ABDULLAH-I GÜRCİSTÂNÎ
On dördüncü
yüzyılda yaşayan meşhûr velîlerden. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir.
Gürcistan köylerinden birinde doğdu. Bir savaşta cihâd ederken şehîd düştü.
Kabri Tûs şehrindedir. Şeyh Rükneddîn Alâüddevle Semnânî hazretlerinin
talebesidir.
Küçük yaşta
iken babasının vefât etmesi üzerine yetim, kimsesiz ve garîb kaldı. Annesi bir
başkasıyla evlendi ve onu yanına aldı. Üvey babasının yanında çok mahzun günler
geçirdi. Boynu bükük, kalbi kırık idi. Bir gün bir işi sebebiyle üvey babasından
korkup köyden kaçtı. Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmiyordu. Yakalanmamak
için yol kenarında büyük bir ağaca çıkıp ağacın dalları ve gür yaprakları
arasında gizlendi. Ağacın üzerinde çâresiz ve âdetâ imdâd edecek bir şefkatli
elin uzanmasını bekler gibi duruyordu. Kalbi kırık ve pek mahzun bir hâlde idi.
Tam bu sırada bir grup yolcu gelip onun gizlendiği ağacın altında dinlenmek
üzere oturdular. Ağacın altında suları şırıl şırıl akan bir pınar vardı.
Konaklayan yolcular pınardan su içip dinlenirken ağaç ve üzerindeki çocuğun suya
aksettiğini gördüler. Pınar çocuğu ayna gibi gösteriyordu. Yolcular bu manzarayı
görünce çocuğu hemen aşağı indirip, hayretle hâlini sordular. Derdini anlatınca
ona çok acıdılar. Himâye etmeye karar verip yanlarına alarak yola çıktılar.
Abdullah bu sırada güzel bir talih ve bahtiyarlık kapısının kendisine açılmış
olduğunu bilmiyordu. Mahzunluğu ve kırık kalbi ile büyük bir nîmete kavuşmaya
gidiyordu. Yol Semnân tarafına uzandı...
Kendisini
himâyelerine alan yolcular zamanın meşhûr evliyâsı Rükneddîn Alâüddevle
hazretlerinin ziyâretine ve sohbetine gidiyorlardı. Bu zâtın huzûruna varıp
sohbetinde bulundular. Aralarında bulunan küçük çocuğun garîb ve mahzûn hali o
zâtın dikkatini çekmişti. Ona bakıp kerâmetiyle ilerde büyük bir veli olacağını
keşfetti. Gelen misâfirler sohbet bitince müsâde alıp ayrıldılar. Getirdikleri
çocuğu da götürdüler. Onlar yola çıkınca Rükneddîn Alâüddevle hazretleri
peşlerinden bir kişi gönderip çocuğu kendisine bırakmalarını istedi. Yolcular
önce râzı olmadılar bırakmamak için çok uğraştılar. Sonunda bırakmak
mecbûriyetinde kaldılar.
Mahzun yavru
henüz farkedemediği bir saâdet sarayının kapısından girmiş, bir tâze fidan gibi
yetişeceği en müsait toprağa dikilmişti. Artık günleri Rükneddîn Alâüddevle
hazretlerinin derslerinde ve sohbetlerinde geçiyordu. Günden güne pişiyor
olgunlaşıyordu. Zamanla büyüdü, serpildi. İlim öğrendi. Îmânı vicdânîleşip
kalbine iyice yerleşti. Îmânın hakîkatine kavuştu. İbâdetleri seve seve ve büyük
bir şevk ile yapmaya başladı. Nefsi iyice ıslâh olup, tasavvuf yolunda yükseldi,
kemâle erdi. Onun bu hâline çok memnun olan hocası, kendisine icâzet, diploma
verip insanlara rehberlik etmesi için Tûs'a gönderdi.
Tûs şehrinde
insanlar onun kalblere şifâ olan sohbetlerine koştular. Onlara Allahü teâlânın
emirlerini ve yasaklarını anlatıp, İslâmiyete uymalarını sağladı. Saâdete
kavuşmalarına vesîle oldu. Ömrünün son günlerinde zamânın sultanı bir savaşa
çıktı. Sultan onun himmetinden ve bereketinden istifâde etmeyi düşünerek savaşa
katılmasını çok istedi. O da sultanın teklifini kabul edip katıldı. Bu savaşta
cihâd ederken şehîd düştü.
KAYNAKLAR
1) Nefehât-ül-Üns (Osmanlıca); s.504
2) Nesâyim-ül-Muhabbe; s.288
3) Kitabu Silsilet-ül-Mukarrabîn (Süleymaniye Kütüphanesi) |