Fıkıh, hadîs ve tasavvuf âlimlerinden. İsmi, Ahmed bin Kâsım bin Muhammed
Rodbârî olup, künyesi Ebû Ali'dir. Bağdâd'da doğdu. Mısır'da yerleşti. 321 (m.
933)'de Mısır'da vefât etti. Kabri, Kurâfe kabristanında, Zunnûn-i Mısrî'nin
(r.a.) yakınındadır. Cüneyd-i Bağdâdî, Ebül-Hüseyn Nûri, Ebû Hamza, Mes'ûd-er-Remlî,
Ebü'l-Abbâs bin Süreyc Sa'leb, İbrâhîm Ceyzî ve başka zâtların sohbetlerinde
bulunup, yüksek ilimlerinden istifade etti. Şam'da Ebû Abdullah Celâ ile görüşüp
sohbet etti. Tasavvuf ilminden başka, hadîs ilminde hafız, fıkıh ilminde çok
bilgi sahibiydi. Riyâzet, kerâmet ve firasette ileri, çok kibar, edib ve şâir
bir zat olup, kavminin efendisi idi. Muhammed bin Abdullah er-Râzî'nin
hocasıdır. Tasavvufun inceliklerine dâir çok güzel sözleri ve çok sayıda hoş
menkıbeleri vardır. Şu şiir ona aittir:
Sôfi, safâ üzere saf elbise giyendir. Resûlullah
yolunda, izinde yürüyendir. Arzularını yenen, cefâyı zevk edinen, dünya
lezzetlerini gerilere itendir.
Tasavvuf yoluna girmesi şöyle anlatılır: Birgün Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri
mescidde birisi ile konuşuyordu. Bir ara o kimseye, "Ey kardeşim, dinle!" diye
ikaz etti. Ebû Ali de orada idi. Bu sözun kendisine söylendiğini zannedip,
dinlemeye başladı. Hz. Cüneyd'in sohbeti o kadar tatlı, öyle te'sîrli idi ki,
sözleri gönlünde yer etti, iz bıraktı. Bundan sonra, kendini tasavvuf yoluna
verip, bu yolda ilerledi, büyük velilerden oldu.
İlim, irfan öğrendiği hocalarını çok sever, kendileri ile iftihar ederdi.
"Tasavvufu, Cüneyd-i Bağdâ-dî'den; fıkhı, Ebü'l-Abbas bin Süreyc'den; edebi,
Sa'leb'den ve hadîs-i şerîf ilmini, İbrâhîm Cevzî'den öğrendim" derdi. Bütün
Bağdâd'lılar onun üstünlüğünü bilir, fazîletlerini anlatırlardı. Ebû Ali Katib
diyor ki, "Ben, İslâmiyeti iyi bilmekte ve tasavvufun yüksek derecelerine
kavuşmakta Ebû Ali Rodbârî gibi birisini görmedim,"
Ebû Ali Rodbârî (r.a.), birgün Fırat nehri
kenarında oturuyordu. Canı balık yemek arzu etti. Hemen kıyıya bir balık çıktı.
O sırada bir kimse görünüp, "Ben balığı kızartırım" dedi. Kızarttı ve kendisine
verdi. Sonra gözden kayboldu.
Ebû Ali Rodbârî (r.a.) çok cömert idi.
Dostlara olan ikrâmları fevkalade idi. Allahü teâlânın rızası i-çin, dostlarına
verdiği bir yemek ziyafetinde, birçok kandil yakmıştı. Birisi gelip kendisine,
"Bu kadarı da isrâf olmuyor mu?" diye sorunca, "teri gir de bak. Allah rızası
için olmayıp, gösteriş için yanan bir kandıl var ise onu söndür" buyurdu. O
kimse içeri girip, kandillerin hepsine baktı, her birinin Lüzumlu yerlerde
yandığım, hiçbirisinin söndürülecek halde olmadığını gördü.
Hanımı Fatıma-i İyâl der ki: "Ebû Ali Rodbârî hazretleri vefât ederken, başını
kucağıma koymuştu. "Ey Ebâ Ali! Kendini nasıl buluyorsun?" dedim. Buyurdu ki,
"Ey Fatıma! Gök kapıları açılmıştır. Melek ve mukarreblerin mertebelerini bana
arz ediyorlar. Cennet kapısını açmışlar, iyilerin ve seçilmişlerin yerlerini
bana gösteriyorlar ve "Ey Rodbârî, hangisinden hoşlanırsın?" diyorlar. Ama bu
gönlüm Allahtan başkasını istemiyor. O'ndan, O'ndan, O'ndan başkasını
istemiyor."
Rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf: "Muhakkak Allahü
teâlâ, bir kavim ile onların diyârını ma'mûr eyler ve onların malını çoğaltır.
Yarattığı vakitten itibâren onlara, gadap nazarı ile bakmadı."
Eshâb-ı kirâm (r.anhüm), "Ya Resûlallah!
Buna sebep nedir?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v.) "Sila-i rahm yapmaları
yüzündendir"
buyurdu.
Ebû Ali Rodbârî hazretleri buyurdu ki:
Bir kimsenin Allahü teâlâdan korkmasının hakikî olduğunun alameti, Allahü
teâlâdan başka hiçbir şeyden korkmamasıdır."
"Havf
(Allahü teâlânın azabından korkmak) ve Reca (Allahü teâlânın rahmetinden ümidli
olmak), bir kuşun iki kanadı gibidir. İkisi birden bulunursa, hem kuş, hem de
uçuş düzgün ve mükemmel olur. Kanatların birisi bulunmazsa, kuş da, uçuş da
noksan olur. Kanatlarının ikisi de bulunmazsa kuş ölüme terk edilmiş olur."
"Ehil olmayan bir kimse ile oturmak; insanı, dar bir zindanda olmaktan daha çok
sıkar."
"Herşeyin
bir nasîhatçısı bulunduğu gibi, kalbin nasîhatçısı da hayadır. Allahü teâlâdan
haya etmek, mü'minlerin hazinesidir."
"Muhabbetin alameti muvafakat, ya'nî emredilene uyup, peki demektir."
"Kulda su dört halden en az biri mutlaka bulunur: 1. Şükretmeyi icab ettiren,
ni'met, 2. Hep Allahü teâlâyı hatırlamayı icab ettiren minnet, 3. Sabır icab
ettiren mihnet, 4. Af dilemeyi icab ettiren hata."
"Affa, mağfirete, müsamahaya kavuşurum diyerek, günahlardan tövbe etmeği terk
etmek, o günahı işlemekten daha beterdir. Tövbe ve pişmanlıktan Allahü teâlânın
hoşnutluğu vardır."
"Tövbe; pişmanlık ve günahı bırakmaktır."
"Kendinden aşağı olana saldırmak, zayıflıktır. Kendinden üstün olana saldırmak
ise cür'ettir."
"Tefekkür dört türlü olur: Allahü teâlânın mahlûklarındaki güzel san'atları,
faideleri düşünmek, O'na inanmağa ve sevmeğe sebeb olur. O'nun va'd ettiği
sevabları düşünmek, ibadet yapmağa sebeb olur. O'nun haber verdiği azabları
düşünmek, O'ndan korkmağa, kimseye kötülük yapmaraağa sebeb ohur. O'nun
ni'metlerine, ihsanlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet
içinde yaşadığını düşünmek, Allahtan haya etmeğe, utanmağa sebeb olur."
"Bir kimsede, huşu' içinde kalb, zühd ve kanaat beraber bulundukça, afetlerden
emin olur."
"Sıkıntılara sabretmiyen kimsede rızâ yoktur. Ni'metlere şükretmiyen kimsede
kemâl yoktur. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ârifler Allahü teâlâya, muhabbet,
O'nun takdirine rızâ ve O'nun ni'metlerine şükür ederek vâsıl olmuşlardır."
"Dünyayı kazanmakta nefsler için zillet, ahireti kazanmakta ise nefsler için
izzet vardır. Acaba niçin insanlar bâkî olan ahıreti istemekteki izzetin yerine,
fâni olan dünyayı isteyerek zilleti seçerler?"
"Nefsine, bir defa da olsa lâyık olduğundan fazla kıymet verip bakan bir kimse,
kainâttaki mevcudâtın hiçbirinden ibret alamaz."
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-us-sûfiyye
sh-354
2)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-356
3)
Sifât-üs-safve
cild-2, sh-256
4)
Sisâle-i
Kuşeyrî sh-170
5)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-296
|