|
AHMED SİYÂHÎ
Kastamonu
velîlerinden. 1777 (H.1191) senesinde Kastamonu'nun Kırkçeşme mahallesi Ahmed
Dede Caddesindeki evde doğdu. Babası Sadi tarikatı dervişlerinden Demirci Ahmed
Efendidir.
Ahmed
Siyahî, Kur'ân-ı kerîm okumayı zamanın zâhid ve âbidlerinden olan Şâbân
Efendiden öğrendi. İlk tahsîline Mustafa Efendi isimli bir zâtın huzûrunda
başladı. Amasyalı Uzun Ali Efendinin derslerine devam ederek ilmini genişletti.
Nakşibendiyye yolunun büyüklerinden Hoca Nu'man Efendi Şeyh Hicâbî'nin
sohbetlerinde bulunarak çok istifade etti. Bu hocalardan icâzet aldıktan sonra
Çorum'a gitti. Burada Yûsuf-ı Bahrî Efendiden hadîs ilmini öğrendi ve akranları
arasında Hâfız-ı hadîs ünvânı aldı. Birkaç defâ Çerkeş'e gitti ve Halvetiyye
yolu büyüklerinden Şeyh Mustafa Efendinin sohbetlerinde bulundu. Şeyh Mustafa
Efendi; "Senin feyzine sebeb olan zâtın ismi Hâlid olacak. Onu ara." diye
tavsiyede bulundu.
Ahmed Siyâhî
Efendi, kendisini irşâd edecek, yetiştirecek Hâlid ismindeki zâtı aramaya
başladı. Karadan hacca gitmek üzere yola çıktı. Şam'a vardığı zaman
Nakşibendiyye yolunun büyüğü Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin ismini
duyunca; "Hocam Şeyh Mustafa Efendinin buyurduğu Hâlid bu olabilir." diyerek
hemen sohbetlerine devam etti ve talebeleri arasına katıldı. Hocası Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî ile birlikte hacca gitti. Ahmed Siyâhî, başına devamlı siyah
sarık sardığı için Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî tarafından "Siyâhî" lakabı verildi.
Hac ibâdetini tamamladıktan sonra hocası ile tekrar Şam'a dönerek bir müddet
daha kaldı. Mevlânâ Hâlid hazretleri ona, insanlara Allahü teâlânın emir ve
yasaklarını öğretmesi, doğru yolu göstermesi için icâzet, diploma verip
vazîfelendirince, 1827 senesinde Kastamonu'ya döndü.
Kastamonu'ya
dönüşünde Abdülbâkî Medresesi müderrisliğine tâyin edildi. Bir taraftan
talebelere ilim öğretir, diğer taraftan insanlara Allahü teâlânın emir ve
yasaklarını anlatırdı. Kendisini sevenleri ve talebeleri gün geçtikçe arttığı
halde, çekemeyen, karşı çıkan ve düşmanlık besleyenler de vardı. Bir gün Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin meşhur halîfelerinden Abdülfettâh-ı Akrî
hazretleri Bağdât'tan İstanbul'a gelirken Ahmed Siyâhî'yi ziyâret için
Kastamonu'ya uğradı. Bu durum şeyhi ve talebelerini çok sevindirdi. Ayrıca
şeyhin büyüklüğünü göremeyenlerin gözlerindeki perdelerin açılmasına yol açtı.
Nitekim Kastamonu âlimlerinden olup şeyhin büyüklüğünü kabul etmeyen Keskinzâde
Ahmed Efendi, Abdülfettâh Efendiye gelerek tasavvuf dersleri almak istedi. Bu
taleb üzerine Abdülfettah-ı Akrî; "Şeyh Siyâhî buradayken bizim ders vermemiz
edebe uygun olmaz." diyerek onun yetiştirilmesini Ahmed Siyâhî'ye havâle etti.
Keskinzâde de şeyhten özür dileyip talebesi oldu.
Merdoğlu
isminde hayırsever bir zengin evini medrese haline getirip, talebe yetiştirmesi
için Hacı Ahmed Siyâhî'nin emrine verdi. Ahmed Siyâhî Efendi; Merdoğlu Medresesi
veya Hacı Ahmed Efendi Medresesi ismi ile bilinen bu medresede uzun yıllar ders
verdi ve talebe yetiştirdi. 1861 senesinde Mâliye Nâzırı olan Safvetî Paşanın
arzı ve Sultan Abdülmecîd Hanın irâdesiyle Câmii şerîfin karşısında bir dergâh
inşâ edildi. Dergâh yapılırken etrâfında yer alan üç evin satın alınarak ilave
edilmesi düşünüldüğü halde, sahiplerinin şiddetli itirazı sonucu gerçekleşmedi.
Bu hal üzerine Ahmed Siyâhî Efendi; "Bu evler sultanımız hazret-i Hâlid
tarafından dergâhımıza ilâve buyurulmuştur. Şimdiki halde karşı çıkan sâhipleri
bir gün gelir, kendi rızâlarıyla terk edip, satarlar." buyurdu. Ahmed Siyâhî
Efendinin bu sözleri, kendisinin vefâtı ve muhterem oğullarından Şeyh Seyyid
Efendinin zamânında gerçekleşti ve şöyle oldu: O evlerden birinin sâhibi evini
şeyh hazretlerine sağlığında satmadığı gibi, Ahmed Siyâhî'ye söylediği pekçok
ağır sözlerle onu incitmiş ve üzmüştü. Ancak o kişi, Ahmed Siyâhî'nin vefât
ettiği gece akıl almaz bir halde; "Aman, yâ Hazret-i Şeyh! Affet! Kusur ettim.
Merhametine sığınıyorum." diyerek feryatlar etti. Öyle ki bağırmalarından çevre
ev sâkinleri de uyandı. Bu olay üzerine ertesi gün o ve diğer iki ev satılarak
dergâha ilâve olundu ve "Kim komşusuna eziyet ederse, Allahü teâlâ onun evini
ona vâris kılar." hadîs-i şerîfi tahakkuk ederek herkese ibret oldu.
Ahmed
Siyâhî'nin tasavvuf yolunda yetiştirip icâzet verdiği talebeleri arasında;
oğulları Abdülazîz ve Seyyid Ahmed Hicâbî, Benli Sultan Şeyhî Şânî Efendi, Sinop
Müftüsü Hâfız Ali Lütfî Efendi, Hacı Mehmed Hulûsî Efendi, Şeyh Ahmed Efendi,
Reis-ül-Kurrâ Hâfız Hasan Efendi ve Ma'rûfîzâde Hâfız Hasan Efendi
başlıcalarıdır.
Ömrünün
sonuna kadar talebe yetiştiren Ahmed Siyâhî, insanlara Allahü teâlânın emir ve
yasaklarını anlatarak, onların dünya ve âhirette kurtulmaları için çalıştı. 1874
(H.1291) senesinde tahmînen doksan beş yaşında olduğu halde "Aman yâ Resûlallah!"
dedikten sonra vefât etti. Cenâze namazında bütün Kastamonulular hazır bulundu.
Vasiyeti üzerine Çamurcuoğlu Hasan Ağa'dan intikal eden arsaya defn edildi.
Allahü teâlânın rahmetinin üzerine yağması için kabrinin üzerine türbe
yapılmamasını vasiyet ettiğinden kabri üzerine türbe yapılmadı. Vefâtından sonra
yerine oğlu Seyyid Hicâbî Efendi geçerek insanlara doğru yolu gösterdi.
Vefâtından
bir buçuk ay sonra Medîne-i münevverede Anbar memurluğu yapan Arif Hikmet
Bey'den Şeyh hazretlerinin kütüphanesinin müdürü Hacı Şâkir Efendiye bir mektup
geldi. Mektubunda; "Bu gece Şeyh Siyâhî hazretleri, Peygamber efendimizin
mübârek kabrini ziyâret eyledi." yazıyordu. Mektubun târihine baktılar, Ahmed
Siyâhî Efendinin vefât ettiği güne rastlıyordu. Böylece şeyhin son anında "Aman,
yâ Resulallah!" demesinin sırrı, daha iyi anlaşılmış oldu.
Ahmed Siyâhî
hazretleri oğluna şöyle nasîhatta bulundu:
Ey oğlum!
Sana Allahü teâlânın kitâbına, Resûlullah efendimizin sünneti seniyyesine
uymayı, îtikâdını evliyâullahın da bağlı olduğu, Ehl-i sünnet vel cemâat
âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâda göre düzeltmeni tavsiye ederim...
Âlimlere,
tasavvuf ehline, Kur'ân-ı kerîm ehline hürmet et. Vicdanın, için temiz olsun,
cömerd ve güleryüzlü ol. Başkalarına ihsan ve iyilikte bulun. Allahü teâlânın
yarattıklarına eziyet ve sıkıntı verme. Arkadaşlarının hatâ ve kusurlarını
affet, görmemezlikten gel. Büyük, küçük herkese nasihat eyle, hırs ve tamâyı
terk eyle. Bütün ihtiyaçlarında Allahü teâlâya tevekkül et, güven. Çünkü Allahü
teâlâ, kendisine sığınanları mahrum etmez.
Oğlum!
Selâmeti, kurtuluşu istikâmet ve doğruluktan başka bir şeyde, Allahü teâlânın
rızâsına kavuşmayı Resûlullah efendimize tâbi olmak, ona uymaktan başka bir
yolda arama. Kendini hiç kimseden faziletli, üstün zannetme. Birisi senin
hakkında nemmâmlık, koğuculuk ve hasedçilik yaparsa, ona mâni olmak için kendini
zahmete sokma, onun işini Allahü teâlâya bırak. Çünkü bu yolda öyle Allah
adamları vardır ki, Allahü teâlânın izni ile fitne fesat sebebini göz açıp
kapayıncaya kadar söküp atarlar. Sen kıymetli ömrünü Resûlullah efendimizin
sünnet-i seniyyesine uymakla geçir. Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekte
kınayanın kınamasından korkma. İbâdet ve tâatın güçlüklerine karşılık ecir ve
sevâba kavuşacağını düşünerek sabır ve tahammül et, nefsini dâimâ hesâba çek.
Vakitlerini dînin emirlerine uymakla kıymetlendir. Çok önemli olan vakit
sermayeni kıymetlendirmeye gayret eyle. Çünkü geçen zaman bir daha geri gelmez.
Yarına çıkıp çıkmayacağın ise belli olmadığından yarını beklemek, yarın yaparım
demek, üzüntü ve pişmanlığa yol açar. O halde sakın sakın elinde bulunan vaktini
mâlâyâni, dünya ve âhirete faydası olmayan Allahü teâlânın râzı olmadığı,
beğenmediği şeyler ile zâyi etme. İçinde bulunduğun anda Allahü teâlânın râzı
olduğu beğendiği şeylere sarıl. Tevâzu ve alçak gönüllülükte toprak gibi,
başkasına fayda vermekde meyvalı ağaç gibi, cömertlikde akan nehir gibi, ihsân
ve iyilik yapmakda deniz gibi, mâlâyâni, faydasız şeyleri konuşmamakda, sükût ve
susmakda cansız varlıklar gibi, ayıpları örtmekte karanlık gece gibi olmaya
çalış. Kalbin görmemesi, kalb katılığından hasıl olacağından, dâimâ günahların
için ağlayıp sızla, âh et. Nazargâh-ı ilâhî olan kalbi, haramlara ve Allahü
teâlânın yasak ettiği şeylere yöneltmekten sakın. Akrabâyı ziyâret ve onlara
iyilik etmeyi ihmâl etme. Âhiret kardeşlerini, iyi arkadaşlarını arttırmaya
çalış. Her zaman onlarla sohbet lâzımdır. Evliyânın büyükleri; "Allahü teâlâ ile
beraber olunuz. Buna gücünüz yetmezse, Allahü teâlâ ile beraber olanlarla olunuz
ki, sizi Allahü teâlâya kavuştursunlar." buyurmuşlardır.
Ey oğul!
Dünyâya sarılmış ona gönül vermiş olanlarla bulunma. Onlarla sohbet ve
berâberlik gam, keder ve üzüntü getirir. Bu, tecrübe ile sâbittir. Onlar senden
faydalanırlar ise de sen onlardan faydalanamazsın. Allahü teâlânın emir ve
yasaklarına uymayan, nefsinin arzu ve isteklerine uymuş kimselerle berâber olma.
Böyle kimseler gizli düşman olup, insanın yüzüne karşı dalkavukluk yaparlar,
gıyabında, arkadan ise aleyhinde bulunurlar. Onların yanına gelerek oturmalarına
bakıp aldanma. Maksatları senden mânen faydalanmak olmayıp dünyâlık
maksatlarına, mal ve mevki elde etmeye seni vesîle, âlet etmek içindir. Bir
kusur ettiğinde, hakkında kötülük düşünenlerin ve düşmanlarının en azılısı
olurlar. Zamânındaki insanları tecrübe ettiğinde, onlarda bundan başka bir
özellik bulmayacaksın.
Ey oğul!
Sana sadâkat, bağlılık iddiasında bulunanların, yaptıkları iyilikleri başına
kaktıklarını görürsün. Çünkü sadâkat ve bağlılık adına yaptıkları az bir iyilik
karşılığında ağır, pek fazla bir hizmet ve karşılık beklerler, çok şey ümid
ederler. Bu ümitlerine bir defa olsun müsâde etmezsen derhal, gösterdikleri
sevgi, sadâkat ve bağlılıklarını bırakırlar. Çok defa onların isteklerinden
yakanı kurtaramaz, arzularının hâsıl olması yolunda boşuna dînini ve şerefini
fedâ etmiş, yüz suyu dökmüş olursun.
Ey oğul!
Eğer sana hakîkî dost arkadaş lâzım ise, Allah için sevenlerle beraber ol. Böyle
kimselerden dostluk ve kardeşlik bağı kurduğun kimseye, muhtâc olduğunda
ihtiyacından fazla malın varsa ver. Yahud onu kendinle beraber tut veya kendine
tercih et. Beraber olduğunuzda ve arkasından ayıplarını ört ve gizle. Kusuru
olduğunda sabır ve tahammül et. Hayatta iken ve vefat ettiğinde onu hayırla an.
Herkese
bilhassa sana karşı olanlara yumuşaklık, alçak gönüllülük, güler yüzlülük ile
davranmaya gayret et. Sana, Rabbinden alıkoyan dünyalığa makam ve mevkıye
kalbinin meyletmemesini tavsiye ederim. Çünkü nefs, hevâ, nefsin arzu ve
istekleri, şeytan ve dünya, insanın dört düşmanı olup, herbirine karşı
kullanılacak harb âletleri vardır. Nefsin silahı tokluk, hapishanesi açlıktır.
Hevânın silahı, çok konuşmak; sukût, konuşmamak ise, onun zindanıdır. Dünyânın
silahı insanlarla fazla berâber olmak, onlar arasında fazla bulunmak, çâresi
yalnızlık ve onlardan uzak kalmaktır. Şeytanın silâhı gaflet yâni Allahü teâlâyı
unutmak; ona karşı tedbîr, Allahü teâlâyı anmak ve hatırlamak, O'nun büyüklüğünü
düşünmektir. Zikir, Allahü teâlâya kavuşmakta en kısa yoldur.
Ey oğul! Bu
nasihatlerimi iyi belle ve Allahü teâlânın nîmetlerine, sana yaptığı iyiliklere
şükr edenlerden ol...
KAYNAKLAR
1) Tehassür; (M. Zühdî; Derseâdet, 1308); s.9
2) Hadâik-ul-Verdiyye; s.259
3) Kastamonu Evliyâları; s.82
|
|