Büyük evliyâdan. Adı Ca'fer bin Yunus olup, künyesi Ebû Bekr'dir. 247 (m. 861)
senesinde Samarra'da doğdu. Bağdâd'a gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i
Bağdâdî'nin talebesidir. Ayni zamanda Mâlikî mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup,
İmâm-ı Mâlik'in Muvatta'sını ezbere bilirdi. Zamanının bir tanesi olan Ebû Bekr-i
Şiblî 334 (m. 945) senesinin Zilhicce ayında vefât etti.
Ebû Bekr-i Şiblî, takvâ sâhiblerinin tâcı,
birçok riyâzetleri ve kerâmetleri ile evliyânın reisi, akıl â-leminin mes'elesi
idi. Pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinlemiş ve nakletmiştir. Öğrenmek hususundaki
siddetli arzusu dinmek ve tükenmek bilmezdi. Ebû Bekr-i Şiblî'den, Ebü'l-Fadl
Abdülvâhid Temîmî, Ali Acemi, Ebû Hasen-i Hudrî, Ebü'l-Hasen Mesnî, Ebû Zer Râzi,
Ya'kûb Seyyid, Ebû Sehl Muhammed bin Süleymân ve birçok âlim ders almış ve ilim
öğrenmiştir.
Ebû Bekr-i Şiblî hazretlerini Cüneyd-i
Bağdâdî (r.a.) çok sever, ziyade önem verirdi. Onun için: "Her kavmin bir tâcı
vardır. Bu kavmin tâcı da Şiblî'dir. Ebû Bekr-i Şiblî'ye, birbirinize baktığınız
gözle bakmayın. O müstesnâ bir kimsedir" buyururdu.
Tasavvufa intisâb etmesine sebep olan hadîse şöyle anlatılır: Devamend emiri
iken, Rey emiri ile Bağdâd'dan kendisine bir mektûb geldi. Bunun üzerine hemen
Bağdâd'a halifenin yanına gitti. Halife kendisine hil'atler verdi. Geri
döndükten sonra birgün, aksırdıktan sonra halifenin verdiği hil'atin kolu ile
ağzını ve burnunu sildi. Bu durum derhal halifeye bildirildiğinde, o da hil'atin
çıkarılması ve emîrlikten azl edilmesi emrini verdi. Bunun Üzerine Ebû Bekr-i
Şiblî kendi kendine, "Bir kulun hil'atini ve elbisesini mendil yerine kullanan
bir kimse, eğer bu görevden alınırsa, acaba âlemlerin padişahı olan, Allahü
teâlânın hil'atini mendil olarak kullanan kimse hangi muâmeleye müstehâk olur"
diye düşündü. Hemen halifenin huzuruna varıp hiçbir vazife verilmemesini istedi.
Halife sebebini sorunca, "Ey halife! Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz
olan bir hil'ate yapılan saygısızlığı hoş karşılamıyorsun, âlemlerin sultânı
olan Allahü teâlânın ihsan etmiş olduğu ma'rifet ve muhabbet hil'atini, bir
mahlukun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mı?" dedi.
Halifenin huzûrundan ayrılıp, zamanın büyük âlimlerinden olan Hayrünnessâc
hazretlerine giderek, onun talebesi olmak istedi. Hayrünnessâc hazretleri; "Ey
Şiblî! Sen, Hz. Cüneyd'in yakınlarındansın. Senin nasîbin ondadır." diyerek
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine gönderdi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri önce: "Git,
çıra sat!" buyurdu. Bunun üzerine, bir sene çıra satıp tekrar huzurlarına
çıktıklarında: "Daha düşüncelerinde dünyâya muhabbet var" buyurarak bir sene de
başka bir iş verdiler. Bir sene sonra tekrar huzurlarına çıktığında: "Bir sene
de burada hizmet et!" buyurdular. Bu hizmetten sonra hocası: "Şimdi halin
nasıldır?" diye sordu. Şiblî hazretleri: "Artık kendimi insanlardan üstün
tutmuyorum" dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri: "İste şimdi kendini
kurtardın" buyurdu. Daha sonra Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin derslerine devam
ederek, onun gözde talebelerinden oldu. Tasavvufta yüksek mertebelere kavuştu.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinden sonra onun yerine geçip, yüzlerce talebe
yetiştirdi.
Şiblî hazretleri buyurdu ki: "Dörtyüz
hocadan ders okudum. Bunlardan dürtbin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu
hadîslerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım.
Çünkü, kurtuluşu ve ebedî se'âdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasîhatleri
hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf sudun Peygamberimiz (s.a.v.) bir
Sahâbîye buyuruyor ki: "Dünyâ
için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhıret için, orada sonsuz kalacağına göre
çalış! Allahü teâlâya muhtâc olduğun kadar itâat et! Cehenneme dayanabileceğin
kadar günâh işle!"
Şöyle anlatılır: "Şiblî hazretleri, Bağdâd çarşısında geziyordu.
Manifaturacılardan birinin, bir muhasebeciye ihtiyacı vardı. Şiblî hazretlerini
görünce, efendi buyurun oturun ve benim kumaşlarımın hesabını tutun deyip,
Şiblî'ye birçok rakamlar söyledi. Bitirdiği zaman, ne kadar etti diye sordu.
Şiblî, "Bir" buyurdu. Tüccâr, "Sen deli misin?" deyince Şiblî, "Sen yoksa bizi
bilmiyor musun ki, hakîkat olan birdir, diğerleri ise mecâzdır, Allahü teâlâ,
İhlâs sûresi birinci âyetinde "Ey habîbim
de ki, Altahü teâlâ birdir"
buyuruyor" dedi.
Talebelerinden biri şöyle anlatır: Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, talebesinden
biriyle Dicle kenarında sohbet ederken, bu talebe yüksek sesle "Allah" diye
bağırdı. Şiblî hazretleri onu kolundan tutup nehre atarak buyurdu ki: "Eğer
bağırması ihlâs ile ise, Hak teâlâ onu Mûsa aleyhisselâmı kurtardığı gibi
kurtarır. Yok, bunu riya için yaptıysa, Firavun'un boğulduğu gibi boğulur."
Sohbete devam ettiler, bir müddet sonra o talebe nehirden çıkıp geldi, yanımıza
oturdu. Baktık ki, elbiseleri bile ıslanmamıştı.
Ebû Bekr-i Şiblî'yi sevmeyen ve
sohbetlerine gitmek isteyenlere mani olan bir zat vardı. Birgün Ebû Bekr-i
Şiblî'yi imtihan etmek için yanına gelerek, "Beş devenin zekatı nedir?" diye
sordu. Ebû Bekr-i Şiblî cevab vermek istemedi ise de, o zatın ısrarı üzerine
söyle dedi: "Şer'î ölçülere göre bir koyun, bu vacibdir. Fakat bizim gibiler
için olan hüküm ise, hepsini vermektir." Bunun üzerine o zat, "Bu dediğinle kime
uyuyorsun? İmâmın kim?" diye suâl edince, Ebû Bekr-i Şiblî hiç düşünmeden "Hz.
Ebû Bekr. Ona uyuyorum. O evine gidip neyi varsa, Peygamber efendimize (s.a.v.)
getirdi. Çocuklarına ne bıraktın? sorusuna "Allah ve Resûlünü" diye cevap verdi"
dedi. O zat bu cevabı beğendi ve hiçbirşey söylemeden gitti. Bundan sonra da,
Ebû Bekr-i Şiblî'nin sohbetine gidenlere mani olmadı.
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri birgün
hastalanmıştı. Bunu duyan devrin hükümdârı, kendisine Nasranî (Hıristiyan)
birtabib gönderdi. Tabib, hastanın yanına girdiğinde söyle sordu: "Gönlün neyi
istiyor?" Ebû Bekr-i Şiblî, "Gönlüm senin müslüman olmam istiyor" diye cevap
verince tabib, "Eğer ben müslüman olursam, sen gerçekten hemen iyi olur,
yataktan kalkar mısın?" diye sordu. Şiblî hazretleri; "Elbette iyi olur,
yataktan kalkarım" diye cevaplayınca, tabib derhal müslüman oldu. Şiblî
hazretlerinin hastalığından eser kalmadı. Birlikte el ele tutuşarak hükümdârın
huzuruna gittiler. Hükümdar onları görünce söyle dedi. "Ben tabibi hastaya
gönderdim sanıyordum. Meğer işin aslı öyle çıkmadı. Anladım ki hastayı tabibe
göndermişim."
Şöyle anlatılır: "Birgün hacca giden sofîlere ayakkabı satın almak için, bir
dirhem lazım oldu. Hıristiyan olan bir genç, "Beni de beraberinde hacca götürme
şartıyla, sana bu bir dirhemi veririm" dedi. Ebû Bekr-i Şiblî bunun üzerine, "Ey
Genç! Sen hac yapmaya ehil değilsin ki" deyince, genç "Sizin kervanınızda hiç
yük merkebi bulunmaz mı? Bu sefer de beni yük merkebi yerine tutamaz mısınız?"
dedi. Yol hazırlıkları tamamlanınca genç onlarla beraber yola çıktı. Ebû Bekr-i
Şiblî "Ey Genç! Hâlin nasıldır?" diye sorduğunda, genç "Efendim! Sevincimden
gözüme uyku girmiyor. Sizinle yolculuk yaptığım için çok memnûnum" dedi. Kafile
yolda giderken ne zaman konaklaşalar, o genç hemen yerleri süpürür, dikenleri
temizlerdi. Sonunda ihram giyme yerine vardılar. Genç onlara bakıp, onlar gibi
giyindi. Kâ'be-i şerîfe varınca Ebû Bekr-i Şiblî gence; "Üstünde zünnâr olduğu
halde Kâ'be-i şerîfe girmene izin vermem" dedi. Bunun üzerine genç; şöyle
söyledi: "Yâ Rabbi! Şiblî, senin evine girmeme izin vermiyeceğini söylüyor!"
dedi. O anda hafiften bir ses: "Ey Şiblî! Onu Bağdâd'dan buraya biz getirdik.
Onun kalbine aşk ateşini biz koyduk. Lütuf zinciriyle evimize kadar onu biz
çektik. Ey dost olan genç, sen içeri gir!" dedi. Herkes Kâ'be'ye gidip tavaf
ettikten sonra dışarı çıktılar. Fakat genç dışarı çıkmadı. Ebû Bekr-i Şiblî, "Ey
Genç! Dışarı gel" diye seslendi. Bunun üzerine genç, "Ey Şiblî! O beni dışarı
bırakmıyor. Ne kadar çabalasam kapısını bulamıyorum" dedi.
Şöyle anlatılır: Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri birgün Ebû Bekr bin Mücâhid Mükre
hazretlerinin bulunduğu mescide girince, İbn-i Mücâhid hemen ayağa kalktı. Daha
sonra İbn-i Mücâhid hazretlerinin arkadaşları kendisine; "Sen niçin Vezir Ali
bin Îsâ için ayağa kalkmadın da, Şiblî için ayağa kalktın?" diye sordular. İbn-i
Mücâhid cevaben şöyle dedi: "Ben Resûlullahın (s.a.v.) ta'zîm ettiği bir zât
için ayağa kalkmıyayım mı? Ben Peygamber efendimizi (s.a.v.) rü'yamda gördüm.
Bana: "Ya Ebâ Bekr! Yarın sana Cennet ehlinden bir kişi gelecek? O geldiğinde,
ona ikrâmda bulun! buyurdu. İki gece sonra yine Peygamber efendimizi tekrar
rü'yâda gördüm. Bana: "Ya Eba Bekr! Allahü teâlâ, Cennet ehlinden olan kimseye
ikrâm ettiğin gibi sana da ikrâm etti" buyurdu. Ben, "Yâ Resûlallah! Şiblî bu
dereceyi nasıl elde etti?" diye sordum. Peygamber efendimiz (s.a.v.), "O, beş
vakit namazını kılıp her namazın arkasından beni hatırlıyor ve meâlen, "And
olsun size, içinizden
bir Peygamber geldi. ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok
düşkündür. Mü'minlere çok merhâmetlidir. Onlara hayır diler"
(Tevbe-128)
âyet-i kerîmesini okuyor. Bunu seksen seneden beri yapıyor" buyurdu. Ben bunu
yapanı ta'zîm etmeyeyim mi?"
Kendisi söyle anlatır: "Birgün kırık bir köprüden geçerken ayağım kaydı ve suya
düştüm. Su epey derindi. Bu sırada yabancı bir elin beni kenara götürmek için
uzandığını gördüm. Dikkatlice ona baktığımda, huzûrdan kovulan mel'ûn şeytan
olduğunu gördüm. Ona, "Ey Me'lûn! Senin adaletin tekme atmaktır, el tutmak
değildir. Böyle yapman neden icab ediyor?" diye sordum. Seytan "Ben tekme yemeğe
müstehâk olan insanlara tekme atarım. Adem'le yaptığım kavgada bir yara almışım,
yaram iki olmasın diye, diğer biriyle kavgaya girmem!" dedi.
Söyle anlatılır: Ebû Bekr-i Şiblî birgün yolda giderken, buldukları bir ceviz
için kavga eden iki çocuk gördü. Şibli hazretleri cevizi alıp onlara, "Sabredin
bu cevizi size paylaştırayım" dedi. Sonra cevizi açınca, cevizin içi boş çıktı.
Bu sırada şöyle bir ses duydu: "Eğer taksim yapan ve kısmet dağıtan biriysen,
şimdi bunu da taksim etsene." Bunun üzerine Şiblî hazretleri, "Bütün bu kavga,
içi boş bir ceviz için, taksim etmek ise bir hiç için imiş!" dedi.
Söyle anlatılır: Bir bayram günü, bir takım yeni elbise giydi. Dışarı çıktığında
gördü ki, insanlar hep yeni elbisesi olanlara selâm veriyordu. Eski giyinenlerle
pek ilgilenen yoktu. Hemen eve geri dönüp, elbisesini çıkarıp attı. "Niçin böyle
yaptın?" dediler. Bunun üzerine "İnsanların taptığı şeyi atmak istedim" dedi.
Sonra eski bir elbise giydi.
Birgün, Ebû Bekr-i Şiblî "Allah Allah!"
deyip duruyordu. O sırada bir gen? "Niçin Lâ ilâhe illallah demiyorsun?" diye
sordu. Bunun üzerine Şiblî hazretleri derin bir ah çekerek, "(Lâ ilâhe) der de
(illallah) diyemeden vefât ederim diye korkuyorum" dedi. Bu sözler gence çok
dokundu ve orada bir ah çekerek vefât etti. Bunun üzerine gencin yakınları ve
varisleri Ebû Bekr-i Şiblî'yi halifeye sikâyet ettiler. Halife "Yâ Şiblî!
Bunların dediklerine ne dersin?" deyince, Şiblî hazretleri "Ya Emîr-el-mü'minîn!
O gencin rûhu, mukaddes olan Allahü teâlânın cemaline kavuşmayı beklerken, aşk
ateşinin bir kıvılcımıyla yanmış, herşeyden alakasını kesmiş, takati son
dereceye varmış, bu sözün neticesindeki güzellikte sıçrayan bir simsek, onun
canını çarpmış ve sonunda Onun rûhu bir kuş gibi kafesinden uçup gitmiştir.
Şiblî'nin bunda ne günahı var?" dedi. Bunun üzerine halife, "Derhal bu zati
evine gönderin. Kendimi öyle bir-hal kapladı ki, sanki divandan düşecekmiş gibi
oluyorum" dedi.
Kim önünde tövbe etse, ona: "Şimdi git, farz üzere hac yap ve geri gel. Bizim
sohbetimizde bulunmaya muktedir olasın" derdi. Sonra o kimseyi azıksiz ve
bineksiz olarak çöle gönderdi. En sonunda ona, "Halkı helâk ediyorsun"
dediklerinde "Hayır" cevabını verdi ve esas olan şudur buyurdu: "Onların, yanıma
gelmelerinin gayesi ben değilim. Eğer onların muradı ben olsaydım, onlar
putperest olurlardı. Fakat onların bana gelmelerindeki gaye, Allahü teâlâya
kavuşmaktır. Bu halde, eğer yolda helâk olurlarsa, muradlarına erişirler. Yol
meşakkati onları öyle düzeltmiş olacaktır ki, ben on sene uğraşsam o kadar
düzeltemem."
Birgün biri Şiblî hazretlerine gelip, geçim
derdinden bahsetti ve şöyle söyledi: "Efendim! Nafakası üzerime düşen evladım
çoktur. Onların ihtiyaclarını göremiyorum. Ne olur bana bir çâre gösterin."
Bunun üzerine Şiblî hazretleri, "Hemen evine git, kimin rızkını sana bağlı
görürsen kapı dışarı at. Kimin rızkını cenâb-ı Hakka bağlı görürsen, o da evde
kalsın" dedi.
Ebû Bekn-i Şiblî hazretlerinin hizmetinde
bulunan Bekr Dineverî şöyle anlatır. "Hz. Şiblî'nin ömrünün son günlerinden bir
Cum'a günüydü. Hastalığı biraz geçtiği için bana, "Câmiye gidelim" dedi. Beraber
giderken bana karşıdan gelmekte olan şahsı işaret etti ve "Şu şahsı görüyor
musun?" deyince, "E-vet" diye cevap verdim. Bunun üzerine, "İşte onunla Yarın
bizim isimiz olacak" dedi. O gece Şiblî hazretlerinin hastalığı arttı ve vefât
etti. Bana, "Falan yerde sâlih bir kimse var, sabahleyin haber ver de cenâzeyi
yıkasın" dediler. Sabah olunca târif edilen zatın evine gidip kapısını çaldım.
Hane sahibi "Şiblî hazretleri vefât mi etti?" diye sorunca, "Evet" dedim. Dışarı
çıkınca bir de baktım ki, Şiblî hazretlerinin dün işaret ettikleri kimse değil
mi? Hayret ederek "Lâ ilâhe illallah" dedim. O zat "Neden hayret ettin?"
deyince, Şiblî hazretlerinin, kendisini göstererek söylediklerini naklettim."
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, vefât etmeden
biraz önce buyurdular ki: "Üzerimde bir dirhem kul hakkı vardır. Onun sahibi
için, bin dirhem sadaka etmiştim. Bununla beraber, hala gönlüme ondan ağır
birşey gelmez."
Henüz vefât etmeden, bir çok insan cenâze namazım kılmak için geldiler.
Firâsetle buyurdu ki: "Ne şaşılacak şeydir ki, ölülerden bir grup, yaşıyan bir
kimsenin cenâze namazım kılmaya geldiler."
Hizmetini gören Bekr Dineverî şöyle anlattı: "Şiblî hazretleri, son hastalığı
anında "Bana abdest aldırın" diye işaret etti. Ona abdest aldırdım. Sakalını
hilallemeyi unutmuştum. Elimi tutarak, sakalının içine koydu. O anda da, ruhunu
teslim etti."
Vefâtından sonra kendisini rü'yada götürdüler. Münker ve Nekir'in sualine karşı
ne yaptın? diye sordular. Şöyle cevap verdi: "Geldiler, Rabbin kimdir dediler.
Benim Rabbim O'dur ki, size ve bütün meleklere Adem aleyhisselâma secde edin
diye emir verdi. Ben o zaman, Adem aleyhisselâmın arkasında idim. Size
bakıyordum", dedim. Bu cevap bütün Ademoğullarını kurtarır deyip gittiler.
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, güneş batarken
güneşin sararmasına, söyle bir benzetme yapardı: "Tıpkı mü'min de böyledir.
Dünyâdan göçeceği zaman, varacağı makam sâhibinden çekindiği için, nasıl
karşılanacağım bilmeyip, böyle sararır." Sonra da ilave edip: "Gün doğarken de,
çok aydın olarak doğar. Bu da, bir mü'minin öldükten sonra kabrinden kalkışına
ben-zer. Bir mü'min kabrinden kalktığında, yüzü güneşin doğduğu gibi parlar."
Ebû Bekr-i Şiblî (r.a.) buyurdu ki:
"Dünyadaki sermayenize çok dikkat edin ve bilin ki ahıretteki sermayeniz de bu
olacaktır."
"Zühd;
kalbi mal yerine, onu yaratanına döndürmektir."
"Kim Allahü teâlâyı bilirse, gam ve keder içinde olmaz."
"Eshâb-ı
kirâma hürmet etmiyen kimse, Muhammed aleyhisselâma imân etmiş olmaz."
"Şükür, ni'meti değil, ni'meti vereni görmektir."
"Sevgi; zevkte şaşkınlık, saygıda ise hayranlıktır."
"Allahü
teâlâ, Davûd aleyhisselâma vahy gönderdi ve "Ey Davûd! Zikrim zikr edenlerin,
Cennetim ibadet edenlerin, kâfi olmaklığım tevekkül edenlerin, ni'metimin
çoğalması şükür edenlerin, rahmetim iyi işler yapanların, ünsiyetim müştâkların
ve ben, muhiblerime mahsûsum" buyurdu."
"Afiyet; dînin bid'atten, amelin afetten, nefsin şehvetten, kalbin kuruntudan
kurtulması demektir."
"Muhabbet da'vasında bulunup da başkası ile meşgul olan, dost ile alay etmiş
olur. Muhabbet makamında iş oraya varır ki, kendinden bile haberi az olur ve Hak
ile bekâya kavuşur. Zîrâ, O'ndan başkasının muhabbeti kalbde olursa, tevhîd ve
muhabbet sırrı gönül tahtasına yazılmaz."
"Hürriyet, kalbin hür elmasından başka birşey değildir."
"Cehennemlik olmanın alameti; Allahü teâlânın rızâsı için bir fakîre bir para
ekmek vermemek. Fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyafete yüz
altın harcamaktır. Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir."
"Tasavvuf; tam olarak beş duyu organını günahlardan korumak, her nefes veriş ve
alışında günah işlememeye dikkat etmektir."
"Bir şahıs ne zaman mürid olabilir?" sorusuna şu cevabı verdi: "Seferde ve
hazarda hâli hep aynı olan kimsedir. Yalnız olduğu zaman da, başkalarının
yanında olduğu zaman da aynı davranışlar içinde olandır."
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-366
2)
Tabakât-üs-sûfiyye
sh-337
3)
Kâmûs-ul-a'lâm cild-4, sh-2842
4)
Suâle-i Kuşeyrîsh-148
5)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-379
6)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-103
7)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-2, sh-273
8)
Târîh-i Bağdâd cild-14, sh-389
9)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-338
10)
Dibâc-ül-müzehheb
sh-116
11)
El-A'lâm fild-2, sh-341
12)
Nefehât-ül-üns
sh-228
13)
Keşf-ül-mahcab
sh-312
14)
Câmi'u
kerâmât-il evliyâ cild-2, sh-8
15)
Rehber Ansiklopedisi cild-16, sh-85
16)
Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-49, 58, 105,
994, 998
|