AHMED HULÛSİ EFENDİ
Denizli
müftüsü ve Millî Mücâdelenin ilk bayraktârı. 1861 (H.1278) yılında Denizli'de
doğdu. 1931'de vefât etti.
Dedesi Veli
ve babası Osman efendiler de müftü ve müderris idiler. Tahsîlini Denizli Kayalık
Müftüler Medresesinde yaptı. Babasından icâzet aldı. Bundan sonra medresede
dersler vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı. Sonra Denizli Müftülüğüne
getirildi. Bu görevde iken Türkiye'nin paylaşılmasını ihtivâ eden Mondros
Mütârekesi imzâlanmıştı. Şubat 1919'da Paris'te bir araya gelen Îtilâf
devletleri temsilcileri Balıkesir, Aydın ve İzmir'i Yunanistan'a vermeyi
kararlaştırdılar. Bu gelişmeler üzerine Nûreddîn Paşa, bölge ileri gelenleri ve
din adamları liderliğinde, İzmir Müdâfaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyeti adı
altında bir teşkilât kurdu. Bir kongre toplanmasını kararlaştıran cemiyet,
Balıkesir, Aydın ve Denizli livâlarından delege gönderilmesini istedi.
Denizli'den gönderilen delegeler arasında Ahmed Hulûsi Efendi de bulunuyordu.
Kongreye İzmir vâli ve kolordu komutanı Nûreddîn Paşa başkanlık etmiş ve ilhak
tahakkuk ettiği takdirde mukâvemet edebilmek için teşkilât kurulması
kararlaştırılmıştı. Paşa, İzmir'in Yunanistan'a verilmesi hâlinde silâhlı bir
müdâfaaya kalkışılacağını söylediği sırada Ahmed Hulûsi Efendi büyük bir uzak
görüşlülükle kendisine şöyle demişti:
"Paşa!
İstanbul işgâl altındadır. İşgâl kuvvetleri İstanbul hükûmeti üzerinde
tazyiklerde bulunarak sizi terfian veya memuriyetinizi nakil sûretiyle İzmir'den
uzaklaştırırlar. Çünkü buradaki hıristiyan unsurlar işgâl kuvvetleriyle temas
hâlindedirler. Sizin burada fiilî mukâvemet için girişeceğiniz her hareketi
onlara bildirirler. Onlar da hükûmete tesir ederek, bu teşebbüsü netîcesiz
bırakırlar. Bakınız Rum papazlarından metropolit Hrisostomos daha şimdiden bu
şehrin fahrî vâlisi gibi hareket etmeye başlamış ve Yunan işgâlinin
hazırlıklarına girişmiş bulunmaktadır."
Ahmed Hulûsi
Efendinin söyledikleri çok geçmeden gerçekleşti. Nûreddîn Paşa azledilerek
yerine vâliliğe Kambur İzzet, kumandanlığa da emekli paşalardan Nâdir Paşa tâyin
edildi.
Ahmed Hulûsi
Efendi ise, İzmir Redd-i İlhak Kongresinden döndükten sonra memleketin elîm bir
âkıbete sürüklenmekte olduğunu görerek derhâl yoğun bir teşkilâtlanma
çalışmasına girişti.Onun bu faâliyetlerini Denizli mutasarrıfı Fâik Bey (Öztırak)
şöyle anlatmaktadır:
Ahmed Hulûsi
Efendi, benimle çok uzun ve mahrem görüşmelerde bulundu. Denizli sancağının
kazaları olan Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Tavas ve Çal'da bilhassa müftüler ve
müderrislerle eşrâfın rehberlik ettiği heyetlerin teşkîlini temin ettiğini
söyleyip, artık mukadder olan Yunan işgâli önünde neler yapılması îcâb ettiğinin
şimdiden düşünülüp lüzumlu tedbirlerin alınmasını teklif ve tavsiye etti. Bugün
daha iyi anlıyorum ki, müftü efendinin sözlerinde hiç bir imkânın gerçekleşmesi
şartı yoktu. Yapılması gereken vatanın istiklâli ve haysiyeti îcâbıydı. İlmi,
irfânı, ahlâkı ile muhitin hürmet duyduğu muhterem şahsiyeti, sancağın her
tarafında sevilen ve sayılan adamdı. Ahmed Hulûsi Efendi çok zor şartlar altında
vazîfeye çağırdığı kimseleri meziyet ve husûsiyetleriyle çok iyi takdir ederek
tâyin ve tespit etmişti. O müstesnâ günlerin bendeki en derin intibaı şudur: Çok
güç şartlar altında girişilecek hizmetlere lâyık mânevî rehberler bulur ve
onların telkinleri kalp ve vicdanlarda ümit izleri meydana getirebilirse elde
edilemeyecek güzel netîceler, ufukların ardında demektir. Ben Ahmed Hulûsî
Efendinin mübeccel ve muhterem varlığında bu ebedî hakîkatın en muhteşem
misâlini görmüşümdür."
Bu arada
beklenen fecî âkıbet gerçekleşti. İzmir 15 Mayıs 1919 Perşembe sabahı Yunanlılar
tarafından işgâl edildi. Acı haber Denizli'ye ulaştığı zaman irkilmeyen,
ümitsizlikle yıkılmayan tek insan Ahmed Hulûsi Efendiydi. Çünkü o, mukadder
sonucu biliyor, din, vatan ve nâmus için neler yapılması gerektiğini düşünmüş
bulunuyordu. İzmir'in işgâli üzerine ilk iş olarak Denizli'de bir protesto
mitingi tertipledi. Müftülük dâiresinin yakınındaki bir câmide bulunan Sancak-ı
şerîfi asılı bulunduğu yerden tekbirler ve salât ü selâmlar ile indirdi.
Etrafında şehrin ileri gelen şeyh ve imâmları olduğu hâlde câminin etrâfında
bekleşen kalabalığın önüne geçti. Kalabalık Belediye Meydanına doğru yürümeye
başladı. Tekbir seslerini işiten halk, işini gücünü bırakarak Belediye Meydanına
koşuyordu. Müftü Hulûsi Efendi meydanı doldurmuş bulunan Denizlililere hitâben
ağlamaklı bir sesle şöyle konuştu:
"Hemşehrilerim!..
Karşımıza çıkarılan düşman daha dünkü uşaklarımızdır. Biz onlara mağlûb da
olmadık. Bu düşman her kim olursa olsun Türk'ün ve Müslümanlığın son müstakil
yurdu olan topraklarımızı da elimizden almak istiyor. Bizler şimdiye kadar esir
yaşamadık ve yaşayamayız. Silâhımız yoksa sapan taşıyla düşmana karşı çıkmak ve
onu tepelemek her Türk ve Müslümana farz-ı ayndır. Fetvâ veriyorum. Silâh azlığı
veya çokluğu mühim değildir. Birçok ülkelere hükmetmiş Fâtihlerin torunlarıyız."
Sözü sık sık
tekbirlerle kesilen ve son derece heyecanlı geçen miting, Denizli halkının
düşmana mukâvemet için hazır bulunduğunu ve şehrin muhterem müftüsü Ahmed Hulûsi
Efendinin emir ve direktiflerine uyacaklarını göstermişti. Fakat Ahmed Hulûsi
Efendi yalnız Denizli için değil, bütün civar, vilâyet ve kazâları da içine alan
bir millî mukâvemet hareketi meydana getirmek istiyordu. Bu sûretle Aydın ve
Nazilli'ye emin adamlarından birkaçını göndererek onlarla temasa geçti. Müftü
Efendinin faâliyetlerini yakından tâkib eden Denizli Rumları ise; "Onun sarığını
başına dolayacağız." diye haber göndermekteydiler. Ancak kahraman Denizli
müftüsü bu tehditlerden korkacak ve din ve nâmus müdâfaasından geri duracak bir
kimse değildi. Bizzât kendisi Dinar'a ve Afyonkarahisar'a gitti. Bu bölgelerdeki
diğer müftü, vâiz ve müderrislerle temasa geçerek silahlı çeteler teşkil edip,
ilerleyen Yunan kıtaları karşısında bir mukâvemet cephesi meydana getirmek
husûsunda onları harekete geçirdi. Bu bölgede efeler, yedek subaylar, mütekaid
(emekli) subaylar ve halktan herkes mahallî müftülerin idâre ettiği teşkilâta
kaydolunarak kısa zamanda harbe hazır vaziyete getirildiler.
Hazırlıklarını tamamlayan Hulûsi Efendi, Yunanlıların Nazilli'ye girmeleri
üzerine emrindeki kuvvetle derhal harekete geçti. Nazilli'de bulunan Yunan
kumandanı üç-beş bin kişilik bir kuvvetin üzerine geldiğini haber alınca derhal
mevziini terkederek Aydın istikâmetine çekildi. Müftü Hulûsi Efendi
kumandasındaki milis kuvvetleri Nazilli'yi kolaylıkla ele geçirdiler. Fakat
burada durmayarak Aydın'a doğru gerilemiş bulunan Yunan kuvvetlerinin takibine
başladılar. Nazilli'de ve yol boyunca uğranılan her köyde toplanan halka,
heyecanlı nutuklar îrâd eden Müftü Efendinin emrindeki kalabalık gittikçe
artıyordu. Bu nûr yüzlü din adamına karşı herkes büyük hürmet, îtimâd ve
muhabbet besliyordu.
Ahmed Hulûsi
Efendi bu gayret, şevk ve inançla Aydın'ı Yunanlılardan geri almaya muvaffak
oldu. Bundan sonra artan kuvvetlerin idâresi işini kumandanlık vasıfları iyi
bilinen Demirci Mehmed Efeye bıraktı. Ancak bu sırada toparlanan Yunanlılar
büyük kuvvetlerle gelerek Aydın'ı tekrar işgâl ile büyük katliamlarda
bulundular.
Bundan sonra
bölgede tam bir ölüm kalım mücâdelesi başladı. Ahmed Hulûsi Efendi bizzât bir
nefer gibi çarpışmalara katıldı. Verdiği vâzlarla da topladığı gönüllülerle
milis kuvvetlerini devamlı destekledi. Böylece Denizli bölgesinde Yunan
ilerleyişine set çekti. Bu müdâfaa hattı olmasaydı. Ankara'nın, düzenli askerî
birliklerin kurulmasını sağlayamadan Yunan birliklerinin eline geçmesi işten
bile değildi.
Ahmed Hulûsi
Efendi Kurtuluş Savaşının kazanılmasından sonra gelişen siyâsî olaylara
karışmamış ve geri kalan ömrünü Allahü teâlâya tâat ve ibâdetle geçirmiş,
gençlere dîn-i İslâmı öğretmeye çalışmıştır. 22 Kasım 1931'de yetmiş yaşının
içinde fâni hayâta vedâ etti. Denizli kabristanındaki kabrinin sağ cephesinde
"Millî mücâdelenin ilk alemdârı Denizli Müftüsü Ahmed Hulûsi Efendi burada
medfûndur" diye yazılıdır. Ahmed Hulûsi Efendi'nin beş oğlu ve bir kızı vardı.
Soyadı kânununun çıkmasından sonra âile "Müftüler" soyadını almıştır.
KAYNAKLAR
1) Sarıklı Mücâhidler; s.173-183
2) Millî Mücâdelede Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları;
s.63-65,82-90,151-152
3) Sarıklı Bir Mücâhid (Târih Mecmuâsı; sayı-9); s.12-13 |