|
AYN-ÜL-KUDÂT HEMEDÂNÎ
Büyük
velîlerden ve fıkıh âlimi. İsmi Abdullah olup, babasınınki Muhammed'dir. Künyesi
Ebü'l-Meâlî, nisbeti ise Hemedânî'dir. Kâdıların gözbebeği anlamına gelen "Ayn-ül-Kudât"
lakabıyla meşhur oldu. Doğum târihi ve yeri belli değildir.
Ayn-ül-Kudât
küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. İmâm-ı Gazâlî'nin eserlerini mütâlaa etmeye
başlayınca, maksadına kavuştuğunu anladı. Tam dört sene İmâm-ı Gazâlî'nin
eserlerini okuyup, inceledi. Kendi kendine; "Ey gönül! Artık Allahü teâlâya
kavuşturan yolu buldun. Bundan sonra senin dünyâya meyletmenin sebebi nedir?"
diye sordu. Bu sırada Hemedan'a İmâm-ı Gazâlî'nin kardeşi Ahmed Gazâlî geldi.
Onun sohbetine yirmi gün kadar devâm etmekle şereflendi. Bu zaman içinde daha
önce onda bulunmayan tasavvuf derecelerine kavuştu. Öyle bir aşk hâli hâsıl oldu
ki, bir an önce bu fâni âlemden çıkıp, Allahü teâlâya kavuşmak istiyordu. Kendi
kendine şöyle düşünüyordu: "Nûh aleyhisselâmın ömrü kadar yaşasam, yine
ölmeyecek miyim? Bu dünyâda kim ebedî kalıp, âhirete göç etmedi?" Bundan sonra
aldığı her nefeste âhirete olan arzu ve isteği arttı.
Bir gün Ayn-ül-Kudât,
Hemedan âlimleri ile sohbet ediyordu. Orada bulunanlardan birisi aşka gelip;
"Benim ölüme olan arzum çok fazlalaştı." dedi. Ayn-ül-Kudât da; "Mâdem ki ölümü
çok istiyorsun, öyleyse öl!" dedi. O kimse birden tuhaflaşıp, orada öldü.
Sohbette zamânın müftüsü de vardı. Ayn-ül-Kudât'a dönerek; "Diriyi öldürdüğün
gibi, ölüyü de diriltebilir misin?" diye sorunca, o da; "Ölen kimdir?" diye
sordu. Fakîr Mahmûd olduğunu söylediler. Ayn-ül-Kudât ellerini açıp; "Yâ Rabbî!
Bu fakir Mahmûd kuluna can ver!" deyince, Allahü teâlânın izniyle derhal
dirildi.
Ayn-ül-Kudât
bir sohbetinde şöyle buyurdu: "Kalp, Allahü teâlânın evidir. Dâvûd aleyhisselâm;
"Yâ Rabbî! Seni nerede arayayım!" deyince, cevap olarak; "Ben, benim için
kalpleri kırılmış,
benim için kalpleri harâb olmuşların (evliyânın) yanındayım." buyruldu. Yine bu
mânâdaki hadîs-i kudsîde buyruldu ki: "Yere ve göğe sığmam, ancak mümin
kulumun kalbine sığarım."
Hakîkî îmâna
kavuşan kimseler, Allahü teâlânın himâyesinde
olurlar. Hakîkata vâsıl olmuşlardır. Bunlar hakkında hadîs-i kudsîde buyruldu
ki: "Evliyâm, kubbem (örtüm) altındadır. Onları benden başkası
tanımaz. Bunların hâlleri, halkın anlayışlarına sığmaz. Halkın bunlar hakkında
bildikleri, benzetme ve temsilden öteye geçmez. Bunlar öyle bir kâfiledir ki,
Allahü teâlâya verdikleri ahde vefâ gösterirler." Hadîs-i şerîfte buyruldu
ki; "Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, kalbleri güneşten daha parlak,
fiilleri (amelleri) peygamberlerin amelleri gibidir (yâni kerâmetleri
vardır). Onlar, Allah katında şehîdler mertebesindedirler."
Başka bir
hadîs-i şerîfte buyruldu
ki: "Size bir kavim bildiriyorum ki, onların Allah katında mertebeleri benim
gibidir. Ancak onlar, peygamberler, şehîdler değildir. Enbiyâ ve şühedâ onlara
gıbta ederler. Onlar birbirine, Allah rızâsı için muhabbet ederler."
Başka bir
hadîs-i şerîfte ise;
"İnsanlar üç kısımdır. Birinci kısım, hayvanlara benzer. İkinci kısım,
meleklere benzer. Üçüncü kısım, Peygamberlere benzer." buyruldu. Birinci
kısımda olanların maksadı, hayvanlar gibi yiyip içmektir. Bunlar hakkında A'râf
sûresinin 179. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: "Onlar dört ayaklı
hayvanlar gibidir. Belki daha da aşağıdırlar." İkinci kısımdakilerin
maksadı, melekler gibi tesbîh, namaz, oruç gibi ibâdetlerdir. Üçüncü kısım
insanların hizmeti, maksadı, aşk-ı ilâhî rızâ-yı Bârî, muhabbetullah ve Allahü
teâlâya teslim olmaktır.
Ayn-ül-Kudât
Hemedânî halk arasında çok sevilen, îtibâr edilen bir zât idi. Bu sebepten
kendisini çekemeyenler, hased edenler çıktı. Vezir Ebü'l-Kâsım, bunlardan
biriydi. Fakat sultanın sevdiği, devletin ileri gelenlerinden olan Azîz ise, Ayn-ül-Kudât'a
çok hürmet eder, muhabbetini izhâr ederdi. Bir ara Azîz, bir musîbete uğrayıp,
bulunduğu mevkîden ayrılınca, vezîr Ebü'l-Kâsım, Abdullah Ayn-ül-Kudât
imzâsıyla, dînin emir ve yasaklarına aykırı bir yazı hazırladı. Devrin
âlimlerini toplayıp, bu yazıyı okuttu ve; "Böyle söyleyen bir kimsenin
dînimizdeki yeri nedir?" diye sordu. Âlimler de; "Öldürülmesi lâzımdır." diye
cevap verdiler. Böyle bir iftirâya uğrayan Abdullah Ayn-ül-Kudât, Hemedan'da
1131 (H.525)
senesinde idâm edilerek şehîd oldu. "Abdullah Ayn-ül-Kudât'ın öldürülme zamânı
yaklaşıp, asılmak için darağacına getirildiğinde, Şuarâ sûresinin son âyetini,
meâlen; "Zâlimler yakında nereye rücû edeceklerini (döneceklerini)
bilecekler." okudu."
Ayn-ül-Kudât
Hemedânî buyurdu ki:
Biliniz ki,
ilim üç kısımdır. Birincisi, Âdemoğlunun ilmidir. İkincisi, meleklerin ilmidir.
Üçüncüsü ise, mahlûkâtın ve mevcûdâtın ilmidir. Bu kısımlardan başka dördüncü
kısım vardır ki, bu da Allahü teâlânın ilmidir. Bu ilme, ilm-i meknûn (sır ilmi)
de denir. Bu ilmi, Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Hadîs-i
şerîfte buyruldu ki: "İlim Çin'de de olsa alınız." Başka bir hadîs-i
şerîfte ise; "Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir."
buyruldu.
"Her beldeye
tabîb-i hâzık olan bir âlim lâzımdır. Bu âlim sebebiyle insanlar tedâvî olup,
dertlerine derman bulur. Bu âlimi terk edenler, ilacı terk etmişler demektir.
Böyle kimselere lâyık olan, hastalık içinde bulunmaktır. Enfâl sûresi 12. âyet-i
kerîmesinde meâlen buyruldu
ki: "Eğer Allahü teâlâ, ezelî ilminde onlarda hayır ve saâdet takdîr etmiş
olsaydı, onlara hakkı işittirirdi." Yâni Allahü
teâlâ onları
hayırlı eyleseydi onlara hayrı işittirirdi.
Ayn-ül-Kudât
Hemedânî'nin;
Zübdet-ül-Hakâik (Tasavvuf ehlinin sözlerinin yer aldığı bir eserdir),
Medâr-ül-Uyûb fit-Tasavvuf ve Er-Risâlet-ül-Yemîniyye adlı eserleri
vardır.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
ELİNİ GÖĞSÜNE
KOY
Bir
talebesine şöyle nasîhat etti:
Kalbinin
ürperdiği işi yapma! Nefsine uyma! Şüphe ettiğin işlerde kalbine
danış! Hadîs-i şerîfte
buyruldu ki: "Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir. Nefsi
azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır." Yine hadîs-i şerîfte; "Helâl
olan şeyler bellidir. Haramlar da bildirilmiştir. Şüpheli olanlardan kaçınız.
Şüphesiz bildiklerinizi yapınız!" buyruldu. Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki,
şüphe edilen ve kalbi sıkan şeyi yapmamalıdır. Şüphe edilmeyeni yapmak câiz
olur. Şüpheli bir şeyle karşılaşınca, eli kalb üzerine koymalı. Kalp çarpması
artmazsa, o şeyi yapmalı. Eğer fazla çarparsa, yapmamalıdır. Hadîs-i şerîfte
buyruldu ki: "Elini göğsüne koy! Helâl şeyde kalp sâkin olur. Haram şeyde
çarpıntı olur. Şüpheye düşersen yapma! Din adamları fetvâ verseler de yapma!"Îmânı
olan kimse, büyük günâha
düşmemek için, küçük günahtan kaçar.
İnsanların
söz taşımalarını dinleme. Zîrâ hadîs-i
şerîfte; "Nemmâm (Koğucu,
söz taşıyan) Cennet'e giremez." buyruldu. İnsanların ayıplarını görme.
Hadîs-i şerîfte; "İnsanların ayıplarını araştırmayınız." buyruldu. Sonra
müşkil bir mesele olursa, ehlini buluncaya kadar sabret.
Nefsine
uyarak sabrı elden bırakma! Zîrâ nefsin senin en büyük düşmanın olup, sabretmene
mâni olmaya çalışır. Sen her hâlükârda sabrı terketme!
KAYNAKLAR
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.5, s.132
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye; c.7, s.128
3) Keşf-üz-Zünûn; s.901
4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.455
5) Şezerât-üz-Zeheb; c.4, s.75
6) Nefehât-ül-Üns, s.471
7) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.260
8) Sefînet-ül-Evliyâ; s.168
9) The Sûfi Orders in Islâm; s.53
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.6, s.127
11) Brockelmann; Gal.1, s.490, Sup.1, s.674
|
|