|
ABDURRAHMÂN EFENDİ
On altıncı
yüzyıl Anadolu evliyâsından. Erzincan'da doğdu. Doğum târihi belli değildir.
Lüzumlu ilimleri tahsîl ettikten sonraErdebil taraflarına gidip, Safiyüddîn
Erdebîlî'nin torunlarından Alâeddîn Ali'ye talebe oldu. Orada uzun zaman kalıp,
maddî ve mânevî ilimlerde kendisini yetiştirdi. Hâl ve hareketlerini, söz ve
işlerini, Resûl-i ekremin güzel ahlâkına göre düzeltmek için büyük gayretler
gösterdi. Hocası vâsıtasıyla, Safiyüddîn Erdebîlî yolundan aldığı feyzlerle
kemâle geldi. İnsanlara doğru yolu göstermek, Allahü teâlânın güzel dînini
öğretmek, Resûl-i ekremin örnek ahlâkını yaymak vazîfesiyle, hocası tarafından
Anadolu'ya gönderildi. Amasya'nın batısında bir dağ başına yerleşti. Kimseye bir
şey söylemeyip, kimseyle irtibat kurmadı. Fakat hak yolunun âşıkları, onu arayıp
bulmakta gecikmediler. Akın akın huzûruna geldiler. Kısa zamanda pekçok talebe
yetiştirip insanların dünyâ ve âhirette huzûra kavuşmaları için büyük gayret
gösterdi. Vazîfeli olduğu bölgeyi nûrları ile aydınlattı. Nice ölü kalbleri
diriltip, kurumuş gönülleri suladı. İnsanların gönüllerine Allah aşkını
nakşedip, birbirlerine karşı şefkat ve muhabbetle davranmalarına, memleketin
huzûr ve sükûna kavuşmasına vesîle oldu.
Bir sabah
ibâdet ile meşgûl iken odasından çıkıp, talebelerine; "Misâfir gelecek, yiyecek
bir şeyler hazırlayın." buyurdu. Hâlbuki, dergâhta yemek yapacak bir şey yoktu.
Talebeleri durumu arzedince, dergâhtan dışarı çıkıp, çevresine baktı. Karşı
tepeden bir ceylan sürüsü dergâha doğru koşarak geliyordu. Yanındakilere dönüp;
"Bu ceylanlar, misâfirlerimize ziyâfet için birbirleriyle yarışıyorlar." dedi.
Ceylanlar önüne gelince; "Bizim misâfirimiz için canını fedâ edecek olan öne
çıksın." dedi. En öndeki ceylan, fırlayıp ileri atıldı. Talebeler; o ceylanı
tutup kestiler. Yemek hazırlandığı sırada misâfirler geldiler. İkrâm edilen
yemeği yediler. Allahü teâlâya ibâdet için güç ve kuvvet kazandılar.
Bir köyün
kıyısında bulunan ve köyün su ihtiyâcını karşılayan kaynak kuruyunca köy halkı
Abdurrahmân Erzincânî'ye başvurdu. O da pınarın başına gidip duâ ettikten sonra
âsâsını suyun aktığı yere değdirdi. Allahü teâlânın izni ile pınardan altın
aktı. Bunun üzerine; "Yâ Rabbî! ben altın istemedim su istedim." diye münâcâtta
bulununca su eskisi gibi akmaya başladı. O günden beri pınarın suyu hiç
kesilmedi.
İnsanlara;
Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmek için büyük gayret gösteren
Abdurrahmân Erzincânî on altıncı asrın sonlarında vefât etti.
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
DOĞRU YOLDAN AYRILDILAR
Bir sabah
Abdurrahmân-i Erzincânî hazretleri, odasından dışarı çıktı. Çok üzüntülü idi.
Talebeleri, üzüntüsünün sebebini sordular. O da; "Erdebîl'deki
Safiyyüddîn Erdebîlî'nin talebeleri, bu zamâna kadar temiz îtikâdlı, Peygamber
efendimizin ve Eshâbının yolunda, bid'atlerden sakınıp, Allahü teâlânın emir ve
yasaklarına riâyet eden, kötülüklere meydan vermeyen kimselerdi. Ama şimdi,
doğru yoldan ayrıldılar. İnançlarına bid'at pislikleri karıştırdılar. Şeytan,
onları büyüklerin yolundan saptırdı." buyurdu. Çok geçmeden, Erdebîl tarafından
bir haber geldi. Safiyyüddîn Erdebîlî'nin torunlarından Cüneyd oğlu Haydar'ın,
Ehl-i sünnet îtikâdından, Selef-i sâlihînin yolundan ayrılarak sapıttığı haberi
verildi. Haydar, Eshâb-ı kirâm efendilerimizin bâzılarına dil uzatmış,
pâdişâhlık dâvâsına kalkışmıştı.
KAYNAKLAR
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s. 78
2) Tâc-üt-Tevârih; c.5, s.7
3) Erzincan Târihi; c.1, s.484
4) Tıbyan-ül-Vesâil; c.2, s.222
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.374
|
|