Şam'da yetişen
tasavvuf âlimlerinden. Evliyânın büyüklerinden. Adı, İbrâhîm olup, babasının adı
da Dâvûd'dur. Şam civarında bulunan Rakka'da doğup büyüdüğü için, "Rakkî" de
denilmektedir. Künyesi, Ebû İshâk'dır. Uzun bir ömür yaşadı. Şam'da yetişen
evliyânın pekçoğu ile görüşüp sohbetlerinde bulundu. Çocuk iken Zünnûn-i Mısrî
hazretlerini de gördü. Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî'nin ve Ebû
Abdullah-ı Celâ'nın zamanında yaşamıştı. Fakat onlardan çok sonra, 326 (m. 937)
senesinde vefât etti.
Tasavvuf
ilminde yüksek bir derecesi olan İbrâhîm-i Kassâr'ın evliyâlık hâlleri ve
ahlâkının güzelliği dillere destan olmuştur. Sözleri kalblere te'sîr ederdi.
Kerâmetleri çoktur. Şam'daki âlimlerden ders aldı. Ebû Ali Dekkâk, Derrâc, Ahmed
bin Mensûr, Ebû Bekr bin Ma'mer gibi büyüklerin sohbetlerinde bulundu. Zünnûn-i
Mısrî hazretlerini gördü. Onlardan çok istifâde etti. Diğer yerlere de seyahat
edip, gittiği beldelerin âlimlerinden ders aldı, sohbetlerine iştirak etti. Otuz
sene, halkın kalbini Allah'ın sevgili kullarına ısındırmak, onların hâlini kendi
haliyle anlatmak için yolculuk yaptı. Çok ibâdet eder, dünyâ malına ehemmiyet
vermezdi. Eline geçeni, fakîrlere sadaka olarak dağıtırdı. İnsanların, Allahü
teâlânın rızâsını kazanmaları ve ebedî se'âdete kavuşmaları için çalışırdı,
insanlar, onun feyz ve bereket kaynağı olan sohbetlerinde bulunmak için can
atardı. Ebû Bekr bin Şâdân, İbrâhîm bin Ahmed bin Müvellid, Ebû Abdullah Hüseyn
bin Ahmed, Mensûr bin Ahmed gibi büyükler, onun sohbet halkasına girebilmiş olan
bahtiyarlardandır.
Tasavvuf
ilmindeki hakikatleri öğrenmek için, kendisine gelip nasîhat isteyenler çok
olurdu. Devamlı onlara nasîhat verirdi. Bütün ömrünü, insanlar arasındaki
bozukluktan ve kötü işleri düzeltmek için fedâ etti. Şeyh-ül-islâm Abdullah-ı
Ensârî buyurdu ki: "İbrâhîm-i Kassâr, otuz yıla yakın insanların arasında
dolaştı. Böylece halkın gönlünün, Allah'ın veli kullarına karşı sevgi ile
dolmasını ve onlardan istifade etmelerini arzu etmişti. O, dinin edeblerine
riâyet etmeyenlerin işlediği bir sürü ölçüsüz ve kusurlu işleri, nasîhatlarıyla
düzeltmeye çalıştı. Bu hususta öyle cömertlik yaptı, bıkmadan usanmadan
nasîhatlarına devam etti ki, kavmi arasında her sözü kabul edilen ve çok sevilen
bir kimse oldu."
İbrâhîm bin
Ahmed-i Murâdî diyor ki, Birgün birisi gelip İbrâhîm-i Kassâr'a: "Rabbine aşık
olup, O'nu çok seven kimse, bu sevgisini açığa vurup söyler mi? Veya bu sevginin
asırlarına vâkıf olmaya gücü yeter mi?" diye sordu, İbrâhîm-i Kassâr da, ona şu
beyitlerle cevap verdi:
"Söylesem
yıllarca sürerdi,
Çektiğim
aşkın zahmetini.
Bu
gözyaşları lâkin,
Delili O'na
olan aşkımın.
Muhabbetim
dağlar gibi O'na,
Bir gömlek
ağır gelir bu cana."
Zünnûn-i Mısrî
hazretlerini görmesini, kendisi şöyle anlatıyor: "Allahü teâlânın kelâmı olan
Kur'ân-ı kerîme mahlûktur demeleri için, Ahmed bin Hanbel'i çok sıkıştırdılar.
Söylemeyince zindanda hapsettiler. Bunun gibi Zünnûn-i Mısrî'yi de sıkıştırıp,
"Sen de Kur'ân-ı kerîm mahlûktur dersen, zindana girmekten kurtulursun" dediler.
Ben, Zünnûn-i Mısrî'nin, ismini ve şöhretini işitmekteydim, insanlar onu
seyretmeye gitmişlerdi Ben daha o zamanlar çocuktum. Ben de, onlarla beraber onu
seyretmeye gittim. Zünnûn-i Mısrî'nin elbiseleri düzgün bir vaziyette olmayıp,
eski ve yamalı olduğundan, baktığımda bana hakir göründü. Kendi kendime; "Şan ve
şerefi ile dillerde dolaşan, herkesin hürmet ve saygı ile adını söylediği Zünnûn
bu mudur?" dedim. Tam o sırada Zünnûn-i Mısrî, insanların içinden yüzünü bana
döndü ve: "Ey Genç! Allahü teâlâ bir kulundan yüz çevirdiğinde, o kimse O'nun
velî kulları hakkında, onları küçümser bir şekilde, dili uzun olur" dedi. Ben
de, kendimden geçerek hemen yere düştüm. Yüzüme su serptiler. Aklım yerine
geldi. Gönlümdeki bu düşünceler yok olup gitti. Ona karşı, saf ve temiz bir
düşünce ile ayağa kalktım.
Bu hâli
açıklarken Şeyh-ül-islâm Abdullah-ı Ensârî de buyurdu ki: "Allahü teâlânın
azametiyle kendini örttüğü kimseyi görmek, acaba mümkün müdür? Bütün âlem, onun
örtüsü olur. O da kendi dostlarından örtü olur. Yarın kıyâmet gününde, bu
taifeyi görseler bile tekrar tanıyamazlar. Nitekim burada da görseler
bilmezlerdi. Allahü teâlâ A'râf sûresi 198.nci âyet-i kerîmesinde meâlen:
"Eğer onlara doğru yolu göstermeye çağırsanız duymazlar. Onları, sana, bakar
görürsün. Halbuki onlar, görmezler de" buyurmaktadır.
Yine kendisi
anlatır: Ebü'l-HayrTinâti'yi ziyârete gitmiştim. Akşam namazı vakti idi. İmâm
oldu. Beraber namaz kıldık. Dilindeki pelteklik sebebiyle Fâtiha'yı zorlukla
okuyordu. Ben, bunca zamanımı bu adam için mi harcayıp, buralara kadar geldim?
diye düşündüm. Namazdan sonra su almak için dışarı çıktım. Bir arslanın üzerime
doğru geldiğini görünce, geri dönüp haber verdim. Ebü'l-Hayr hazretleri arslana,
"Ben size, misafirlerime birşey yapmıyacaksınız demedim mi?" buyurunca, hayvan
hemen kenara çekilip gitti. Ben işimi bitirip geri dönünce, "Başkalarının
kusurlarıyla meşgul oldunuz, o yüzden de arslandan korktunuz. Biz kalbimizi
düzeltmekle meşgul olduğumuz için, arslan bizden korktu" buyurdu.
Birgün
talebelerinden birisi, ıssız bir vadide yolculuk yapıyordu. Aniden önüne bir
arslan çıkıverdi. Çok korkmuştu. Onu parçalamak için hücuma hazırlanan arslan,
sesini yavaşlatıp, yüzünü toprağa sürmeye başladı. Biraz sonra da oradan savuşup
gitti. Talebe bu işe şaşırıp kalmıştı. Üzerine giydiği elbisesine dikkat etti.
Hocası İbrâhîm-i Kassâr'ın elbisesinden bir parçanın kendi elbisesine yamanmış
olduğunu gördü. Arslanın, saygı ifâde eden bir davranışta bulunarak çekip
gitmesinin sebebinin bu olduğunu anladı. Çünkü Allahü teâlâdan korkusu çok olan
evliyâdan, yırtıcı hayvanların bile korktuğunu, onlara saygı duyduğunu
biliyordu.
Kalblere te'sîr
eden hikmet dolu sözlerinden ba'zıları şunlardır:
"Her insanın
kıymeti, himmeti ya'nî gayret ve çalışkanlığı miktârıncadır. Bir kimsenin gayret
ve çalışması dünyâ için olup, Allahü teâlâdan yüz çevirmesine sebeb olursa,
hiçbir kıymeti yoktur. Fakat bu çalışması, Rabbinin rızâsını kazanmak için olur,
O'nun râzı olduğu, beğendiği emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmak için
olursa, bunun kıymetini takdir etmek mümkün değildir. Onu, ancak Allahü teâlâ
takdir edip, mükâfatlandırır."
"Tevekkül;
insanın, Allahü teâlânın her hususta verdiği teminata güvenerek, gönlünü rahata
ve huzura kavuşturmasıdır."
"Allahü
teâlânın yarattığı herşeyden râzı olan kimsenin, arzu ve istekleri olmaz. O,
Rabbinin kendisine verdiklerinden razıdır. Aksi hâlde duâ ederek aşırı istekte
bulunmak, Rabbinden râzı olmanın a-lâmetinden değildir."
"Ma'rifet,
Allahü teâlâyı tanımaktır. Cenâb-ı Hak, akla gelen herşeyin ötesindedir. Bunun
için Peygamber efendimiz: "Allahü
teâlânın ni'metlerini düşününüz. O'nun zâtı hakkında düşünmeyiniz"
buyurdu. Çünkü
akla, hayâle gelen herşey, o değildir. O, ötelerin ötesidir.
Ezelde
yaratılan ve insana yetecek olan rızık, çalışınca, zahmet çekmeden de insana
ulaşır, insanın çektiği bütün zahmetler, sıkıntılar ve meşguliyetler ise, hep
fazlasına kavuşmak isteğindendir."
"Fakîrler de,
zenginler de, kendileri için ayrılmış olan rızıklarına kavuşmadan ölmezler.
Fakat bu hususta, fakîrlerin tevekkülü daha çoktur. Zenginler ise, ellerindeki
mal ve mülklerine, sahip oldukları imkânlarla elde ettikleri sebeplere daha çok
güvenirler. Bu hâl de, zenginin, Rabbini unutmasına sebeb olur."
"Allahü
teâlânın velî kulları, ilimle de meşgul oldukları zaman, dinimizin edeblerine
daha çok riâyet ederler."
"Allahü teâlâ,
kendisinden başkalarına bağlanarak, izzet, şan ve şeref sahibi olmak isteyenleri
zelîl eder, herkesin yanında hor ve hakir kılar."
"İnsanların en
zayıfı, nefsinin kötü isteklerinden uzak durmakta âciz kalan kimsedir. En
kuvvetlisi de, bu kötü arzularını terk etmeye gücü yeten kimsedir."
"Bu dünyâda,
sana iki şeyin dostluğu yetişir:
1. Allahü
teâlânın fakîr kullarından yüz çevirmeyip onlarla sohbet etmek,
2. Allahü
teâlânın evliyâ kullarına hizmet edip, duâlarına kavuşmak ve onlardan feyz
alarak istifâde etmek."
"Rızık için
endişeye kapılıp, hep onu düşünmen, geceni ve gündüzünü onun peşinde harcaman,
seni Allahü teâlâdan uzaklaştırır ve insanlara muhtaç eder."
"Allahü teâlâyı
sevmenin alâmeti, hep O'nun beğendiği, râzı olduğu işleri yapmak ve Resûlü
Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaktır."
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-354
2) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-102
3) Tabakât-üs-Sûfiyye sh-319
4) Nefehât-ül-üns sh-214
5) Risâle-i Kuşeyrî sh-143
6) Tezkiret-ül-evliyâ cild-2, sh-63
|