TÜRKİYE GAZETESİ YAYINLARI

 

İSLÂM ALİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ

4.CİLD

Bir Önceki Sayfaya Gider

CİLD  -  ALFABE  -  ASIR

Bir Sonraki Sayfaya Gider

01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18

EBÛ BEKR RÂZÎ EL-CESSÂS (Ahmed Bin Ali) (Radıyallahü Anh)

Hanefî mezhebinde, zamanının meşhûr hadîs, tefsîr ve fıkıh âlimi. İsmi, Ahmed bin Ali er-Râzî olup, künyesi Ebû Bekr, meşhûr lakabı ise Cessâs (kireççi)'dir. 305 (m. 917) târihinde Key (veya bir rivâyete göre Bağdâd) şehrinde doğdu. İlim tahsili için Hakim Nişâbûrî ile, Ehvâz ve Nişâbûr ve daha başka yerleri gezip, Bağdâd'a yerleşti. 370 (m. 980) senesinde Zilhicce ayıran yedisinde vefât etti.

Cessâs; Zâhid bin Ahmed el-Fakîh, İbn-i Muhammed Ebû Muhammed el-Mehledî, Ebû Fadl Muhammed bin Ahmed, Hatîb el-Merveri, Ebû Sehl, Ebû Hasen Kerbî gibi âlimlerden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Kendisinden de; Ebû Sâlih el-Müezzin, Muhammed bin Yahyâ Cürcanî, Ebû Hasen Muhammed bin Ahmed Za'feranî ve daha başka âlimler ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundular.

Cessâs, zamanında yüksek ilme sahip olup, zühd, vera' ve takvâ ehli tarafından çok sevilen bir â-lim idi. Onu, âlimler Eshâb-ı tahricten saymışlardır. Tefsîr ilminde yüksek bir yeri olan Cessâs, Ahkam-ül-Kur'an adli eserini, Kur'ân-ı kerîmdeki fıkhî hüküm beyan eden âyet-i kerîmelerin hükümlerini anlatmak için yazmıştır. Tefsîrinde, yalnız ahkama (hüküm beyan eden) ait âyet-i kerîmelerin tefsîrini yapmıştır. Eserinde: "Hilâli görürseniz oruc tutun", hadîs-i şerîfi, "Habîbim, sana yeni doğan ayları sorarlar, de ki: O, insanların faydası için, bir de hac için vakit ölçüleridir" âyet-i kerîmesinin tefsîri-dir, dedikten sonra, Ramazan'da orucun farz olması için hilali görme mes'elesinde, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin ma'nasında, muvakkitlerin (astronomların) sözlerine itibar edilmeyip, rü'yet (hilâli görme) ile oruç tutmaları gerektiğini ve bu hususta ittifak bulunduğunu beyan etmiştir. Bu eseri 4 cild halinde basılmıştır.

Cessâs, fıkıh ilminde de zamanının bir tanesi olup, Hanefî mezhebi âlimlerinin reisi idi. Zamanında ki insanların, hangi fetva ile amel etmeleri hususunda, son karar Cessâs'dan geçerdi. İlm-i fıkıh, usûl-i fıkıh ve ihtilâflı mes'eleleri halletme bakımından büyük kıymeti vardı. Ahmed İbni Kemal Paşa, onu müctehid âlimlerin dördüncü tabakası olan Eshâb-ı tahricten saymıştır. Eshâb-ı tahricten olan âlimler; müctehidlerin çıkardığı, kısa kapalı hükümleri açıklayan âlimlerdir. Cessâs'ın, Hanefî mezhebinin usulü hakkında yazmış olduğu eseri, kendisinden sonra gelen fıkıh âlimlerinin mürâcaât ettikleri bir kaynak olmuştur. Bilhassa Pezdevî, Serahsî, Amidî gibi âlimler, onun usule dair yazdığı bu eserinden büyük ölçüde istifâde etmişlerdir. Bu eserin bir el yazması, Kahire Yazmalar Enstitüsü'nde bulunmaktadır.

Hatîb el-Bağdâdî onun için şöyle diyor: "Zamanında Hanefî mezhebinin reisi olup, zühd ve vera'da meşhûr idi. Ona defalarca kadılık teklif edildi, fakat kabul etmedi."

Muhammed bin Abdülbâkî ise: "Cessâs; Hanefî mezhebi imamlarından ve Nişâbûr'un hadîsde hafız olan âlimlerindendir" demiştir.

O'nun eserlerinden ba'zıları unlardır.

Ahkam-ül-Kur'an, Serh-i Muhtasar-i Kerbî, Şerh-i Muhtasar-ı Tahâvî, Serh-i Câmi'i Muhammed bin Hasen, Usûl-i fıkh, Serh-i esma-il hüsna, Edeb-ul-kada, Kitab-ü ilham-ül-Kur'an, Kitab-ü cevabat-il-mesâil.

Cessas'ın (r.a.) Ahkam-ül-Kur'an adlı eserinden ba'zı bSlümler:

"O kimseler ki (takva sahipleri), namazı dosdoğru kılarlar, verdiğimiz rızıklardan infâk e-derler (harcarlar, yedirirler)" Bekara, 3. âyet-i kerîmesi, namazı ve zekâtı emretmektedir. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerîmede; kendisine, öldükten sonra dirilmeye, kıyâmet günü bütün mahlukatın mahşer yerinde toplanacağına, sonra herkesin Cennete veya Cehenneme gideceğine ve diğer îman edilmesi lâzım gelen şeylere îmân etmelerini; takvânın şartlarından saydığı gibi, namazı dosdoğru olmayı ve zekatı vermeyi de takvanın şartlarından, dolayısiyle müttekîlerin (Allahü teâlâdan korkup, yasaklarından sakınanların) vasıflarından saymıştır. Âyet-i kerîmedeki "Namazı ikâme ederken dosdoğru kılarlar" kavl-i şerîfin-de, bir kaç ma'nâ vardır. Bunlardan birisi şöyledir: Namazı ikâme etmek demek, namazın hakkını vererek, tam ve mükemmel bir şekilde, ta'dil-i erkana riâyet ederek kılmaktır. [Ta'dil-i erkana çok dikkat etmelidir. Ya'ni, rükû'da ve secdelerde, kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmak) ve celsede (iki secde arasında oturunca) tumaninet bulduktan ya'nî her a'za hareketsiz kaldıktan sonra biraz durmalıdır ki, Hanefîlerin çoğu buna vâcib demiştir. İmâm-ı Ebû Yusuf ve İmâm-ı Şafiî ise, farz demiştir. Ba'zı Hanefî âlimleri de, sünnet demiştir. Müslümanların çoğu bunu yapmıyor. Böyle bir ameli meydana çıkarana, Allah yolunda harp edip, canını veren yüz şehîd sevabından daha çok sevab verilir. Ahkam-ı şer'iyyenin (Allahü teâlâ ve ResûIünün (s.a.v.) emirleri) hepsi de böyledir. Ya'nî helâl, harâm, mekrûh, farz, vâcib ve sünnetlerden birini öğretip, gereğini yaptıran da böyle sevab kazanır.)] Yine "Namazı i-kâme etmek Namazı dosdoğru kılmak" kavl-i şerîfi; "vakitleri geldikçe, müttekîler beş vakit namazlarını kılarlar" ma'nasına da gelmektedir....

"Eğer kulumuza (Hz. Muhammed'e (a.s.) indirdiğimiz Kur'ân-ı kerîmden şüphede iseniz, haydi siz de onun benzerinden (fesâhat ve belâgatta ona eş) bir sûre getirin ve Allahtan başka şâhidlerinizi (putlarınızı, şâir ve âlimlerinizi) de yardıma çağırın şâyet (Bu beşer kelâmıdır) sözünüzde, sâdık kimseler iseniz." (Bekara-23)

Bu âyet-i kerîme Resûlullahın (s.a.v.) Peygamberliğinin doğruluğunun en büyük delîlidir. Ayet-i kerîmede, Resûlullah efendimizin Peygamberliğini kabul etmiyenlere, "Madem ki, siz onun Peygamberliğine inanmıyorsunuz. Öyleyse, siz de Kur'ân-ı kerîmin sûrelerinden birinin benzeri bir sûre getiriniz" buyurularak, inanmıyanlara meydan okunmakta, inanmıyanlar ne kadar da taassub (yanlış bir fikirde ısrâr) gösterseler, böyle bir şeyi yapmaktan âciz kalacakları beyan buyurulmaktadır.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) ümmî idi. Arapçayı öğrenmek için tahsil yapmamıştı. Sadece, Arapça konuşuyordu. Buna rağmen, Araplardan hiçbir hatîb O'nun getirdiği Kur'ân-ı kerîmin benzerini getirememişlerdir. Bu da göstermektedir ki, Kur'ân-ı kerîm Allahü teâlânın kelamıdır.

Allah yolunda öldürülenlere "Onlar ölülerdir, demeyin, Hakîkatte onlar diridirler. Fakat siz anlayıp bilemezsiniz" (Bekara-154)

Bu âyet-i kerîme şehîdlerin, öldükten sonra Allahü teâlâ tarafından diriltildiklerini bildirmektedir. Mü'minlerin oldükten sonra, fakat kıyâmetten önce diriltilip, Allahü teâlânın ni'metlerine kavuşmaları câiz ve mümkün olunca, kâfirlerin de öldükten sonra diriltilip, kabirlerinde azâb görecekleri de caiz ve mümkün olmaktadır.

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin bir ok yerinde, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münkerin (iyiliği emredip, kötülükten alıkoyma) farz olduğunu ehemmiyetle buyurdu. Resûlullah da (s.a.v.) bu husûsu muhtelif hadîs-i şerîflerinde beyan buyurdular. Selef-i sâlihîn ve Fukaha-i kirâm (Büyük İslâm âlimleri) bunun farz olduğunda icmâ' etti (ağız birliğine vardılar).

Allahü teâlâ, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin farz olduğunu, Lokman Hakîm'in dilinden söyle buyurmuştur. "Yavrum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Bu husûsta sana isâbet edecek olan eziyete katlan. Çünkü bunlar, kesin olarak farz kılınan işlerdendir"

(Lokman-17)

"Resûlullah da (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bir kavmin içinde kötülük; günah ve fuhuş işleyen bir kimse olsa, onlar da buna engel olmaya muktedir oldukları hâlde, engel olmasalar, Allahü teâlâ, ölmeden önce onlara cezalarını verir."

Allahü teâlâ; "Artık beni zikredin (anın), ben de sizi zikredeyim (anayım)." (Bekara sûresi-152) buyurdu.

Bu âyet-i kerîme, Allahü teâlâyı zikretmeyi emrediyor. Allahü teâlâyı zikretmek (anmak) çeşitli şekillerde olur. Bu husûsta Selef-i sâlihînden şu açıklamalar bildirilmiştir. "Beni, bana itâat etmek suretiyle zikrediniz (hatırlayınız), ben de sizi, size merhâmet etmek sûretiyle zikredeyim." "Siz, bana size verdiğim ni'metlerle karşı sena (övgü) ediniz, ben de sizi, bana yapmış olduğunuz ibadet ve tâatlerle (beğendiğim işlerle) anayım." "Siz, beni bana şükretmek sûretiyle anın, ben de sizi, size mükâfat vermek sûretiyle anayım." "Siz beni, bana duâ ederek hatırlayın. Ben de sizi, duânızı kabul ederek hatırlıyayım." Zikr kelimesi, bütün bu ma'nalara gelmektedir.

 

KAYNAKLAR

1) El-A'Iâm cild-1, sh-171

2) Mu'cem-ül-müellifîn cild-2, sh-27

3) Fevâid-ül-behiyye sh-27

4) Tezkiret-ül-huffâz cild-3, sh-1087

5) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh-71

 
 

Bir Önceki Sayfaya Gider

Bu Bölümün İndex Sayfasına Gider

Bir Sonraki Sayfaya Gider