ALÂEDDÎN GONCDÜVÂNÎ
Buhârâ'da
yetişen evliyâdan. İsmi, Alâeddîn, nisbeti Goncdüvânî'dir. Buhâra'da Goncdüvan
köyünde doğup yetişen Hâce Alâeddîn'in, doğum v,e vefât târihleri ve hâl
tercümesi hakkında fazla mâlûmât bulunamamıştır. Dokuzuncu asrın ortalarında
vefât ettiği bilinmektedir. Mübârek kabri, Buhârâ'nın güneyinde bulunan Fîl-i
Merze isimli beldenin ortasındaki bir tepeciğin üzerindedir.
Gençliğinde
Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin talebelerinden oldu. Behâeddîn-i Nakşibend
vefât edinceye kadar, onun hizmet ve sohbetinde bulundu. Yanından hiç ayrılmadı.
Şâh-ı Nakşibend vefât edince, Hâce Muhammed Pârisâ ve Ebû Nasr-ı Pârisâ
hazretlerinin sohbetlerine devâm etti.
Ömrünü ilim
öğrenmek ve öğretmek yolunda harcayan Alâeddîn-i Goncdüvânî, bu yolun edeb ve
usûlüne uymakta son derece gayretli idi. Tasavvuf halleri kendisini o derece
kaplamıştı ki, söz söylerken kendinden geçtiği olurdu. Tasavvuf ve hakîkat
yolunda emek sarfedip uğraşanlar içinde, yükseklik bakımından, görülen az
kimselerden biri de Alâeddîn-i Goncdüvânî'dir. Zamânını o kadar kıymetlendirirdi
ki, boşa geçirdiği bir ânı yoktu. Bir an Allahü teâlâdan gâfil olmazdı. Kendini
bildiği andan îtibâren uykuda olsun, uyanık iken olsun, bir serçe kuşunun başını
suya sokup çıkaracağı zaman kadar bile gaflette olmadı. Nâdir insanlarda
görülen, gâyet derin, kendinden geçme hâlleri vardı.
Muhammed
Pârisâ Buhâra'da bulunduğu sırada, Alâeddîn Goncdüvânî doksan yaşlarında idi.
Birgün Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin kabrini ziyâret için Kasr-ı Ârifân şehrine
gitti. Ziyâretten dönerken, yolda Alâeddîn Goncdüvânî'ye rastladı. Alâeddîn
Goncdüvânî ona;
"Ben de
sizi, geceyi kabrin başında geçirir zannetmiştim. Buraya onun için geldim."
dedi. Bu söz üzerine Muhammed Pârisâ ona katıldı ve geri döndü. Birlikte Kasr-ı
Ârifân'a gelip yatsı namazını berâber kıldılar. Namazdan sonra;
"Sizin gibi
Hak yolunda bir merde bu geceyi uyumadan ihyâ edip, ibâdetle geçirmek düşer."
dedi. Kendisi de, yatsıdan sabah namazına kadar öyle bir kendinden geçme ve
teveccüh hâliyle diz çökerek oturdu ki, dizleri bile kıpırdamadı. İnsanın
rûhunda kendinden geçme hâli olmadan, iki diz üstünde kımıldamadan sabaha kadar
durması hiç kimsenin harcı değildir. Muhammed Pârisâ genç olmasına rağmen, o
gece o kadar yorgun ve hâlsiz düştü ki oturduğu yerde uyuyup kalmamak ve biraz
açılmak için ayağa kalktı. Alâeddîn Goncdüvânî ona;
"Ağırlığını
atmaya mı çalışıyorsun?" dedi. Sonra yine murâkabeye vardı."
Hâce
Alâeddîn Goncdüvânî, Hâce Ubeydullah-i Ahrâr'a nasîhat ederek buyurdu ki:
"Tasavvuf
yolunda ilerlemek için çok çalış. Bu çalışmayı aslâ bırakma. Şunu iyi bil ki,
çalışmadan ele geçen şeyler, devamlı ve kalıcı olamaz."
Hâce
Muhammed Pârisâ, yanlarında birkaç büyük âlim ile berâber sefere çıkacaklardı.
Bu yolculukta, Alâeddîn-i Goncdüvânî'nin de yanlarında olmasını arzu etti.
HâceAlâeddîn, bu sırada doksan yaşını geçmişti ve yolculuk meşakkatine tahammül
edebilecek hâlde değildi. Yakınları Hâce Muhammed Pârisâ'ya;
"Efendim,
HâceAlâeddîn, yaşının ilerlemesi sebebiyle yolculuğa çıkacak hâlde değildir.
Ondan bir hizmet beklenmez. Onu mâzur görseniz..." dediler. Bunun üzerine Hâce
Muhammed Pârisâ;
"O, öyle bir
kimsedir ki, ondan hizmet diye bir şey beklemiyoruz. Fakat onun yüzünü
gördüğümüz zaman, yolumuzun büyüklerini hatırlıyoruz. Yüzünde o büyüklerin sıfat
ve latîfelerini görüyoruz. Onun bize bunu göstermekten daha büyük yardım ve
hizmeti olamaz. Bu bize kâfi değil midir?" buyurdu.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
KERÂMETİNİ GÖREYİM
Ubeydullah-i
Ahrâr Semerkand'da iken müthiş bir göz ağrısına tutuldu. Kırk gün bu acıyı
çekti. O zaman içine, üstün vasıflarını, hâllerini çok işittiği Alâeddîn
Goncdüvanî'yi görmek arzusu düştü. Fakat mübârek yüzlerini görmek nasîb
olmamıştı. Buhârâ'ya gitti. Namaz kılmak için bir mescide girdi. Mescidin
köşesinde, nûr yüzlü ihtiyar bir zât duruyordu. Ona kapılarak, üç gün
sohbetinden ayrılmadı. Üçüncü günü;
"Günlerdir
gelip bizimle sohbet ediyorsun. Murâdın nedir? Eğer bu adam şeyhtir, kerâmetini
göreyim diye geliyorsan, bizde öyle şey arama! Ama sohbetimizi beğendiysen ve
kendinde bir değişiklik hissediyorsan, sana ve bana mübârek olsun." buyurdu.
Meğer bu zât, Alâeddîn Goncdüvânî imiş, bu sözlerinden sonra da, Ubeydullah-ı
Ahrâr'ın göz ağrıları birden kesildi."
KAYNAKLAR
1) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Arabî); s.60
2) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Osmanlıca); s.103
3) Hadîkat-ül-Verdiyye; s.144
4) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.251
|