs ve tamahı, gökte ise âdil
hükümdarların sevaplarıdır." buyurdu. Bu sözler üzerine Hârûn Reşîd ağlamaya
başladı.
Bir gün
Hârûn Reşîd, Behlül ile görüşmek, hikmetli sözlerini duymak istedi. Bu şekilde
adamlarını gönderip Behlül'ü getirmelerini söyledi. Gidenler Behlül'ü boş bir
mezar içinde uyur buldular. Uyandırdıklarında; "Siz ne yaptınız. Beni pâdişâhlık
makâmından indirdiniz. Şimdi ben ne yapacağım." dedi. Görevliler gidip bu
sözleri halîfeye bildirdiler. Hârûn Reşîd onun bu hâline bir mânâ veremedi,
huzûruna geldiğinde; "Ey Behlül! Bu ne iş. Sen hangi pâdişâhlıktan indirildin?"
dedi. O, bu soru üzerine; "Ey Halîfe! Rüyâmda kendimi hükümdâr olmuş gördüm.
Tahtımda oturuyordum. Hizmetçilerim vardı. Saltanat ve ihtişam içinde idim.
Lâkin senin adamların beni uyandırdı ve tahtımdan oldum." Bu sözlere Hârûn Reşîd
güldü ve; "Ey Behlül! Rüyâdaki pâdişâhlığa îtibâr olur mu?" dedi. Bunun üzerine
Behlül hazretleri; "Ey müminlerin emîri! Benim hükümdarlığım ile seninki
arasında ne fark var. Ben gözlerimi açınca hayat buldum. Sen gözlerini kapayacak
olsan ebediyyen emirlikten düşecek saltanatından olacaksın ve nedâmet, pişmanlık
günün başlayacak. O halde hangimizin hükümdârlığına îtibâr yoktur siz söyleyin."
dedi. Bunun üzerine Hârûn Reşîd söyleyecek söz bulamadı.
Behlül-i
Danâ hazretleri bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, iki kişinin
kıyasıya kavga ettiklerini gördü. Biri diğerine ağza alınmayacak şeyler
söylüyordu. Behlül-i Dânâ onun yanına yaklaşıp; "Sen bize gel ne söylersen söyle
lâkin bizden bir tek kelime karşılık alamazsın." dedi. Öfkeden deliye dönmüş
adam birden durdu ve; "Ey Behlül; Beni o mağlûb edemedi. Lâkin sen mağlûb
ettin." dedi. Böylece kavgacılar dövüşü bırakarak hatâlarını anladılar.
Bir gün
halîfe Hârûn Reşîd Behlül-i Dânâ'ya kıymetli bir hırka hediye etmek istedi: "Ey
Behlül! Şu paha biçilmez hırkayı giy. Benim sana hediyemdir." dedi. Behlül-i
Dânâ hazretleri geri çekilip; "Ben ancak pamuklu hırka giyebilirim. Pederimin
bana nasîhat ve vasiyeti şu idi: "Oğlum! Toprak üstünde yat. Lâkin bir döşek
kazanmak için kimsenin önünde eğilip, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin."
Birisi
Behlül-i Dânâ'ya gidip; "Ey Behlül! Oğlum vefât etti. Kabir taşına ne yazayım."
dedi. Behlül hazretleri buna gülüp; "Dün altımda olan çimenler bugün üstümde
yeşerdi. Ey yolcu, bil ki şu toprak, günahlardan başka her şeyi örtmektedir,
yaz." dedi.
Behlül-i
Dânâ hazretleri şu beytleri sık sık okurdu:
"Bayram, yeni elbiseler giyenler için değildir.
Ancak ilâhî azâptan emin olanlar içindir.
Bayram bineklere binenler için de değildir.
Ancak hatâ ve isyânı bırakanlar içindir."
Behlül-i
Dânâ, duâsı makbul bir zâttı. Aşağıdaki şiir onundur:
Hırsı bırak da, yorulma;
Geçimde tamaha kapılma...
Niçin malı cem edersin;
Kime topladın bilemezsin!
Rızık vaktiyle ayrıldı;
Sû-i zan faydasız kaldı...
Her hırs sâhibi fakirdir;
Her kanaatkârsa zengin.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BİZ DE VAKTİYLE
GÜZEL YİYECEKLERDİK!
Halîfe Hârûn
Reşîd bir gün Behlül-i Dânâ ile sohbet ederken; "Ey Behlül! Sana sarayımda bir
oda ve hizmetçiler vereyim. Yeter ki bu eski elbiselerden kurtul. Yenilerini
giy. İnsanlar arasına karış." dedi.
Bunun
üzerine hazret-i Behlül; "Müsâde ederseniz bir danışayım." dedi. Halîfe; "Kime
danışacaksın, kimsen yok ki?" diye cevap verdi. Behlül de; "Ben danışacağım yeri
biliyorum." dedi ve oradan ayrıldı. Hârûn Reşîd arkasından adamlar salıp
danışacağı yeri öğrenmek istedi. Behlül gide gide şehir dışında bir mezbeleliğe
gitti. Başını eğip bir şeyler dinlermiş gibi yaptı. Bir şeyler söylendi. Daha
sonra oradan ayrıldı. Saraya yöneldi. Sultanın adamları ondan önce saraya dönüp
hâdiseyi halîfeye bildirmişlerdi. Behlül huzûra girince, halîfe Hârûn Reşîd ona;
"Ey Behlül! Söyle bakalım vereceğin cevâbı." dedi.
Behlül;
"Danıştım efendim. Lâkin insanlar arasına karışmam mümkün değil." dedi. Halîfe
heybetle; "Ey Behlül! Sen gidip çöplere danışmışsın, haberim oldu." dedi. Behlül
de; "Doğru söylüyorsun ben de onlara danıştım. Onlar bana cevap verdiler ve;
Ey Behlül!
Biz de vaktiyle en güzel ve nefis yiyecekler idik. Bütün güzellikler bizde idi.
Sevgi ve itibarımız çoktu. Ne zaman ki insanlar arasına karıştık. İşte bu hâle
geldik. Çöpe atıldık. Sen de sakın insanların arasına karışma." dediler. Bu
sözlerdeki ince mânâları anlayan Hârûn Reşîd: "Haklısın." deyip düşüncelere
daldı.
BEYİTLER
HER KOYUN KENDİ
BACAĞINDAN
Behlül Dânâ şehirde, dolaşıp ara sıra,
Nasîhat ediyordu, bir kısım insanlara.
Ve eğer görür ise, bâzı yanlış işleri,
Derhal îkâz ederdi, gidip o kişileri.
Bu durumdan rahatsız olan bâzı kişi de,
Şikâyet eylediler, onu Hârûn Reşîd'e.
Dediler ki: "Behlül'e, söyleyin de ey sultan,
Yaptığımız işlere, karışmasın her zaman.
Bizim günahımızla, ne derdi var ki onun,
Hem kendi bacağından, asılmaz mı her koyun?"
Çağırdı Hârûn Reşîd, Behlül'ü sarayına,
Halkın şikâyetini, söyledi aynen ona.
O, terk etti sarayı, hiç bir cevap vermeden,
Ve bir kaç koyun alıp, onları kesti hemen.
Her sokağın başına, o kesik koyunları,
Kendi bacaklarından, asıverdi onları.
İnsanlar bunu görüp, dediler: "Ne olacak,
Delinin yapacağı, nihâyet budur ancak."
Lâkin günler geçtikçe, o etler kokuyordu,
Bundan bütün mahalle, rahatsız oluyordu.
Artık durulmaz oldu, bu kokudan nihâyet,
Halk gidip halîfeye, eylediler şikâyet.
Dediler: "Ey halîfe, Behlül'e söyleyiniz,
Astığı koyunlardan, bîzar olduk hepimiz."
Hârûn Reşîd, Behlül'ü çağırıp sordu hemen,
O ise şöyle dedi, halîfeye cevâben:
"Kendi bacaklarından, astım ben her koyunu,
Ne için şikâyete, geldiler size bunu?
Demek ki bu şekilde, asılsa da her koyun,
Kokunca, her insana, zararı varmış onun.
Anlatmak istedim ki, onlara ben bu halle,
"Bir kötünün şerrini, çeker bütün mahalle."
ÖLÜM BİR
NASÎHATTİR
Hârun Reşid devrinde, yaşayan velî bir zât,
Aslen Kûfeliyse de, Bağdat'ta sürdü hayat.
Hârûn Reşîd bu zâtı, kıymetli tutuyordu,
Nasîhatları ile, ferahlık duyuyordu.
Bir gün onu görünce, dedi ki: "Beni dinle,
Görüşmek istiyordum, çok zamandır seninle."
O, oralı olmayıp, etmedi hiç iltifât,
Dedi: "Öyle bir arzu, olmadı bende fakat."
Kızmadı Hârûn Reşîd, cevâbına Behlül'ün,
Dedi: "Biraz nasîhat, etsene bana bu gün."
Buyurdu: "Ey hükümdâr, ne diyeyim ben sana,
Bir şu sarayına bak, bir de şu kabristana.
Bundan ibret almayan, başka neden alır ki,
Ölümden daha büyük, nasihatçı var mı ki?
Ey emîrel müminin, nolacak senin hâlin?
Huzûr-u ilâhîye, çıkarsın sen de yârın.
İşlediğin her işten, soracaklar sana hep,
Onlara verilecek, cevâbın var mı acep?
O gün çıkar meydana, çok perişan olduğun,
Başka ne nasîhati, istiyorsun ey Hârun?"
KAYNAKLAR
1) Fevâtü'l Vefâyât; c.1, s.228, 230
2) El-A'lâm; c.2, s.77
3) El-Beyân ve't-Tebyîn; c.2, s.230
4) Tabakâtü'l Kübrâ li'ş-Şa'rânî; c.1, s.68
5) Ravd-ur-Reyyâhîn; s.60
6) Muhâdarât-ül-Ebrâr; s.409
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.137
|