|
ÂMİR BİN ABDULLAH ANBERÎ
Tâbiînden ve
evliyânın meşhurlarından. Sahâbî olduğuna dâir rivâyetler de vardır. İsmi Âmir
bin Abdullah bin Abdülkays et-Temîmî el-Basrî'dir. Künyesi, Ebû Amr'dır. Bâzı
Kaynaklarda da Ebû Abdullah künyesiyle ve Âmir bin Abdülkays ismiyle
geçmektedir. Benî Temîm kabîlesinin Benî Anber koluna mensub olduğundan Anberî
nisbesiyle anılmaktadır. Doğum târihi belli değildir. 674 (H.55) senesinde
Kudüs'te vefât etti. Eshâb-ı kirâmdan hazret-i Ömer'i, hazret-i Osman'ı ve
Abdullah bin Mes'ûd gibi büyükleri gördü. Hazret-i Ömer'den ve Selmân-ı
Fârisî'den hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden, Hasan-ı Basrî ve Muhammed
bin Sîrîn rivâyette bulunmuşlardır.
Âmir bin
Abdullah, hazret-i Ömer'in halîfeliği sırasında Medâin ve Tüster'in fethine
katıldı. Sonra da Basra'ya yerleşti. Basra'da vâli Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den kırâat
ilmini öğrendi. Kendisi de ders verir, vaktinin çoğunu Kur'ân-ı kerîm ve kırâat
ilmini öğretmekle geçirirdi. Ayrıca yapılan savaşlara katılır, cihâd ederdi.
Savaşa çıktıkları zaman arkadaşlarının hizmetini, müezzinliği o yapardı. Ayrıca
arkadaşlarına mümkün olan her ikrâmı yapmaya çalışırdı. Bu üç hususu kendisinin
yapmasını şart koşar, kabûl edenlerle yol arkadaşı olurdu. Yaşayışı gâyet
sâdeydi. Az yer ve çok ibâdet ederdi. Hiç evlenmemişti. Hâli bir yerden bir yere
gitmek üzere olan yolcu gibi olup, dünyâya rağbet etmezdi. Geceleri namaz kılar,
gündüz oruç tutardı. Namaza durduğu zaman şeytan gelip secde edeceği yere
uzanırdı. Bunun farkına varıp şeytanı secde yerinden eliyle kovardı. O namaz
kılarken şeytan yılan şeklinde gelip gömleğinin içine girer, kolundan çıkardı.
Bu hali görenler hayret edip, namazdan sonra, yanına yaklaşıp, yılanı niçin
kovmadığını sorarlardı. O ise; "Vallahi ben namaza durduktan sonra koynuma girip
gömleğimin kolundan çıktığını söylediğiniz bu yılandan hiç haberim yok, farkında
değilim. Allahü teâlâdan başkasından korkmaktan Allah'dan utanırım." derdi.
Bir gün bir
kâfile ile yolculuğa çıkmıştı. Epey yol aldıktan sonra karşılarına korkunç bir
arslan çıkıverdi. Yolcular korku ve şaşkınlık içinde donakaldılar. Dehşete ve
telâşa düştüler. Onların bu hâlini görüp ne oldu size? diye sorunca, kendilerine
doğru yaklaşmakta olan arslanı gösterdiklerinde, arslana yaklaşıp ağzını tuttu.
Aslan onu görünce sâkinleşti hareketsiz bir halde durdu. Kervandakiler oradan
geçip gittiler. Sonra arslanı bıraktı. Hiç kimse zarar görmedi.
Kışın
şiddetli soğuklarda abdest alacağı zaman soğuk su, sıcak su olurdu. Biri bir şey
hediye ettiği zaman alıp cebine kor, karşılaştığı herkese verir ve o hiç
eksilmezdi.
Son derece
kanâatkâr ve merhamet sâhibi idi. Garibleri, özürlü ve delileri toplar onlara
yemek yedirir, ikrâmda bulunurdu. Bunlar yemeği, ikrâmı ne bilir diyenlere; "Allahü
teâlânın bilmesi kâfidir." cevâbını verirdi. Bir ibriği vardı. Abdest almak
isteyince ibrikten su akardı. Acıkınca da aynı ibrikten süt akardı. "Dünyâda gam
ve kederler var. Âhirette ise hesab ve Cehennem var! İnsan nasıl rahat ve
ferahlık içinde olabilir! Mal, kadın, uyku ve yemek dünyâ lezzetleridir. İlk
ikisine ihtiyâcım yok, uyku ve yemeğe gelince onları da gayretimle yenmeğe
çalışacağım." buyururdu.
Vefâtına
sebeb olan hastalığa tutulduğu zaman; "Niçin ağlıyorsun, ölümden mi
korkuyorsun?" dediler. "Benden daha çok ağlamaya lâyık kim var? Dünyâ hırsıyla
veya ölüm korkusuyla ağlamıyorum. Fakat yolun uzunluğundan ve azığın azlığından
ağlıyorum. Gecelerimi hep Cennet'e kavuşma ümidiyle ve Cehennem'e düşme
korkusuyla geçirdim. Şimdi hangisine gideceğimi bilmiyorum! Sıcak günlerde oruç
tutmaktan, uzun gecelerde namaz kılmaktan mahrum kalacağım için ağlıyorum. Çünkü
dünyâ, kederler, üzüntüler yeridir. Âhiret ise, cezâ ve mükâfat yeridir."
Buyurdu ki:
Kalbimde Allahü teâlânın sevgisi, muhabbeti yerleştikten sonra başıma gelen
şeylere aldırmam. Bu muhabbet olduktan sonra günüm nasıl geçerse geçsin, nasıl
sabahlarsam sabahlayayım umurumda değil!..
Duâ isteyen
birine; "Allahü
teâlâya itâat et, emirlerine uy, sonra duâ et, kabûl eder." dedi.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
DÜNYÂYA DALAN
Âmir bin
Abdullah'a; dünyâya dalan, keyfine düşkün olan ehl-i hevâ için ne dersin diye
sorulunca; "Onlar hakkında ne söylememi istersiniz. Eshâb-ı kirâmdan biriyle
görüşüp, sohbet ettim. Şöyle söyledi: "Bize bildirildi ki, kıyâmet günü îmânı en
nurlu olanlar dünyâda iken nefsini şiddetle hesâba çekenlerdir. Dünyâya dalarak
çok sevinenler, kıyâmet gününde üzüntüsü en şiddetli olacak olanlardır. Dünyâda
çok gülenler, kıyâmet günü çok ağlarlar. Yine bize bildirildi ki, Allahü teâlâ
emir ve yasaklar bildirdi. Emirlere uyup yasaklardan sakınanlar Cennet'e girer.
Emirleri yapıp yasaklardan sakınmayan ve sonra da tövbe eden, azapla ve
korkularla karşılaşır sonra Cennet'e girer. Emirlere uyup, yasaklardan
sakınmayan ve bunda ısrar edip bu hâl üzere ölenleri ise, Allahü teâlâ dilerse
affeder, dilerse azâb eder."
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.87
2)
Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c.7, s.103
3)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.51
4)
Tehzîbü't-Tehzîb; c.5, s.77
5) El-A'lâm;
c.3, s.252
|
|