ABDÜLAZÎZ BEKKİNE
Gümüşhâneli
Ahmed Ziyâüddîn Efendinin halîfelerinden Mustafa Feyzî Efendinin talebesi. Adı,
Abdülazîz, soyadı Bekkine'dir. Babası Kazanlı tüccar Hâlis Efendidir. 1895 (H.
1313) senesinde İstanbul'da doğdu. 1952 (H.1372) senesinde İstanbul'da vefât
etti. Kabri Edirnekapı Sakızağacı kabristanındadır.
Babası
zengin bir tüccar olan Abdülazîz Bekkine İstanbul Mercan'daki evlerinde doğdu.
Henüz okula gitmeden Kaptan Paşa Câmii İmâmı Halil Efendiden Kur'ân-ı kerîm
okumayı öğrendi, Arapça ve din dersleri aldı. Daha sonra Dârüttedrîs'e devam
ederek bu mektebi bitirdi. Bir müddet babasının yanında çalıştıktan sonra,
1910'da âilesi ile birlikte Kazan'a gitti. Aslen Kazanlı olduklarından orada
binâ ve arâzileri vardı. Otuz odalı olan evlerinin, çoğu odalarında ilim tahsîl
eden talebeler barınırdı. Abdülazîz Efendi bir müddet Kazan'da kaldı. Sonra
Buhârâ'ya geçerek orada beş yıl müddetle ilim tahsîl etti. Babasının vefâtı
üzerine memleketine dönüp, kardeşlerini de alarak 1921'de İstanbul'a geldi. İki
anneden, on ikisi kız olmak üzere on altı kardeştiler. Erkek kardeşleriyle
birlikte Asmaaltında bir dükkan açıp kısa bir müddet çalıştırdı. Sonra dükkanı
kapatıp Çarşıkapı'daki Bâyezîd Medresesine devâm etti. Bu medreseden mezûn
olduktan sonra ilk olarak Beykoz'da, daha sonra da Aksaray'da bir câmide imâm
olarak vazîfe aldı. Sonra sırasıyla, Yazıcı Baba,Kefeli ve Zeyrek Çivicizâde,
Ümmü Gülsüm câmilerinde İmâm-Hatip olarak vazîfe yaptı. Zeyrek'teki bu vazîfesi
on üç sene kadar sürdü.
Abdülazîz
Bekkine Kazan'dan döndükten sonra medrese arkadaşı Mehmed Zâhid Efendi
vâsıtasıyla Tekirdağlı MustafaFeyzî Efendi ile tanıştı ve sohbetlerine devâm
etti. Yirmi yedi yaşındayken 1922'de mânevî ilimlerde irşâd selâhiyeti
mertebesine ulaştı. Râmûz el-Ehâdis kitabını okutma icâzeti aldı. Bütün
hayatı boyuncaİslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle meşgûl oldu. pek çok talebe
yetiştirdi. Sohbetleri tatlı bir hava içinde geçerdi. Konuşmaları kısa, mânâlı
ve özlü idi. Bir gece, sohbetinde talebelerine dedi ki:
"Bir gün
gelir danışacak hocalarınız da bulunmaz. Öyle bir günde seçeceğiniz insanda
arayacağınız vasıf nedir?"
Orada
bulunanlar değişik şeyler söylediler. Fakat bu cevapları yeterli bulmayan
Abdülazîz Bekkine şöyle söyledi:
"O kimsenin
sabrını kontrol edersiniz. İnsanlarda riyânın karışamıyacağı, anlaşılabilir tek
vasıf sabırdır. Sabır musîbet geldiği an (ilk anda) hiç şikâyet edilmeden sîneye
çekebilme hâlidir. Şâyet o kimse ilk anda feverân eder de sonra sîneye çekerse,
ona sabırlı değil tahammüllü insan denir."
Bir
sohbetinde de şöyle dedi:
"Müminin
dünyâya bakışı öyledir ki, dünyâdaki zevk ve sefâya bakar, arkasında Cehennem'i
görür. Meşakkate, hizmete bakar, arkasında Cennet'i görür. Yâni müminin nazarı
dünyâya takılmaz."
Abdülazîz
Bekkine iki defâ hacca gitti. İkinci gidişinde hacdan döndükten sonra
rahatsızlandı. Yakalandığı rahatsızlıktan kurtulamıyarak 57 yaşında 2 Kasım 1952
(H.1372) senesinde İstanbul'da vefât etti. Edirnekapı Sakızağacı kabristanında
defnedildi.
Abdülazîz
Bekkine zekî bir kimse idi. Hangi meslekten, tahsîl ve kademeden olursa olsun
sohbetinde bulunan herkes, zekâ ve ilmine hayran kalırdı. Hoş sohbet olup,
meclisinde bulunanlar ondan ayrılmak istemezlerdi. Sohbetleri umûmiyetle
sualli-cevaplı geçerdi. Sohbetlerinde zaman da mevzubahs değildi. Umûmiyetle
yatsı namazından sonra oturulur, bâzan sabaha kadar devâm edilirdi.
Buyurdular
ki:
"Bu işin (âhiret
yolculuğunun) mihveri Allah'ın muhabbetidir."
"Seni
Mevlâdan alıkoydu ise, dünyâ bir çöp de olsa dünyâdır."
"Peki,
demesini öğrenmek lâzımdır."
"İslâmiyet
baştanbaşa mes'ûliyet ve mükellefiyettir. Ondan kaçamayız."
"Tâlib
başkasının yükünü yüklenip, kimseye yük olmayan kimsedir."
KAYNAKLAR
1) Râmûz-ül-Ehâdîs
Mukaddimesi |