ABDULLAH HADDÂDÎ
Evliyânın
büyüklerinden. İsmi, Abdullah olup babasının ismi Alevî'dir. Evlâd-i Resûl olup,
seyyiddir. 1634 (H. 1044) senesi Safer ayının beşinde Pazartesi günü Yemen'in
Terîm şehrinde doğdu. 1720 (H. 1132) senesi Zilkade ayının yirmi üçünde Salı
günü akşamı Terîm'de vefât etti.
Abdullah
Haddâdî Allahü teâlânın yardımına, lütuf ve ihsânına kavuşup küçük yaşta Kur'ân-ı
kerîmi ezberledi. Sonra ilim tahsîline başladı. Zamânının büyük âlimleriyle
görüşüp derslerini dinledi. Onların arasında en güzel şekilde yetişti. Fıkıh
ilmini Kâdı Sehl bin Ahmed ve başkalarından öğrendi. Küçük yaşta ilimde söz
sâhibi oldu. Çok zekî ve hâfızası çok kuvvetli idi. Okuduğunu ve gördüğünü hiç
unutmazdı. Bu sebeple ilim kapıları kendisine açıldı. Çok ibâdet eder,
öğrendikleriyle amel ederdi. İlimdeki üstünlüğü herkesi hayran bırakırdı.
Abdullah
Haddâdî 1668'de Haremeyn-i şerîfeyne, Mekke-i mükerreme ile Medîne-i münevvereye
gitti. İlim öğrenmek için pek çok yere yolculuklarda bulundu. Kabirleri ziyâret
eder, buna çok önem verirdi.
Talebesi
Selî onun hakkında şöyle bildirdi:
"Seyyid
Abdullah bin Alevî'nin yanına kim gelirse onun kalbinden ve hâtırından geçenleri
bilir ve haberdâr olurdu. Yanına gelenin nesebini ve soyunu, ne iş için
geldiğini önceden söylerdi. Bir gün bir kimse gelip bir suâl sormak istedi. Ona;
"Senin suâlin şöyledir, fakat daha zamânı değildir." buyurdu.
Bir gün
Hacer denilen yerde, yanına Şerîf Berekât bin Muhammed gelip, isteğinin kabûlü
için duâ etmesini istedi. Şerîf Berekât o zaman Mekke emîri değildi. Haddâdî de
duâ etti. O gidince duâ isteyen kişinin kim olduğunu sordu. Oradakiler; "Efendim
bu zât Mekke'nin eşrâfından bir kimsedir." dediler. Abdullah Haddâdî; "O bizden
Mekke'nin emîri olmak için duâ istedi. Biz de duâ ettik, Allahü teâlâ duâmızı
kabûl etti. Bu vazîfe ona müyesser olacak." buyurdu. Çok geçmeden Şerîf Berekât,
Mekke-i mükerreme emirliğine tâyin edildi.
Seyyid
Abdullah Haddâdî hazretleri bir gün talebesi Şeyh Hüseyin bin Muhammed ile
birlikte hac için yola çıktı. Medîne-i münevvereye vardıklarında talebesi orada
hastalandı. Yakalandığı hastalık çok şiddetli idi. Talebe nerede ise vefât
edecekti. Seyyid Abdullah Haddâdî hazretleri hastanın başı ucuna oturduğunda
onun ömrünün bittiğini anladı. Oradaki talebelerinden bir cemâati topladı ve;
"Her biriniz onun selâmeti için duâ edin." buyurdu. Seyyid Ömer Emin isimli
talebe; "Efendim ben ömrümden bir kısmını ona hîbe ettim." dedi. Bunun üzerine
Seyyid hazretleri Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabr-i şerîfine
gidip duâ etti ve şefâat istedi. Ziyâretten sonra Seyyid Abdullah Haddâdî
sevinçle; "Allahü teâlâ duâmızı kabûl etti. O istediğini yapmağa kâdirdir."
buyurdu. Allahü teâlânın izni ile talebesi Şeyh Hüseyin hastalıktan kurtuldu.
Bir zaman sonra Seyyid Abdullah, Yemen'in Terîm şehrinde iken buyurdu ki: "Bu
sene Şeyh Hüseyin vefât edecek." Buyurduğu gibi o sene Şeyh Hüseyin Mekke-i
mükerremede vefât etti.
Abdullah Haddâdî çok eser
yazdı. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) İthâf-üs-Sâil bi Ecvibet-il-Mesâil,
2) Dîvân (Dürr-ül-Manzûm li Zevil Fâdıl vel-Fühûm), 3) Da'vet-üt-Tâmme
vet-Tezkirat-ül-Âmme fil-Va'z, 4) Nesâyih-üd-Dîniyye, 5) El-Müâvenetü
vel-Müâzerâtü lir-Râgıbîn.
KERAMET VE MENKÎBELERİ
YAZDIKLARINIZI SUYA KOYUN
Seyyid
Abdullah, uzun boylu ve gür saçlı olup, güler yüzlüydü. Kendisine eziyet ve
sıkıntı verenlere af ve sevgi ile muâmele ederdi. Sözü, sohbeti hoş idi. Bozuk
ve kötü yolda bulunan bir kimse yanına geldiğinde onun iyi yola girmesi için
bütün gücü ile çalışırdı. Çok kerâmetleri görüldü. Kerâmetlerini göstermekten
çok çekinirdi. Bâzı talebeleri kerâmetleri hakkında risâleler yazmışlardı. Bu
durumdan haberi olunca onları çağırıp; "Yazdığınız kâğıtları suya koyun. Yazıdan
hiçbir eser kalmasın." buyurdu. Onlar da hocalarının dediğini yaptılar, sonra
talebelerine; "Böyle şeyleri yazacağınıza dînî nasîhatler, îmân bilgileri, fıkıh
bilgileri, fetvâ kitapları ve bunlar gibi faydalı kitaplarla meşgûl olmanız
yazmanız daha uygun olur." buyurdu.
KAYNAKLAR
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.6, s. 85
2) Silk-üd-Dürer; c.3, s. 91
3) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s. 480
4) Îzâh-ul-Meknûn; c.1, s. 4, 69
5) Brockelmann; Sup-2, s. 386
6) El-A'lâm; c.4, s. 104
7) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s. 128 |