Hanefî mezhebinde, zamanının meşhûr hadîs, tefsîr ve fıkıh âlimi. İsmi, Ahmed
bin Ali er-Râzî olup, künyesi Ebû Bekr, meşhûr lakabı ise Cessâs (kireççi)'dir.
305 (m. 917) târihinde Key (veya bir rivâyete göre Bağdâd) şehrinde doğdu. İlim
tahsili için Hakim Nişâbûrî ile, Ehvâz ve Nişâbûr ve daha başka yerleri gezip,
Bağdâd'a yerleşti. 370 (m. 980) senesinde Zilhicce ayıran yedisinde vefât etti.
Cessâs; Zâhid bin Ahmed el-Fakîh, İbn-i
Muhammed Ebû Muhammed el-Mehledî, Ebû Fadl Muhammed bin Ahmed, Hatîb el-Merveri,
Ebû Sehl, Ebû Hasen Kerbî gibi âlimlerden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf
rivâyetinde bulundu. Kendisinden de; Ebû Sâlih el-Müezzin, Muhammed bin Yahyâ
Cürcanî, Ebû Hasen Muhammed bin Ahmed Za'feranî ve daha başka âlimler ilim
öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundular.
Cessâs, zamanında yüksek ilme sahip olup,
zühd, vera' ve takvâ ehli tarafından çok sevilen bir â-lim idi. Onu, âlimler
Eshâb-ı tahricten saymışlardır. Tefsîr ilminde yüksek bir yeri olan Cessâs,
Ahkam-ül-Kur'an adli eserini, Kur'ân-ı kerîmdeki fıkhî hüküm beyan eden âyet-i
kerîmelerin hükümlerini anlatmak için yazmıştır. Tefsîrinde, yalnız ahkama
(hüküm beyan eden) ait âyet-i kerîmelerin tefsîrini yapmıştır. Eserinde: "Hilâli
görürseniz oruc tutun",
hadîs-i şerîfi, "Habîbim,
sana yeni doğan ayları sorarlar, de ki: O, insanların faydası için, bir de hac
için vakit ölçüleridir"
âyet-i kerîmesinin tefsîri-dir, dedikten sonra, Ramazan'da orucun farz olması
için hilali görme mes'elesinde, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin ma'nasında,
muvakkitlerin (astronomların) sözlerine itibar edilmeyip, rü'yet (hilâli görme)
ile oruç tutmaları gerektiğini ve bu hususta ittifak bulunduğunu beyan etmiştir.
Bu eseri 4 cild halinde basılmıştır.
Cessâs, fıkıh ilminde de zamanının bir
tanesi olup, Hanefî mezhebi âlimlerinin reisi idi. Zamanında ki insanların,
hangi fetva ile amel etmeleri hususunda, son karar Cessâs'dan geçerdi. İlm-i
fıkıh, usûl-i fıkıh ve ihtilâflı mes'eleleri halletme bakımından büyük kıymeti
vardı. Ahmed İbni Kemal Paşa, onu müctehid âlimlerin dördüncü tabakası olan
Eshâb-ı tahricten saymıştır. Eshâb-ı tahricten olan âlimler; müctehidlerin
çıkardığı, kısa kapalı hükümleri açıklayan âlimlerdir. Cessâs'ın, Hanefî
mezhebinin usulü hakkında yazmış olduğu eseri, kendisinden sonra gelen fıkıh
âlimlerinin mürâcaât ettikleri bir kaynak olmuştur. Bilhassa Pezdevî, Serahsî,
Amidî gibi âlimler, onun usule dair yazdığı bu eserinden büyük ölçüde istifâde
etmişlerdir. Bu eserin bir el yazması, Kahire Yazmalar Enstitüsü'nde
bulunmaktadır.
Hatîb el-Bağdâdî onun için şöyle diyor:
"Zamanında Hanefî mezhebinin reisi olup, zühd ve vera'da meşhûr idi. Ona
defalarca kadılık teklif edildi, fakat kabul etmedi."
Muhammed bin Abdülbâkî ise: "Cessâs; Hanefî mezhebi imamlarından ve Nişâbûr'un
hadîsde hafız olan âlimlerindendir" demiştir.
O'nun eserlerinden ba'zıları unlardır.
Ahkam-ül-Kur'an, Serh-i Muhtasar-i Kerbî, Şerh-i Muhtasar-ı Tahâvî, Serh-i
Câmi'i Muhammed bin Hasen, Usûl-i fıkh, Serh-i esma-il hüsna, Edeb-ul-kada,
Kitab-ü ilham-ül-Kur'an, Kitab-ü cevabat-il-mesâil.
Cessas'ın (r.a.) Ahkam-ül-Kur'an adlı
eserinden ba'zı bSlümler:
"O kimseler ki
(takva sahipleri), namazı
dosdoğru kılarlar, verdiğimiz rızıklardan infâk e-derler
(harcarlar, yedirirler)"
Bekara, 3. âyet-i kerîmesi, namazı ve zekâtı emretmektedir. Allahü teâlâ, bu
âyet-i kerîmede; kendisine, öldükten sonra dirilmeye, kıyâmet günü bütün
mahlukatın mahşer yerinde toplanacağına, sonra herkesin Cennete veya Cehenneme
gideceğine ve diğer îman edilmesi lâzım gelen şeylere îmân etmelerini; takvânın
şartlarından saydığı gibi, namazı dosdoğru olmayı ve zekatı vermeyi de takvanın
şartlarından, dolayısiyle müttekîlerin (Allahü teâlâdan korkup, yasaklarından
sakınanların) vasıflarından saymıştır. Âyet-i kerîmedeki "Namazı
ikâme ederken dosdoğru kılarlar"
kavl-i şerîfin-de, bir kaç
ma'nâ vardır. Bunlardan birisi şöyledir: Namazı ikâme etmek demek, namazın
hakkını vererek, tam ve mükemmel bir şekilde, ta'dil-i erkana riâyet ederek
kılmaktır. [Ta'dil-i erkana çok dikkat etmelidir. Ya'ni, rükû'da ve secdelerde,
kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmak) ve celsede (iki secde arasında
oturunca) tumaninet bulduktan ya'nî her a'za hareketsiz kaldıktan sonra biraz
durmalıdır ki, Hanefîlerin çoğu buna vâcib demiştir. İmâm-ı Ebû Yusuf ve İmâm-ı
Şafiî ise, farz demiştir. Ba'zı Hanefî âlimleri de, sünnet demiştir.
Müslümanların çoğu bunu yapmıyor. Böyle bir ameli meydana çıkarana, Allah
yolunda harp edip, canını veren yüz şehîd sevabından daha çok sevab verilir.
Ahkam-ı şer'iyyenin (Allahü teâlâ ve ResûIünün (s.a.v.) emirleri) hepsi de
böyledir. Ya'nî helâl, harâm, mekrûh, farz, vâcib ve sünnetlerden birini
öğretip, gereğini yaptıran da böyle sevab kazanır.)] Yine "Namazı
i-kâme etmek Namazı dosdoğru kılmak"
kavl-i şerîfi; "vakitleri geldikçe, müttekîler beş vakit namazlarını kılarlar"
ma'nasına da gelmektedir....
"Eğer kulumuza
(Hz. Muhammed'e (a.s.) indirdiğimiz
Kur'ân-ı kerîmden şüphede iseniz, haydi siz de onun benzerinden
(fesâhat ve belâgatta ona eş)
bir sûre
getirin ve Allahtan başka şâhidlerinizi
(putlarınızı, şâir ve
âlimlerinizi) de yardıma
çağırın şâyet (Bu
beşer kelâmıdır) sözünüzde,
sâdık kimseler iseniz."
(Bekara-23)
Bu âyet-i kerîme Resûlullahın (s.a.v.) Peygamberliğinin doğruluğunun en büyük
delîlidir. Ayet-i kerîmede, Resûlullah efendimizin Peygamberliğini kabul
etmiyenlere, "Madem ki, siz onun Peygamberliğine
inanmıyorsunuz. Öyleyse, siz de Kur'ân-ı kerîmin sûrelerinden birinin benzeri
bir sûre getiriniz"
buyurularak, inanmıyanlara meydan okunmakta, inanmıyanlar ne kadar da taassub
(yanlış bir fikirde ısrâr) gösterseler, böyle bir şeyi yapmaktan âciz
kalacakları beyan buyurulmaktadır.
Resûlullah efendimiz (s.a.v.) ümmî idi.
Arapçayı öğrenmek için tahsil yapmamıştı. Sadece, Arapça konuşuyordu. Buna
rağmen, Araplardan hiçbir hatîb O'nun getirdiği Kur'ân-ı kerîmin benzerini
getirememişlerdir. Bu da göstermektedir ki, Kur'ân-ı kerîm Allahü teâlânın
kelamıdır.
Allah yolunda öldürülenlere "Onlar
ölülerdir, demeyin, Hakîkatte
onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz"
(Bekara-154)
Bu âyet-i kerîme şehîdlerin, öldükten sonra Allahü teâlâ tarafından
diriltildiklerini bildirmektedir. Mü'minlerin oldükten sonra, fakat kıyâmetten
önce diriltilip, Allahü teâlânın ni'metlerine kavuşmaları câiz ve mümkün olunca,
kâfirlerin de öldükten sonra diriltilip, kabirlerinde azâb görecekleri de caiz
ve mümkün olmaktadır.
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin bir ok
yerinde, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münkerin (iyiliği emredip, kötülükten
alıkoyma) farz olduğunu ehemmiyetle buyurdu. Resûlullah da (s.a.v.) bu husûsu
muhtelif hadîs-i şerîflerinde beyan buyurdular. Selef-i sâlihîn ve Fukaha-i
kirâm (Büyük İslâm âlimleri) bunun farz olduğunda icmâ' etti (ağız birliğine
vardılar).
Allahü teâlâ, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i
ani'l-münkerin farz olduğunu, Lokman Hakîm'in dilinden söyle buyurmuştur.
"Yavrum! Namazı
dosdoğru kıl, iyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Bu husûsta sana isâbet edecek
olan eziyete katlan. Çünkü bunlar, kesin olarak farz kılınan işlerdendir"
(Lokman-17)
"Resûlullah
da (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bir kavmin içinde
kötülük; günah ve fuhuş işleyen bir kimse olsa, onlar da buna engel olmaya
muktedir oldukları hâlde, engel olmasalar, Allahü teâlâ, ölmeden önce onlara
cezalarını verir."
Allahü teâlâ; "Artık
beni zikredin
(anın), ben de sizi zikredeyim (anayım)." (Bekara sûresi-152) buyurdu.
Bu âyet-i kerîme, Allahü teâlâyı zikretmeyi emrediyor. Allahü teâlâyı zikretmek
(anmak) çeşitli şekillerde olur. Bu husûsta Selef-i sâlihînden şu açıklamalar
bildirilmiştir. "Beni, bana itâat etmek suretiyle zikrediniz (hatırlayınız), ben
de sizi, size merhâmet etmek sûretiyle zikredeyim." "Siz, bana size verdiğim
ni'metlerle karşı sena (övgü) ediniz, ben de sizi, bana yapmış olduğunuz ibadet
ve tâatlerle (beğendiğim işlerle) anayım." "Siz, beni bana şükretmek sûretiyle
anın, ben de sizi, size mükâfat vermek sûretiyle anayım." "Siz beni, bana duâ
ederek hatırlayın. Ben de sizi, duânızı kabul ederek hatırlıyayım." Zikr
kelimesi, bütün bu ma'nalara gelmektedir.
KAYNAKLAR
1)
El-A'Iâm cild-1, sh-171
2)
Mu'cem-ül-müellifîn
cild-2, sh-27
3)
Fevâid-ül-behiyye
sh-27
4)
Tezkiret-ül-huffâz
cild-3, sh-1087
5)
Şezerât-üz-zeheb
cild-3, sh-71
|