ABDÜLVEHHÂB BİN İBRÂHİM
Âlim ve
evliyâdan. İsmi Abdülvehhâb bin İbrâhim bin Muhammed bin Anbese, künyesi Ebü'l-Hattâb'tır.
Yemen'in Tariyye beldesinde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Fazîlet sâhibi
bir zât idi. Dinde yapılması ve yapılmaması lâzım gelen işleri bildiren fıkıh
ilminde mâhir olup, sâlih rüyâlar görmekle meşhurdu. 1029 (H. 420) senesinde
vefât etti.
Abdülvehhâb
bin İbrâhim meşhur hadîs râvilerinden Anbese hazretlerinin torunu olup, ilim ve
edeb üzere yetişti. Fıkıh ilminde üstün bir dereceye yükseldi. Sâdık ve sâlih,
güzel, doğru rüyâlar görürdü. Bu yönüyle meşhûr oldu. Rüyâlarını anlattığı
herkes, merak ve gıbta ile imrenerek dinlerdi. Gördüğü rüyâlar onun fazîletini
ve velî olduğunu gösteren alâmetlerdi. Kendisi anlatır:
1024 senesi
Ramazân-ı şerîf ayı ilk Cuma gecesi rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Bir
evde bâzı kimselerle yüksekçe bir yerde oturuyorlardı. İçeri girdim. Hürmetle
huzûruna yaklaşıp; "Ey Allah'ın Resûlü! Ecelimin yaklaştığını zannediyorum.
Sizlerden şu gömleğimi mübârek bedeninize giymenizi istirhâm ediyorum. Zîra bu
gömleği bana kefen yapmaları için vasiyet edeceğim. Ümid ederim ki Allahü teâlâ
sizin giymeniz bereketiyle beni Cehennem ateşinden korur." dedim. O sırada
gömleğimi Resûlullah'ın üzerinde gördüm. Oradan başka bir yere geçtiler. Bu
sefer gömleğimi çıkarmışlardı. Mübârek sırtı görünüyordu. Yaklaşıp, sarılarak
öptüm. Resûlullah efendimiz de beni öptü. Ağzıma mübârek ağzının suyundan
koymasını istedim. İhsân etti. "Yâ Resûlallah! Cennet-i âlâda beraber olmamız
için duâ ediniz." dedim. Beni göğsüne bastırarak kucakladı ve duâ etti. Ben de
ona sarıldım. Resûlullah efendimiz daha sonra başka bir tarafa geçti. Ben de
gidip huzûruna oturdum. Bana yanında bulunan birini göstererek, ona bir şeyler
vermemi söyledi. Üzerimde bulunan parayı çıkarıp; "Yâ Resûlallah! İki dinâr ve
yirmi dirhemden başka bir şeyim yok." dedim. O paraları gösterdiği kimseye
verdim ve uyandım."
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BİZE DÜŞEN
Abdülvehhâb
bin İbrâhim şöyle anlatır:
Bir gece
rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Bir evdeydik. Efendimiz ayakta
duruyorlardı. Başkaları da vardı. Ortada bir kandil yanıyordu. Efendimize dönüp;
"Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Eğer büyük günâhlardan
kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örteriz." (Nisâ sûresi: 31) buyuruyor.
Siz de mübârek hadîs-i şerîflerinizde; "Ümmetimden büyük günâh işleyenler için
olan şefâatimi sonraya bıraktım." buyurdunuz. Allahü teâlâ küçük günâhlarımızı
örtüyor, siz de âhirette büyük günahlarımız için bize şefâatçi oluyorsunuz. Bu
durumda bize düşen sadece Rabbimizin rahmetini ummaktır." dedim. Bunun üzerine
Resûlullah efendimiz "Evet öyledir." buyurdu. Ben yine; "Yâ Resûlallah! Yine
buyurdunuz ki: "Arşın gölgesinden başka hiç bir gölgenin bulunmadığı ancak arşın
gölgesinin olduğu yerde üç sınıf insan gölgelenir." Bu üç sınıf kimlerdir."
dedim. Resûlullah efendimiz; "Ümmetimden; gamı, üzüntüyü giderenler, benim
yolumu ihyâ edenler ve bana çok salevât-ı şerîfe okuyup ananlar." buyurdu.
KAYNAKLAR
1) Câmiu Kerâmât-il Evliyâ; c.2, s.133
2) Tabakât-ül Havâs; s.77
|