Meşhûr târih ve
edebiyat âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Muhammed bin Abd-i Rabbih olup, künyesi
Ebû Ömer, lakabı Şihâbüddîn'dir. Endülüsî veya Kurtubî diye de
lâkablandırılmıştır. 246 (m. 860) senesinde Kurtuba'da doğup, 328 (m. 940)
târihinde yine burada vefât etmiştir. Yakut isimli târihçi, Abd-i Rabbih'in
vefâtını 348 (m. 959) olarak göstermiş ise de bu târih doğru değildir.
Abd-i Rabbih,
uzun bir ömür yaşadı. Emevî emirlerinden bir çoğunun zamanına yetişti.
Bunlardan, Muhammed bin Abdurrahmân, Münzir bin Muhammed, Abdullah bin Muhammed
ile yakınlığı olup, zaman zaman görüşürlerdi. İbn-i Abd-i Rabbih, geniş edebiyat
ve târih bilgisine sahipti. Endülüslü âlimlerin yazdığı kaynak eserlerde, İbn-i
Abd-i Rabbih'i medheden şiirler vardır. Üçüncü Abdurrahmân zamanında çok meşhûr
oldu. İbn-i Abd-i Rabbih, emir oluşundan itibaren Üçüncü Abdurrahmân'ın
hayatının büyük bir kısmını yazdı. Burada, onun yaptığı muharebeleri,
emirliğinin mühim taraflarını anlattı.
İbn-i Abd-i
Rabbih en çok "El-kad-ül-ferîd" kitabiyle meşhûrdur. Kitap, bu ismiyle geniş bir
çevrede tanınmaktadır. Tahkiki yapılıp, yeniden basılmıştır. Eski kaynaklar, bu
kitabı "El-Ikad" diye zikreder, Yeni kaynakların ekserisi "El-Ikd-ül-ferîd" diye
yazmaktadır. İbn-i Abd-i Rabbih el-Ikd-ül-ferîd'in mukaddimesinde (önsözünde),
bu kitabında ta'kib ettiği metodu Râyet açık bir şekilde anlatmaktadır.
El-Ikd-ül-ferîd'in ifâdeleri akıcı ve tatlı, ma'nâlar kolay ve okuyucunun
anlıyabileceği bir şekildedir. Kitapta bildirilen haberlerde, çoğunlukla bu
haberleri bildirenlerin isimleri zikredilmemiştir. İbn-i Abd-i Rabbih, uzun
isimlerin okuyucuya vereceği ağırlığı gidermek için böyle yapmıştır, İbn-i Abd-i
Rabbih, bu kitabının çeşitli mevzûları, muhtelif haberleri, özellikle, değişik
mevzûları içine alan bir eser olmasına dikkat etmiştir.
Bu hususta o
şöyle der: "Yazılmış olan kitaplara baktım. Onların çok az konuyu içerisine
aldıklarını gördüm. Ben bu kitabı daha çok mevzuyu ihtiva edecek şekilde yazdım.
Bu kitapta anlatılanlar, büyük-küçük, sultanların ve halkın konuşup anlata
geldikleri haberleri içine alacak şekilde hazırladım."
El-Ikd
-ül-ferîd kitabından seçmeler:
Peygamber
efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
"İstişâre eden pişman olmaz. İstihâre eden zarar etmez."
Allühü teâlâ,
Kur'ân-ı kerîmde Resûlullaha, (s.a.v.) müşavere etmeyi emredip, meâlen şöyle
buyuruyor: "...İş hususunda, onlarca müşavere et. Bir iş için azmettiğin
zaman, Allahü teâlâya güvenip, dayan... (Âl-i İmrân-159).
"Hâkimler
(hikmet sahibi olanlar) dediler ki: Sırrın senin kanın gibidir. Onu neşeye
akıttığına bak. Onlar bununla, sırrı ifşa etmenin kanı akıtmak gibi olduğunu
söylediler."
"Kişinin göğsü,
kendi sırrı için dar olunca, sırrını emânet ettiği kişinin göğsü daha dardır."
Birisine:
"Senin sırrını gizleme durumun nasıldır?" diye sordular. O, "Kalbim, sırrım için
kabirdir" cevâbını verdi."
Allahü teâlâ,
Kur'ân-ı kerîmde Peygamber efendimize (s.a.v.) meâlen şöyle buyurdu:
"...Eğer, kaba, katı yürekli olsaydın, muhakkak onlar etrafından dağılıp
gitmişlerdi. Artık onları bağışla ve kendilerine Allahü teâlâdan mağfiret
dile..." (Âl-i İmrân-159).
Peygamber
efendimiz buyurdular ki: "Kendisine
yumuşaklık verilen kimseye, dünyâ ve âhıret iyilikleri verilmiştir."
Ömer bin
Abdülazîz, halife olunca, Sâlim bin Abdullah'a ve Muhammed bin Ka'b'a birisini
gönderip, çağırttı. Onlar gelince: "Bana tavsiyelerde bulunun, yol gösterin"
dedi. Bunun üzerine, Sâlim bin Abdullah: "Sen, insanları kendine; baba, oğul,
kardeş yap. Baba makamında olanlara, babana yaptığın gibi iyilik yap. Kardeşin
durumunda olanları koru ve gözet. Evlâdın mesabesinde olanlara, kendi
çocuklarına yaptığın merhameti yap. Muhammed bin Ka'b da: Kendin için istediğini
insanlar için de iste. Kendin için istemediğin, iyi görmediğin şeyi, onlar için
de isteme. Şunu iyi bil ki, sen ilk ölen halife değilsin" buyurdular. Halife
Mensûr, oğlu Abdullah bin Mehdî'ye "İyice düşünmeden bir iş hakkında karar
verme. Çünkü, akıllı kimsenin düşünmesi, öyle bir aynadır ki, kişiye iyi ve kötü
taraflarını gösterir. Halifeyi ancak takva, sultanı teb'asının ona itâati, halkı
da adalet ile muâmele etmek düzeltir. İnsanlardan affa en lâyık olanı, ceza
vermeye en çok güç yetenidir, insanların aklı en az olanı, kendisinden aşağıda
olanlara zulüm e-denidir" diye nasîhat ettiler.
Halife
Mehdî'nin kâtibi Ebû Ubeydullah dedi ki: "Kim, kibrin kötülüğünü bilmezse,
dilinin hatâlarından kendini muhafaza edemez. Büyük olsa bile günahını büyük
görmez."
Meşhûr
hükümdarlardan Erdeşir, halka şöyle nasîhatta bulundu: "Birbirinize kin
tutmayınız. Yoksa size düşman musallat olur. İhtikâr (karaborsacılık)
yapmayınız, size kıtlık gelir. Bu dünyâya kıymet vermeyiniz. Çünkü bu dünyâ
kimseye kalmamıştır. Fakat dünyâyı da büsbütün terk etmeyiniz, Çünkü, âhıret
dünyâ ile kazanılır. (Dünyâyı terk etmek iki türlüdür: Birisi, bütün harâm olan
şeyler ile beraber mubahları da, ya'ni günah olmayan lezzetlerin çoğunu da
bırakıp, yaşamak için zarurî olan miktarım kullanmaktır. Ya'nî, dünyânın zevk,
keyf ve eğlencelerine dalmak yolunu bırakarak, her türlü zevk ve lezzetlerden
vazgeçip, bütün zamanını ibâdet ile ve müslümanların rahatlıktan ve İslâm dinini
bilmiyenlerin, doğru yola kavuşmaları için lâzım olan ilmi ve teknik usûlleri ve
vâsıtaları, en ileri ve üstün şekilde yapmak ve kullanmakla geçirmek ve durmadan
çalışmaktır. Ve dünyâ zevkini böyle çalışmakta aramak ve bulmaktır. Eshâb-ı
kirâmın hepsi ve büyüklerimizin çoğu, böyle idi. Dünyâyı bu söylediğimiz şekilde
terk etmek, pekâlâ ve pek fâidelidir. İkincisi, dünyâda harâm ve şüpheli
şeylerden kaçıp, mübahları kullanmaktır. Bu kısım, bu zamanda çok kıymetlidir.)
"Allahü teâlâ,
kullarına onların güçlerine göre ni'met verir, ihsanda bulunur. Onları, güçleri
ve tâkatlarına göre şükürle mükellef tutar."
"Ni'mete
nankörlük, ni'metin yok olmasına sebeb olur. Ni'mete şükür ise, o ni'meti
arttırır." "İyilik sahibini iyiliğinden dolayı övmek, ona teşekkür etmek
mesabesindedir."
"İyiliği yayan
kimse, o iyilik için teşekkür vazifesini eda etmiş olur. İyiliği gizliyen kimse
de, o ni'mete nankörlük etmiş olur."
Vâkıdî anlatır:
Yahyâ bin Hâlid el-Bermekî'nin yanına gidip: Burada ba'zı kimseler, sizin
iyiliğinizi anlatıp medhediyorlar, dedim. Bunun üzerine o, bana: "Onlar
(Yaptığım iyiliği) övüyorlar. Bu durumda bize de, onların teşekkürüne karşılık
teşekkür etmek gerekir" dedi.
Adiy bin Erta
(r.a.), Ömer bin Abdülazîz'e (r.a.) bir mektûb yazdı. Mektubunda: "Ben
bereketli, bolluk bir yerde bulunuyorum. Ancak, daha önce burada bulunan
müslüman kardeşlerimin, Allahü teâlânın bu kadar ni'metlerine karşılık az şükür
etmiş olmalarından endişeliyim" dedi. Ömer bin Abdülazîz de (r.a.) ona cevâbında
şöyle yazdı: "Allahü teâlâ bir cemâate (topluluğa) bir ni'met ihsan eder, onlar
da o ni'metden dolayı Allahü teâlâya hamd ederlerse, onlara kavuştuklarından
daha fazlası verilir. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu:
"Gerçekten biz, Dâvûd'a ve Süleymân'a bir ilim verdik de onlar şâyle dediler:
"Hamd olsun o Allaha ki, bizi mü'min kullarından çoğu üzerine üstün kıldı"
(Neml-15).
Birgün
Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, Hz. Âişe'yi, Züheyr bin Cenâb'ın şu mısralarını
okurken duydu. Senden daha güçsüz ve za'îf olana yardımcı ol. Onu tutup kaldır.
Onun bu güçsüz durumundan sana bir şey zarar vermez. Belki bir gün onun durumu
iyi olur da, sana faydalı olur veya daha önce kendisine yardımcı olduğundan
dolayı seni iyilikle anar. Çünkü, yapılan iyiliğe karşı iyilik sahibini
medhedip, öven, o iyiliğin karşılığını veren kimse gibidir. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) efendimiz: "Doğru! Yâ Âişe, insanlara teşekkür etmiyen
kimseyi, Allahü teâlâ övmez ve medh eylemez" buyurdular.
Abd-i Rabbih,
el-Ikd-ül-ferîd kitabında ba'zı meşhûr cömert zâtlardan bahsetmiş ve onlara dâir
menkıbeler anlatmıştır. Bu zâtlar ve ba'zı menkıbeleri şöyledir:
"Ubeydullah bin
Abbâs: Komşularına çok ikrâmda bulunan, gelip gidenlerin istifâde etmesi için,
yollara sofralar kuran bir zâttır. Bir şâir onun hakkında şu meâlde şiir
söylemiştir. "O kıtlık senede, acı, tatlı neyin varsa hepsini yedirdin. Sen
yetimleri görüp gözetirsin. Herkese karşı şefkatli ve merhametli olan Ebü'l-Fadl
senin babandır."
Anlatılır ki,
ona bir gün bir adam geldi. O, evinin avlusunda bulunuyordu. Gelen şahıs onun
yanına yaklaşıp, Ey İbn-i Abbâs! Benim senin yanında bir elim var, şimdi ona
ihtiyâcım var, onu almaya geldim, dedi. Ubeydullah bin Abbas, o şahsa dikkatlice
baktı, fakat tanıyamadı. Sonra ona: Senin benim yanımdaki elin nedir? diye
sordu. O şahıs: Birgün, seni, Zemzem'in yanında dururken gördüm. Hizmetçin sana
Zemzem suyu verdi. Hava da gayet sıcak idi. Bu sırada sana, elbisemin bir tarafı
ile gölgelik yaptım. Ondan sonra, sen suyu içtin. Bunun üzerine Ubeydullah bin
Abbâs: Evet, hatırlıyorum, dedi. Biraz düşündükten sonra hizmetçisine; Yanında
ne kadar para var? diye sordu. Hizmetçisi: Onbin dirhem ve ikiyüz dinar var,
dedi. Ubeydullah bin Abbâs hizmetçisine onların hepsini, o şahsa vermesini,
haddizatında, bu kadar paranın bile onun elinin hakkını ödemediğini söyledi. O
şahıs Ubeydullah bin Abbâs'ın bu cömertliğine hayran kaldı.
Ubeydullah bin
Abbâs'a bir dilenci geldi. O, dilenciyi tanımıyordu. Ubeydullah'a (r.a.) bana
sadaka ver, çünkü ben, Ubeydullah bin Abbâs'ın kendisinden bir şey istiyene bin
dirhem verdiğini duydum, dedi. Ubeydullah bin Abbâs; ben nerede, Ubeydullah bin
Abbas nerede? dedi. Dilenci, hangi hususu kastediyorsun, mal çokluğu bakımından
mı, yoksa şeref ve kıymet bakımından mı? diye sordu. Ubeydullah bin Abbâs her
iki yönden de, herkesin bildiği, tanıdığı Ubeydullah bin Abbâs gibi olamam dedi.
Dilenci, kişideki haseb, onun asaleti, yaptığı işler ve hareketlerinden belli
olur. Bu bakımdan insan bir iyiliği, kendi isteğine bağlı olarak yapar. Eğer sen
bir iyilik yaparsan, haseb sahibi olursun. Ubeydullah bin Abbâs, ona ikibin
dirhem verdi. Daha fazla veremediği için özür diledi. Şimdi durumunun dar
olduğunu söyledi. Bunun üzerine dilenci, eğer sen Ubeydullah bin Abbâs değilsen,
sen ondan daha iyisin. Eğer sen o isen, bugün, dünden daha iyisin, dedi.
Ubeydullah bin Abbâs ona bin dirrhem daha verdi. Dilenci, Ubeydullah bin
Âbbâs'ın bu ihsanı karşısında çok duygulandı.
Ubeydullah bin
Abbâs'a Ensâr'dan bir zât gelir: "Ey Resûlullahın (s.a.v.) amcasının oğlu! Bu
gece benim çocuğum dünyâya geldi. Ben ona teberrüken (hayır umarak) sizni
isminizi ı verdim. Fakat annesi vefât etti, dedi. Bunun üzerine Ubeydullah bin
Abbâs: "Allahü teâlâ, sana ihsan ettiği çocuğunu hayırlı mübârek eylesin.
Hanımının vefâtı sebebiyle de sana bol sabırlar D versin" dedi.
Hizmetçisini çağırıp: "Hemen git, ona bakıp terbiye edecek bir câriye satın al,
onun ihtiyaçlarına harcaması için de kendisine iki yüz dînâr ver" dedi. Sonra
Ensârdan olan o mübârek zâta; "Birkaç gün sonra tekrar bize gel. Çünkü bu
gelişinde, biraz darlık içerisinde olduğumuz için fazla ikrâmda bulunamadık"
dedi. Ensârdan olan zât, Ubeydullah bin Abbâs'ın bu iltifatından son derece
memnun oldu.
İbn-i Abd-i
Rabbih'in el-Ikd-ül-ferîd kitabında bildirdiği hadîs-i şerîflerden ve
büyüklerden ba'zılarının hutbe ve sözlerinden bir kısmı şöyledir:
Hadîs-i şerîfte
buyuruldu ki; "Sizden biriniz bir şey
yediği zaman sağ eliyle yesin, sağ eliyle içsin. Muhakkak şeytan sol eliyle yer,
sol eliyle içer."
Yemekten önce
ve yemekten sonra el yıkamak sünnettir. Başlarken besmele okumalıdır. Sonunda da
elhamdülillah demelidir.
Hadîs-i şerîfte
buyuruldu ki:
"Sizden
biriniz aksırıp elhamdülillah dediğinde, ona "yerhamükellah" deyiniz. Hamd
etmezse ona teşmitte bulunmayınız."
İbn-i Ömer
aksırdı ve elhamdülillah dedi. Oradakiler "yerhamükellah" deyince İbn-i Ömer,
"Yehdîkümullah ve yuslih baleküm" diye cevap verdi.
Hadîs-i
şerîfte: "Evlât kokusu, Cennet kokularındandır" buyuruldu.
Hikmet
sahipleri dedi ki: "Küçüklükte kim çocuğunu terbiye ederse, o büyüdüğünde
sevindirir."
Hadîs-i
şerîflerde buyuruldu ki:
"Tanıdığınız
ve tanımadığınız müslümanlara selâm veriniz."
"Birbirinize
selâm veriniz. Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz, akrabanızın haklarını
gözetiniz. Gece herkes uyurken namaz kılınız. Bunları yaparak selâmetle Cennete
giriniz."
Selamda sünnet
şöyledir ki; önce büyük küçüğe, şehirli köylüye, devedeki ata binmiş olana,
attaki merkepte olana, merkep üstündeki yaya yürüyene, ayakta olan oturana, az
olan çok olana, efendi hizmetçisine, baba oğluna, ana kızına selâm verir. Rütbe
ve ni'meti çok olan önce verir.
Birisi
Resûlullaha geldi ve "Babam size selâm söyledi" dedi. Resûlullah buyurdu ki:
"Aleyke ve alâ ebîkesselâm."
Hadîs-i
şerîflerde buyuruldu ki:
"Müslümanın
müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak
cenâzesinde bulunmak, da'vetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene,
yerhamükellah diyerek cevap vermek"
buyuruldu.
"(Birinin evine
girileceği zaman) izin üç defa istenir.
(Birincisinde izin verilmezse, bir dakika kadar sonra ikinci defa istemeli, yine
verilmezse, üçüncü defa istenmelidir. Yine izin verilmezse, dört rek'at namaz
kılacak kadar beklemiş ise içeri girmemeli, gitmelidir.)"
"Rabbim bana
dokuz şeyi yapmamı bildirdi. Ben de size
(ümmetime)
bildiriyorum: Aşikâre olsun gizlilikte
olsun ihlâsı, öfkeli anda da rahatlık ânında da adaleti, zenginlik ve fakîrlikte
orta yolu, bana zulmedeni affetmeyi, vermeyene vermeyi, benden alâkayı keseni
arayıp sormayı, susmamın tefekkür, konuşmamın zikir, bakışımın ibret olmasını."
"Sizi boş ve
lüzumsuz konuşmaktan, malı israf etmekten ve lüzumsuz çok soru sormaktan men
ederim."
"Mallarınızı
zekât vererek koruyunuz. Hastalarınızı sadaka vererek tedavi idiniz. Size
gelecek belâları duâ ile önleyiniz."
"Veren el,
alan elden hayırlıdır."
"İnsanoğlu
malım malım der. Halbuki onun malım dediği; yiyip bitirdiği, giyip eskittiği
yahut verip elinden çıkardığı şeylerdir."
"İlmi, bir
yere yazmakla koruyunuz"
Allahü teâlâ
Peygamberin) (s.a.v.) en güzel edeb ile edeblendirmiştir. Onun için Kur'ân-ı
kerîminde meâlen şöyle buyurdu: "Elini boynuna bağlı kılma (cimri olma)
ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş
açıkta kalırsın." Burada orta hâli emretmektedir. Cimrilikten ve çok dağıtıp
israftan sakındırdı. Onlar ki, harcadıkları zaman israf etmezler, sıkılık da
yapmazlar ve harcamalar bu ikisi arası ortalama olur.
Allahü teâlâ,
Kur'ân-ı kerîmdeki şu âyetlerinde bütün güzel ahlâkı Peygamberinde topladığını
meâlen şöyle buyurdu: "Sen bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve câhillerden
yüz çevir" (A'râf. 199).
"Sana tabî
olan mü'minlere kanadını indir (tevazu yap)"
(Şuârâ: 215).
"Uhud
savaşında sen, Allahtan gelen bir merhamet sayesindedir ki onlara (Eshâba)
yumuşak davrandım. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, muhakkak onlar etrafından
dağılıp gitmişlerdi."
(Âl-i İmrân: 159).
"Hem
iyilikle kötülük müsavi olmaz. Sen kötülüğü, en güzel olan iyi harekette önle. O
vakit bakarsın ki, seninle arasında bir düşmanlık bulunan, yakın bir dost gibi
olmuştur"
(Fussılet: 34).
Şu âyet-i
kerîme ile de Resûlullahın edebinin çok yüksek olduğu meâlen şöyle bildirildi:
"And olsun,
size içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size
çok düşkündür. Mü'minlere çok merhametlidir, onlara hayır diler"
(Tevbe:
128).
Hadîs-i
şerîfte: "Haya îmândan birşu'bedir" buyuruldu.
Avn bin
Abdullah dedi ki: "Haya, hilm (yumuşaklık) ve susmak îmândandır."
İbn-i Ömer dedi
ki: "Haya ve îmân birbirine bağlıdır. Birisi ayrılınca, diğeri de onunla
birlikte gider. Her zaman beraber olurlar."
Hadîs-i
şerîflerde buyuruldu ki: "Mü'min yalancı
olmaz."
"Allahü
teâlâ sizden ilmi almak için, ilmi ile âmil olan âlimleri kaldırır, câhiller
kalır. Dinden suâl edenlere, kendi akılları ile cevap verip, insanları doğru
yoldan ayırırlar."
Hadîs-i
kutside: "Kibriya benim ridâm, azamet izârımdır. Bunlardan biri için benimle
çekişmeye gireni Cehennem ateşine atarım" buyuruldu.
Abdullah bin
Mes'ûd (r.a.) buyurdu ki: "İlmi öğreniniz, öğrendikten sonra, o ilimle amel
ediniz." Şa'bî dedi ki: "Âlim ancak Allahü teâlâdan korkan kimsedir."
Hikmet
sahipleri dedi ki: "Öğrendiğin ilmi, bilmiyene öğret. Bilenden de ilim öğren.
Böyle yaparsan bildiğin şeyi çok iyi korumuş olursun ve bilmediğini de
öğrenirsin."
Hadîs-i
şerîflerde buyuruldu ki:
"İlmin
fazîleti, ibâdetin fazîletinden daha hayırlıdır."
"İlimle
yapılan az amel, ilimsiz yapılan çok amelden hayırlıdır."
Esmâî dedi ki:
"İlim öğrenmede
ilk adım susmak, sonra dinlemek, sonra ezberlemek, sonra öğrenilen bilgi ile
a-mel etmek, sonra da o bilgiyi insanlara öğretmektir."
Abdullah bin
Mes'ûd (r.a.) buyurdu ki: "Kişi âlim olarak doğmaz, ilim ancak çalışmakla
öğrenilir."
Abdullah bin
Abbâs (r.a.) buyurdu ki: "İki sınıf insan vardır ki doymaz. Biri âlim öğrenmeye
doymaz. Diğeri de tamahkârdır, dünyânın malına, doymaz."
Hz. Ömer'in
hutbesi: Hamd ve senâdan sonra, şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Kur'ân-ı kerîmi
öğreniniz. Onunla amel ediniz. Kur'ân-ı kerîm ehlinden olunuz."
Hz. Ali'nin
hutbesi: "İmdi, şüphesiz dünyâ sırt çevirip, veda zamanının geldiğini bildirdi.
Muhakkak ki, âhıret yolculuğu göründü. Dikkat ediniz. Siz şimdi amel
günlerindesiniz. Arkanızda ecel var. Kim eceli gelmeden önce, şu günlerde,
amellerini Allahü teâlânın rızâsına uygun yaparsa, ameli ona fâide verir. Emeli
ise zarar vermez. Kim de bu amel günlerinde, ecel gelmeden önce âhırete
hazırlığını eksik yaparsa, ameli boşa gider ve emeli de ona zarar verir. Dikkat
ediniz! Cenneti istiyenleri de, Cehennemden korkup kaçanları da uyur görüyorum.
Dikkat ediniz! Âhıret yolculuğu ile emrolundunuz. Oraya azık hazırlamanıza
işaret edildi. Sizin hakkınızda en çok koltuğum şey; arzu ve isteklerinize tâbi
olup, uzun emel sahibi olmanızdır." (Tûl-i emel) Kalb hastalıklarındandır. Tûl-i
emel, zevk ve sefa sürmek için, çok yaşamağı istemektir. İbâdet yapmak için, çok
yaşamağı istemek, tûl-i emel olmaz. Tûl-i emel sâhipleri ibâdetleri vaktinde
yapmazlar. Tövbe etmeği terk ederler. Kalbleri katı olur. Ölümü hatırlamazlar.
Va'z ve nasîhatten ibret almazlar. Hadîs-i şerîfle: "Ölümden sonra olacak
şeyleri, sizin bildiğiniz gibi hayvanlar da bilselerdi, yemek için semiz hayvan
bulamazdınız" buyuruldu.)
Zehrâ'nın
hutbesi: "Ey insanlar! Benden Şu beş şeyi öğreniniz alınız. Eğer, bunları elde
etmek için bineklerinize binip yolculuklar yapmış olsaydınız bunların benzerini
yine elde edemezdiniz. Dikkat ediniz! Allahü teâlâdan başkasından bir şey
beklemeyiniz. Bilmediğiniz şeyi öğrenmekten, bilmediğiniz bir şey sorulunca,
bilmiyorum demekten utanmayınız. Dikkat ediniz. Sabır imândandır. Sabır, cesede
göre baş mertebesindedir. Kur'ân-ı kerîmi düşünerek okumalı, ibadeti kim için ve
niçin yaptığını bilerek yapmalı, hilm, ilimle güzelleşir. Dikkat ediniz! Size
gerçek âlimi haber veriyorum. Allahü teâlânın kullarına, günahları, kötülükleri
güzel göstermiyen, onlardan alıkoyan, onları Allahü teâlânın mekrinden emin
kıl-mayıp, rahmetinden ümit kestirmiyen âlim, gerçek âlimdir. Allahü teâlâya
karşı kulluk vazifesini yapanlar için, mutlaka Cennete gidecek, günahkâr
müslümanlar için de, mutlaka Cehenneme girecektir diye kesin söz söylemeyiniz.
Bunu sadece Allahü teâlâ bilir. İyi kimseler için, onların artık Allahü
tfeâlânın azabından kurtulduklarına teminat vermeyiniz. Günahkâr müslümanları da
Allahü teâlânın rahmetinden ümit kestirmeyiniz. Çünkü Allahü teâlâ Kur'ân-ı
kerîmd'e meâlen: "Allahü teâlânın rahmetinden ancak kâfirler ümid keser."
(Yûsuf: 87) buyurmaktadır.
Ömer bin
Abdülazîz'in ilk hutbesi: Ey insanlar? İçinizi düzeltiniz ki, dışınız da
düzelsin: Âhıretinizi iyi yapın ki, dünyânız iyi olsun." Başka bir hutbesi:
Şüphesiz, her yolculuk için bir azık hazırlığı vardır. Öyleyse, dünyâda iken
âhıretiniz için takvadan azık hazırlayınız. Allahü teâlânın, ahırette kendisi
için hazırladığı sevab ve ikâbı görüp tatmış olan bir kimse gibi olunuz. Böyle
yaparsanız, günah işlemekten korkar, Allahü teâlânın emirlerine uymayı
arzularsınız, ömrünüz size uzun gelmesin, yoksa kalbiniz katılaşır.
Düşmanlarınıza boyun eğersiniz. Gece olunca, sabahlayıp sabahlamıyacağını,
sabahlayınca, akşama kavuşup kavuşamıyacağını bilemiyen kimse uzun emelli
olamaz. Ba'zan, bu iki zaman arasında ölüm tehlikeleri olabilir. Dünyaya, ancak
akıbetinden emin olanlar meyleder. Dünyâda, bir yarasını iyileştiren kimseye,
başka taraftan bir yara isabet eder. Öyleyse, insan dünyâya nasıl meyledebilir?
Kendimi men ettiğim Şeyleri size emretmekten, Allahü teâlâya sığınırım. Yoksa,
hak ve doğruluktan başka bir şeyin fâide vermediği kıyâmet gününde, rezil ve
rüsvâ olurum.."
Ömer bin
Abdülazîz (r.a.) bu hutbesinden sonra ağladı. Orada bulunanlar da onunla beraber
ağladı.
Ömer bin
Abdülazîz'in (r.a.) Şam'a yakın Hünasva denilen yerde okuduğu son hutbe: Ömer
bin Abdülazîz (r.a.), ölünceye kadar başka bir hutbe okumamıştır. O, Allahü
teâlâya hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Siz, boşuna
yaratılmadığınız gibi, başıboş da terk edilmiş, değilsiniz. Yarın kıyâmet günü
Allahü teâlâ sizin aranızda hükmedecektir. Allahü teâlânın her şeyi kuşatan
rahmetinden çıkan kimse, hüsrana uğramıştır ve genişliği, gökler ve yer kadar
olan Cennetten mahrum kalır. Biliniz ki, yarın kıyâmet gününde emniyet ve güven;
bugünden korkup, hazırlanan, azı (dünyâyı) verip, çoğu (ebedi âhıret se'âdetini)
satın alan kimseler içindir. Görmüyor musunuz? Siz, fâni olan kimselerin çoluk
çocuklarısınız. Sizden sonra onların soyunu, kalanlarınız devam ettirecek. Siz
de gideceksiniz. Yine görmüyor musunuz ki, hergün aranızdan, ömrünü tüketen
birisini âhırete uğurluyorsunuz. Sonra onu, topraktan bir çukur olan mezara
gömüyorsunuz. Onu oraya, yastıksız ve yataksız bırakıyorsunuz. Artık o, orada
hiçbir iş yapacak, bir ihtiyâcını temin edecek halde değildir. Dostlarından ve
sevdiklerinden ayrılmış, hesap verme ile karşı karşıyadır. Onun orada, dünyâda
bıraktığı malına mülküne ihtiyâcı yoktur. Fakat, dünyâda iken gönderdiği
iyiliklere, yaptığı ibâdet ve tâatlere çok ihtiyâcı vardır. Vallahi ben size
bunları söylüyorum. Fakat, aranızda kendimden daha günahı, çok birisini de
görmüyorum. Allahü teâlâdan beni ve sizi af ve mağfiret buyurmasını diliyorum.
Harfin Reşîd'in
hutbesi: "Ni'metlerinden dolayı Allahü teâlâya hamd ederiz. O'na karşı itâatta
muvaffak olmamız için, O'ndan yardım isteriz. Düşmanlarına karşı, O'ndan zafer
dileriz. O'na kâmil bir î-mânla imân ederiz, işlerimizi O'na havale eder, O'na
güvenip dayanırız. Ben şehâdet ederim ki, Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur.
O'nun şeriki (ortağı) yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed (s.a.v.)
Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür. Allahü teâlâ O'nu Cennetle müjdeleyici ve
Cehennemle, korkutucu olarak gönderdi. Resûlullah (s.a.v.) peygamberlik
vazifesini tebliğ etti. Ümmete nasîhat eyledi. Allah yolunda muharebe eyledi.
Allahü teâlânın rızâsına uygun iş yapanlar için yaptığı iyi va'dleri ve emrine
karşı gelenler için yaptığı tehdidleri bildirdi. Vefâtlarına kadar bu vazifeyi
yerine getirdi.
Resûlullaha
(s.a.v.) salât (hayırlı duâlar) ve selâm olsun. Ey Allahın kulları! Size takvayı
tavsiye ederim. Çünkü takva günahları örter, iyilikleri katkat yapar. Takva,
Cenneti kazanmaya ve Cehennemden kurtulmaya bir vesîledir. Sizi öyle bri günden
sakındırırım ki, o gün gözler korkudan dikilir kalır, bütün sırlar ortaya
dökülür. Siz yakında bu geçici dünyâ hayatınden, ebedi âhıret yurduna
göçeceksiniz. Öyleyse, tövbe etmek suretiyle, Allahü teâlânın mağfiretine, takva
ile Allahü teâlânın merhametine, mabetle (Allahü teâlâya dönmekle) onun
hidâyetine koşunuz. Çünkü Allahü teâlâyı anmak, müttekileri O'nun rahmetine,
tövbe edenleri O'nun mağfiretine, O'na dönenleri ve yalvaranları da O'nun
hidâyetine kavuşturur. Nitekim Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle
buyuruyor: "Rahmetim, dünyâda her şeyi kuşatmıştır. (Mü’mine de kâfire de
şâmildir). Fakat âhırette onu, küfürden sakınanlara, zekâtı verenlere ve
âyetlerimize îmân etmiş olanlara has kılacağım" (A'raf-156). Başka bir
âyet-i kerîmede ise meâlen şöyle buyurdu: "Bununla beraber, şüphe yokki ben,
tövbe eden, imân edip, sâlih amel işliyeri, sonra da hak yolda sebat gösteren
kimse için gaffarım (çok bağışlayıcıyım)" (Tâhâ: 82). Siz geçen asırlardaki
hâdiseleri biliyorsunuz. Şunu da biliyorsunuz ki, babalarınızı, dedelerinizi
dostlarınızı, ölüm, evlerinizden aranızdan kapıverdi de, siz onların ölümüne
mâni olamadınız. Onlar dünyâdan ayrıldılar. Ellerinde hiçbir imkân kalmadı.
Şimdi dünyâ onları, hesaplar görülmek üzere amelleri ile başbaşa bıraktı.
Dünyâda günah işlemiş, kötü işler yapmış olanlar, yaptıklarının cezasını
görecekler. Amel-i sâlih işliyenler ise mükâfatlarını göreceklerdir. Sözlerin en
güzeli, nasîhatların en üstünü, Allahü teâlânın kitabı Kur'ân-ı kerîmdir. Allahü
teâlâ, meâlen buyuruyor ki: "Kur'ân-ı kerîm okunduğu zaman hemen onu dinleyin
ve susun. Olur ki, merhamet edilirsiniz" (A'râf: 204).
Hz. Alinin
hutbesi: Allahü teâlâya hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu: "Ey Allahın kulları!
Size ve kendime Allahü teâlâdan korkup, yasaklarından sakınmayı, Allahü teâlânın
emirlerine itâata sarılmayı, sâlih ameller yapmayı, uzun emeli terk etmeyi
tavsiye ederim. Ey gâfil insan! Allahü teâlânın habercisi (Azrâil aleyhisselâm)
sana geldiği halde, onun kapısını çalmıyacağını sanıyorsan. Halbuki Azrâil
(a.s.) bu hususta senden bir bedel kabul etmiyecek. Senden bir kefil de
almıyacak. Senin küçük (çocuklarına) acımıyacak, büyük (çoluk çocuğuna da) bu
hususta hürmet edip (seni bırakmıyacak). Nihayet seni, karanlık mezarın dibine
bırakacak. O mezarın etrâfı sessiz ve sedasız ve kimseler yoktur. Azrâil (a.s.)
bunu daha önce geçmiş kavimlere de yapmıştı. Hani nerede, o bütün güçleriyle
çalışanlar servet yığanlar, yaldızlı ve süslü yüskek binalar kuranlar, hani
nerede, aza kanaat etmeyip, çoktan da faydalanamıyanlar. Nerede büyük ordulara
kumandanlık edenler? Büyük bayrakları açanlar? Sonra toprak altında, ölüler
hâline gelip, ufalıp, kırıntı hâline gelenler. Şimdi sizler, onların
bardaklarıyla su içiyorsunuz, onların yürüdüğü yollarda yürüyorsunuz. Ey
Allah'ın kulları! Allahü teâlâdan korkun. O'nun emirlerine uyunuz. Dağların
yürütüleceği, semanın (göğün) yarılacağı, amel defterlerinin, sağ ve sol
taraflardan uçuşarak geleceği kıyâmet günü için amel-i sâlih yapınız, O gün
kendini hangisinden görüyorsun? "Gelin kitâbımı okuyun" (Hakka-19) diyen
mi, yoksa "Eyvah! Keşke kitabım bana verilmeseydi." (Hakka-75) diyen mi?
Emirlerini yerine getirdiğimiz zaman Cennetini va'deden Allahü teâlâdan, bizi
gazabından muhafaza buyurmasını dileriz. En güzel söz ve en üstün nasîhat,
Allahü teâlânın kitabı Kur'ân-ı kerîmdir."
Hz. Ebû Bekr'in
(r.a.) halife olduğu zaman yaptığı bir konuşma: "Ey insanlar! Sizin en üstününüz
olmadığım halde, size halife seçildim. Bu sebeple, eğer siz beni hak üzere
bulursanız, bana yardım ediniz. Eğer böyle bulmazsanız, bana doğruyu gösteriniz.
Sizin hakkınızda Allahü teâlâya itâat ettiğim müddetçe, siz de bana itâat
ediniz. Eğer Allahü teâlâya isyan edersem, bana itâat etmeyiniz. Dikkat ediniz,
muhakkak ki, hakkını alıncaya kadar, sizin zaîfleriniz benim yanımda en kuvvetli
olanınızdır. En za'îfiniz ise, za'îfin hakkını ondan alıncaya kadar,
kuvvetlilerinizdir. Söyleyeceğim bunlardan ibarettir. Allahü teâlâdan beni ve
sizi bağışlamasını diliyorum."
Yahyâ bin
Hayyan dedi ki: "Şerefli ve asil olan kişi, kuvvetli olunca, tevazu (alçak
gönüllülük) yapar. Düşük ve bayağı olan ise, kibirli olur." Hakimlerden ba'zısı:
"Topraktan yaratılan insanda kibir nasıl bulunur" demişlerdir.
Mahmûd
el-Verrâk: "Kibir, insanın dindarlığını bozar. Aklını noksanlaştırır. İnsanların
kınama ve kızgınlığını çeker. Güleryüz, güleryüz göstermeden verilen bağıştan
daha güzeldir" demiştir.
Denilmiştir ki:
"Her hastalığın bir ilâcı vardır, tedavisi mümkündür. Fakat, ahmaklığın tedavisi
zordur. Bu hastalık, tabibleri bile yordu."
Ebû Atâhiyye
dedi ki: "Ahmakla beraber olmaktan sakın. Çünkü ahmak, yamalı elbise gibidir.
Bir tarafını yama yaparsan, yine rüzgârla bir tarafından yırtılıp, sonunda
parçalanır."
Resûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki: "Kim tevazu'
gösterirse, Allahü teâlâ onu yükseltir."
İbn-i Semmak,
Îsâ bin Musa'ya: "Makam ve mevki sahibi iken tevazu göstermek, makam ve mevki
sebebiyle kazandığı şereften daha yüksek bir şereftir" demiştir.
Hakimler
(hikmet sahibi kimseler) dediler ki: "Yumuşaklıkla, şiddet ve sertlikle elde
edilemeyecek şeylere kavuşulur. Görülmüyor mu ki, su, yumuşak olmasına rağmen,
çok sert taşları aşındırmaktadır."
Eşçe' bin Amr
es-Sülemî dedi ki: "İnsanlarla ve mal ile kavuşulamıyan şeylere, yumuşaklıkla
kavuşulur."
Resûlullah
(s.a.v.) "Ciddi de olsa, şaka da olsa, yalan söylemek caiz değildir"
buyurdular. Yine şöyle buyurdular:
"Mü'min yalancı olmaz."
Abdullah bin
Ömer (r.a.): "Va'dine muhalefet etmek, arfâkın (münafıklığın) üçte ikisidir."
İbn-i Ömer,
Tevrat'ta şöyle yazılı olduğunu bildirdi: "Haya etmezsen (utanmazsan) istediğini
yap." Kendisi de şöyle dedi: "Haya edilecek zâtlarla beraber olmak suretiyle,
hayayı ihya ediniz (yaşatınız)."
Resûlullah
(s.a.v.) "Sizi dedikodudan, malı zayi etmekten ve çok suâlden men ettim"
buyurdu.
Resûlullahın
(s.a.v.) buyurduğu hadîs-i şerîflerden birkaçı:
"Zekât
vermek suretiyle malınızı koruyunuz. Sadaka vermek suretiyle, hastalarınızı
tedavi ediniz. Belâyı, duâ ile karşılayınız.."
(Hakkıyle duâ
eden kimseyi, Allahü teâlâ belâ ve musîbetlerden muhafaza buyurur.)
"Hâkim,
kızgın iken iki kişi arasında hüküm vermesin."
Hz. Ali'nin
ba'zı buyurdukları: "Kim kendi ayıbına bakarsa, başkasının ayıbını görmez.
Kardeşine kuyu kazan kimse, oraya kendisi düşer. Kendi sürçmesini (hatâsını)
unutan kimse, başkasınınkini büyük görür. Başkasının perdesini yırtan kimsenin,
evinin gizli şeylerini örten perdesi yırtılır, işlerinde başkasıyla yarışa
kalkan kimse, başkalarının kızgınlığını üzerine çeker. Kendi görüşünü beğenen
kimse, doğruyu bulamaz. Aklına güvenen kimse, hatâ eder. İnsanlara karşı
büyüklük taslayan kimsenin ayağı kayar. Düşük ve bayağı kimselerle beraber olan
kimse, hor görülür. Âlimlerle beraber olan kimse ise hürmet görür. Kim kötü
işlerin olduğu yerlerde bulunursa, töhmet altında kalır. Ahlâkı iyi olan
kimsenin, işleri kolay olur. Sözünü güzel yapan kimse, heybetli olur. Allahü
teâlâdan korkan kimse, kazanır."
Şebib bin Şeybe
dedi ki: "Edebli olunuz. Edeb, aklın bulunduğuna delâlet eder."
Süfyân-i Sevrî
(r.a.) buyurdu ki; "Kendini tanıyan kimseye, başkasının hakkında söyledikleri
zarar vermez."
İbn-i Kuteybe;
"Eğer âlim olmak istiyorsan, tek bir ilmi seç. Eğer edip olmak istiyorsan,
çeşitli ilimlerden haberin olsun" dedi.
Amr bin Utbe,
oğlunun muallimine: "Oğlumu ıslâh etmek istiyorsan, önce kendini ıslâh et. Çünkü
onların gözleri senin gözündedir. Onlara göre güzel ve iyi, senin yaptığın
şeylerdir. Çirkin ise, senin yapmayıp, terk ettiğindir. Onlara Allahü teâlânın
kitabını (Kur'ân-ı kerîmi) öğret, onları fazla zorlama, yoksa birdenbire
bıkkınlık gösterirler. Büsbütün de onları kendi hâllerine bırakma, sonra tamamen
Kur'ân-ı kerîm okumayı terk ederler. Onlara en güzel sözleri anlat. En temiz
(ahlâkı bozmayan) şiirlerden naklet. Bir ilmi iyice öğrenmeden, onları başka bir
ilme geçirme. Çünkü zihinde fazla ve kalabalık sözlerin birikmesi anlamayı
zorlaştırır. Onlara büyük zâtların hayatını ve yaşayışlarını öğret. Onlara
lüzumsuz şeylerden bahsetme."
Urve bin Zübeyr
ve Kâsım bin Muhammed şöyle anlattılar: Hz. Ebû Bekr, Âişe'ye (r.anhâ) vefât
ettiği zaman Resûlullahın (s.a.v.) yanına defn edilmesini vasiyet etti. Hz. Ebû
Bekr vefât edince, kendisi için, Resûlullahın (s.a.v.) yanında bir kabir
kazıldı. Başı, Resûlullahın (s.a.v.) mübârek iki omuzu hizasına kondu. (Hz.
Ömer'in başı ise, Hz. Ebû Bekr'in böğrünün hizasına kondu.)
Hişam bin Urve
babasından anlatıyor: Ebû Bekr'in (r.a.) cenâze namazı gece kılındı ve gece defn
edildi. Altmışüç yaşında iken vefât etti. Hz. Ebû Bekr'in babası kendisinden
sonra biraz daha yaşayıp vefât etti. Hz. Ebû Bekr'in yüzüğünde: "Allahü teâlâ ne
iyi kadirdir (kudret sahibidir)" yazılı idi.
Muhammed bin
Abdülazîz şöyle bildirdi: Hz. Ebû Bekr vefâtına yakın, vasiyyetini yazdı. Bunu
Hz. Osman ve Ensârdan birisi ile, bütün Medîne-i münevverelilere okumaları için
gönderdi. Herkes onların etrafına toplandı. Hz. Ebû Bekr'in vasıyyetini onlara
okudular. Vasıyyet şöyle idi: "Bu dünyâdan ayrılıp âhıret hayatına gireceği
zaman Ebû Kuhâfe'nin oğlu Ebû Bekr (size olan) vasiyyetidir. Ben size, Hz.
Ömer'i halife yaptım. Eğer adaletli olur ve (işleriniz hususunda) Allahü
teâlâdan korkarsa, zâten onun hakkında benim zannım ve ondan beklediğim de
budur. Eğer böyle olmazsa, ben hayır ve iyiliği kastederek böyle yapıyorum.
Gaybı ise ancak Allahü teâlâ bilir."
Leys bin Sa'd
bildiriyor: Ebû Bekr (r.a.), Beyt-ül-mal'den ve Fey'den hiçbir şey almazdı.
Sâdece bir kere borç almıştı. Onu da vefâtına yakın, Hz. Âişe'ye, ödemesini
söyledi. Hz. Ömer ise, her gün için Beyt-ül-mal'den kendisi için iki dirhem
alıyordu. Ömer bin Abdülazîz (r.a.) halife olunca, ona dendi ki: Ömer bin Hattâb
(r.a.) gibi sen de kendine Beyt-ül-mal'den biraz bir şey alsan dediklerinde: Hz.
Ömer'in (geçimini te'mîn edecek) hiçbir şeyi yoktu da aldı. Benim ise kâfi
gelecek kadar malım var, dedi ve Beyt-ül-mal'den hiçbir, şey almadı.
Hz. Ömer
buyurdu ki: Ebû Bekr bizim efendimizdir. Efendimizi âzâd etti. (Hz. Ömer burada,
Bilâl-i Habeşî'yi kasdetti. Bilâl-i Habeşî (r.a.), Umeyye bin Halefin kölesi
idi. Müslüman olduğu ve putların ilâh-lığını inkâr edip, Allahü teâlâdan başka
ilâh yoktur. Hz. Muhammed O'nun kulu ve Resûlüdür dediği için, müşrikler ona çok
eziyet ve işkence yapıyorlardı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekr, onu Umeyye bin
Haleften satın alıp âzâd etti.)
Şa'bî,
Seleme'den rivâyet etti: Hz. Ali'ye, Hz. Ebû Bekr ile, Ömer'den (r.anhüm)
soruldu. O da: "Vallahi ikisi de sâlih ve başkalarını da ıslâh eden
halifelerdir" diye cevap verdi.
Abdullah bin
Ömer anlattı: Tebük gazvesinde, müslümanlar büyük bir açlık ve sıkıntıya
düşmüşlerdi. Bunun üzerine Hz. Osman müslüman askerler için yiyecek aldı ve
diğer ihtiyaçlarını giderdi. Resûlullah (s.a.v.): Mübârek ellerini kaldırıp, Hz.
Osman için "Yâ Rabbî! Ben Osman'dan razıyım sen de ondan râzı ol." diye
duâ buyurdu.
Peygamber
efendimiz (s.a.v.), Hz. Osman'ın, kerîmesi Rukiyye (r.anhâ) ile evlendirdi. O
vefât e-dince, diğer kerîmeleri Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Zührî, Sa'îd bin
Müseyyib'den şöyle bildirir: Rukiyye (r.anhâ) vefât edince, Hz. Osman çok
üzüldü. "Yâ Resûlallah! Benim seninle akrabalığım sona erdi" dedi. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) "Senin benimle olan akrabalığın sona ermez. Çünkü
Cebrâil, Rukiyye'nin kızkardeşi (Ümmü Gülsüm) ile seni evlendirmemi,
bunun Allahü teâlânın emri olduğunu söyledi" buyurdu.
Resûlallah
(s.a.v.) buyurdular ki: "Hasen ile
Hüseyn, Cennetliklerin efendileridir. Babaları i-se, oğullarından daha
üstündür."
Birisi Ömer bin
Abdülazîz'e: "Ne zaman konuşayım?" diye sorunca: "Susmayı arzu ettiğin zaman"
cevâbını verdi. "Ne zaman susayım?" diye sorunca da: "Konuşmayı arzu ettiğin
zaman" dedi.
Buraya kadar
olan bütün seçilmiş parçalar, İbn-i Abd-i Rabbih'in el-Ikd-ül-ferîd adlı
kitabından a-lınmıştır.
KAYNAKLAR
1) Âdâb-ür-râfidîn sh-352
2) Şezerât-üz-zeheb cild-2, sh-312
3) Mu'cem-ül-Udebâ cild-4, sh-211 s
4) Vefeyât-ül-a'yân cild-1, sh-110
5) Bugyet-ül-vuât cild-1, sh-371
6) El-Bidâye ven-nihâye cild-11, sh-193
7) Miftâh-üs-se'âde cild-1, sh-228
8) Mu'cem-ül-rmüellifîn cild-2, sh-115
|