Hanbelî mezhebi
âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Ahmed bin Sâlih bin Ahmed bin Hanbel'dir.
Kendisi, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in oğlu Sâlih'in torunudur. Künyesi, Ebû
Ca'fer'dir. Büyük bir hadîs âlimidir. Babası Ahmed bin Sâlih ve onun; amcası
Abdullah bin Ahmed ile daha birçok âlimden ilim öğrendi. Birçok hadîs-i şerîf
rivâyet etti. 330 (m. 942) senesinde vefât etti.
Hadîs ilmini,
babasının amcası ve Ahmed bin Hanbel hazretlerinin oğlu Abdullah'dan, babası
Ahmed bin Sâlih'den, amcası Sâlih bin Züheyr'den, İbrâhîm bin Hâlid
el-Hecistânî'den, Ömer bin Merdâs er-Revnâkî'den, İbrâhîm bin Sa'dân
el-İsfehânî'den ve daha başka birçok âlimden öğrendi. Çok hadîs-i şerîf alıp
ezberledi.
Kendisinden çok
kimseler istifâde edip ilim aldılar, hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. Bunlardan
ba'zılarının isimleri şunlardır: Ebü'l-Kâsım Abdullah bin İbrâhîm el-Esnedûni,
Muhammed bin İsmâil el-Verrâk. Büyük hadîs âlimi Dâre Kutnî, ondan Ebû Muhammed
el-Berbehâri'nin ilim meclisinde bulunduğu zaman, yazarak hadîs-i şerîf
öğrenmişti.
Onun rivâyet
ettiği hadîs-i şerîfi Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle bildiriyor: "Ben ve Resûlullah
(s.a.v.) aynı kabdan gusül ederdik."
Muhammed bin
Ebî Ya'lâ anlatıyor: "Muhammed bin Ahmed'in kitabında okumuştum. Kitapta şöyle
diyordu: Amcam Züheyr, babası Sâlih'den haber vererek şöyle bildirdi: Bu kitabı
bana, babam Sâlih bin Ahmed okudu ve dedi ki: "Bu, babamın ilim meclisinde,
Kur'ân-ı kerîmin zâhiri ma'nâsı ile amel edip, Resûlullahın (s.a.v.) tefsîrini
ve onun ma'nâsına delâlet eden şey ile Resûlullaha ve Eshâbına tâbi olan kimseye
lâzım olacak şeyi terk eden kimselere cevap olarak yazdığı bir kitaptır." Ebû
Abdullah dedi ki: "Muhakkak ki Allahü teâlâ, Peygamberi Muhammed aleyhisselâmı
hidâyetle ve hak din ile gönderdi. Müşrikler istemese bile bu hak dinî, diğer
bütün dinlere galip kıldı. Yine O, Peygamberine, kendisine tâbi olacak kimseler
için hidâyet ve nûr kaynağı olacak kitabı (ya'ni Kur'ân-ı kerîmi) indirdi.
Allahü teâlâ Resûlünü (s.a.v.) Kur'ân-ı kerîmde murâd ettiği ma'nâyı açıklayıcı
kıldı. Kur'ân-ı kerîmin umûmi, husûsî, nâsıh ve mensûh ma'nâlarını, kitapta
kendisine bildirilen şeyi, en iyi bilen O'dur. Resûlullah (s.a.v.), Allahın
kitabını en iyi açıklayan ve ma'nâlarını gösterendir. O'nun bu husustaki şahidi,
Eshâb-ı kirâmdır. Bu kimseler, Allahü teâlânın beğenip Resûlü için seçtiği
kimselerdir. Kur'ân-ı kerîmi, O'ndan bu kimseler naklettiler. Resûlullahı ve
Allahü teâlânın O'na bildirdiği ma'nâları en iyi bilenler onlardır, öyle ise,
Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını Resûlullahtan sonra en iyi onlar biliyorlardı. Câbir
bin Abdullah (r.a.) buyurdu ki: "Resûlullah (s.a.v.) bizim aramızda iken
Kur'ân-ı kerîm kendisine nâzil oluyordu. Onun ma'nâsını bize açıklıyor,
kendisiyle amel edeceğimiz şeyleri bize gösteriyordu."
"Bir grup
insanlar çıkıp: "Biz, Kur'ân-ı kerîmin zâhiri ile amel etmek istiyoruz" dediler
ve Resûlullahın sünneliyle istidlâli terk ettiler ve Eshâbının bildirdiklerini
kabul etmediler, İbn-i Abbâs (r.a.), böyle bozuk inanan hâricilere dedi ki: "Ben
size, Resûlullahın Muhâcir ve Ensârdan olan Eshâbının arasından, O'nun amcası ve
benim de babam olan Abbâs'ın (r.a.) ve akrabasının yanından geldim. Kur'ân-ı
kerîm onlara indi. Onlar, Kur'ânın ma" nâsını sizden daha iyi biliyorlar. Sizin
aranızda onlar gibi hiçbir kimse yoktur."
Muhammed bin
Ahmed şöyle anlatıyor: Ümmü'l-Husayn'ın annesi Zeyneb binti Tâlîk, bana
anlatmıştı. Ona bildirilen bir haber şöyledir: Birgün Hz. Aişe'ye birisi gelip:
"Benim komşularım arasında ba'zıları var. Bana ikrâmda, ihsanda bulunuyorlar.
Fakat akrabalarıma ihânet yapıp, kötülük ediyorlar" dedi. O da: "Sana ikrâm
edenlere, sen de ikrâm et! Fakat akrabalarına kötülük düşünenlerle dost olma!"
diye cevap verdi.
KAYNAKLAR
1) Tabakât-ı
Hanâbile cild-2, sh-64
|