TÜRKİYE GAZETESİ YAYINLARI

 

İSLÂM ALİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ

3.CİLD

Bir Önceki Sayfaya Gider

CİLD  -  ALFABE  -  ASIR

Bir Sonraki Sayfaya Gider

01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18

ABDÜLAZÎZ BİN CA'FER EL-HALLÂL (Radıyallahü Anh)

Hanbelî mezhebindeki tefsîr, hadîs, fıkıh âlimlerinden. İsmi, Abdülazîz bin Ca'fer bin Ahmed bin Ziyâd bin Ma'rûf el-Begâvî olup, künyesi, Ebû Bekr'dir. 275 (m. 898)'de Bağdâd'da doğmuştur. Ebû Bekr Hallâl'in talebesi olup, onun lakabıyla anılmıştır. Hanbelî mezhebindeki büyük âlimlerden olup, 363 (m. 974) Şevval ayının yirmiüçüncü günü vefât etti ve aynı gün Cum'a namazından sonra defn edildi.

Abdülazîz bin Ca'fer; Muhammed bin Osman bin Ebî Şeybe, Mûsâ bin Hârûn, Muhammed bin Fadl el-Vâati, Sa'îd bin Aceb el-Enbârî, Ebû Halîfe Fadl bin Hab-bâb, Ali bin Taygûr, Ca'fer el-Feryâbî, Ahmed bin Muhammed Ca'd, İbrâhîm bin Muhammed bin Heysem, Kâsım bin Zekeriyyâ el-Mutnz, Hüseyn bin Abdullah, Ebü'l-Kâsım el-Begâvî, Abdullah bin Ahmed, Ebû Bekr bin Ebû Dâvûd ve pek çok âlimden hadîs-i şerîf öğrenmiş, rivâyetlerde bulunmuştur.

Ahmed bin Ali bin Osman bin Cüneyd, Bişr bin Abdullah el-Fâtinî, Ebû İshâk bin Salalâ, Ebû Abdullah bin Batta, Ebü'l-Hasen et-Temîmî, Ebû Hafs el-Akberi, Ebû Hafs el-Bermekî, Ebû Abdullah bin Hâmid ve pek çok âlim de Abdülazîz bin Ca'fer'den rivâyetlerde bulunmuşlardır. Kuvvetli bir zekâya sahip olan Abdülazîz Hallâl; çok güç, anlaşılması zor olan mes'eleleri hemen anlardı. Hadîs âlimleri, onun sika (sağlam, güvenilir) bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. O, son derece ibâdete düşkün, Allahü teâlânın emirlerine uyan, dünyâya kıymet vermiyen, harâm ve şüpheli olan şeyleri terk etmekle beraber, mubahların çoğunu da terk etmiş, arif, âlim ve müttekî bir zât idi. Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, Hanbelî mezhebindeki fıkhî beyânları pek çoktur. Bununla beraber, Ehl-i sünnet vel-cemâat i'tikâdına hizmetleri de büyük olmuştur. Zamanının sultanı ve devlet adamları yanında da büyük bir kıymeti vardı. Eshâb-ı kirâmın fazîlet ve üstünlükleri sırasında Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekr, Ömer ve Osman'dan (r.anhüm ecmâin) daha üstün olduğunu söyleyenlere karşı buyurdu ki: İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'den işittim. Ona Eshâb-ı kirâmın fazîlet derecelerinden sorulduğu zaman buyurdu ki: "Kim Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekr'den üstün olduğuna inanırsa, muhakkak ki Resûlullaha (s.a.v.) ta'n etmiş (kusur bulmuş) olur. Kim onun Hz. Ömer'den üstün olduğuna'inanırsa, Resûlullaha (s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekr'e ta'n etmiş olur. Kim de Hz. Ali'nin, Hz. Osman'dan üstün olduğuna inanırsa, Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman, Şûra ehli, Muhacirler ve Ensâr'a (r.anhüm ecmâîn) ta'n etmiş olur."

Kendisine îmândaki istisnadan (ya'nî inşâallah müslümanım demekten) soruldu. Cevâbında "Evet olabilir. Fakat bu, şek ve şübhe üzere olmayacak. Bu, amelim iyi olmayabilir korkusundan dolayı, ihtiyaten olur" buyurdu.

Buyurdu ki:

"Başkasından gasbedilmiş (zorla alınmış) elbise ile kılınan namaz bâtıldır." "Kadın, erkeğin yanında cemâatle namaza durduğu zaman; sağında, solunda ve arkasında olanların namazı bozulur."

"Nafile namazda da su içmek, namazı bozar."

Ehl-i sünnet olmıyan kimselerle konuşur, onlara doğruyu anlatırdı. Çok zekî ve büyük âlim olduğundan, onların delillerinin hepsini çürütür, söyleyecek birşey bulamazlardı.

Ebû Bekr, Ahmed bin İshâk el-Hicrî, Ebû Fadl bin Temîmî bildiriyorlar ki: "Bir ihtiyar zât, bir hadîs-i şerîfin tafsilâtını öğrenmek için dolaşıyordu. Onun mes'elesi de Peygamberimizin (s.a.v.) "Kıyâmet günü yetmişbin kimse hesâbsız Cennete girecektir" hadîs-i şerîfinde, acaba daha ziyâdelik var mı, daha fazla kimse hesapsız Cennete girecek mi? idi. Bu ihtiyar, Ebû Fadl'a: "Şu şu beldeleri dolaştım. Bu hadîs-i şerîfte bildirilen (70 000) üzerine bir fazlalık, bir ziyâdelik bulamadım. Her kime sorsam, böyle işittik diyorlardı. Böyle sora sora Basra'ya geldim. Orada da sordum. Yine bilen olmadı. Birgün, çok yorgun olduğum hâlde uyuya kalmışım. Rü'yâmda Peygamberimizi (s.a.v.) gördüm. Hemen mübârek ayaklarını öptüm. Peygamberimiz bana "Ey filân kimse. Benden işittiğin bu haber için çok yoruldun." "Evet yâ Resûlallah" dedim. Peygamberimiz "Bağdâd'a Câmi-i halîfeye git. Alnı açık, yüksek sesli bir zât görürsün. Ona bu mes'eleyi sor, o sana cevap verir" buyurdu. Ayaklarım beni taşıyamıyacak kadar yorgun olduğu hâlde, Bağdâd'a gittim. Kendi kendime "Bu zâtı kimseye sormayacağım" dedim. Câmi-i halîfeye girinceye kadar Peygamberimizin tarif ettiği zâtı arıyordum. Cum'a günüydü, câmiye girdim. Onun sesini işittiğim zaman, aynen Peygamberimizin (s.a.v.) vasıflandırdığı şekildeydi, önünde durdum. Bu zât Ebû Bekr Abdülazîz bin Hallâl idi. Kendisine "Ey üstâd, sana sorulacak bir mes'elem var" dedim. Abdülazîz "İhtiyara yer açınız" dedi. Önüne vardım, bana "Otur" dedi. Ben de oturdum. Sonra bana yavaşça "Sen Resûlullahın (s.a.v.) gönderdiği zât değil inisin?" diye sorunca heyecandan titremeye başladım. Ona "Evet" deyip sustum. Sonra bana "Ey ihtiyar sorunu sor" dedi. Ben de o hadîs-i şerîfi sordum. Bunun üzerine "Sen sorduğun (hesapsız Cennete gireceklerden) birisiyle beraber bulunuyorsun" cevâbını verdi.

Ebû Bekr Abdülazîz Hallâl son hastalığında buyurdu, ki: "Ben Cum'a gününe kadar aranızdayım." Bunun üzerine "Allahü teâlâ sana afiyet versin" dediler. Bu sözü söyleyenlere: "Ebû Bekr Mervezî'nin şöyle dediğini işittim: Ahmed bin Hanbel yetmişsekiz sene yaşadı ve Cum'a günü vefât etti. Cum'a namazından sonra defn edildi. Ebû Bekr Hallâl da yetmişsekiz sene yaşadı. Cum'a günü vefât etti ve Cum'a namazından sonra defnolundu. Bu, onun kerâmetlerinden birisidir. Cenâzesinde hiç görülmemiş bir cemâat bulundu.

Vefât ettiği zaman, defn edileceği yer hakkında yakınları arasında ihtilâf çıktı. Ba'zıları vefât ettiği yere, ba'zıları ise başka bir yere defn edilmesini istediler. Bu husustaki münâkaşa çoğaldı. Bu münâkaşa, kılıçlarını sıyırıp vuruşma safhasına kadar geldi. Ba'zı âlimler bunlara "Sizler sultânın hareminde mi dövüşüyorsunuz?" dediler. Bu söz üzerine onlar, seçilen hakemin emrettiği şeyi yapacaklarını bildirdiler, iki cemâatin da arzularının hilâfına uzak ıssız bir yere defnolundu.

Onun kabri geceleri nûr ile dolup, bu nurun, kabrinden semâya doğru yükseldiği herkes tarafından görülürdü.

Abdülazîz Hallâl bir zaman çok sıkıntıya düştü. Bir küçük kâğıt alıp "Rahman ve Rahim olan Allahü teâlânın ismi ile başlıyorum, Filân oğlu filân muhtaçtır" diye yazdı. O yazılı kâğıdı alıp, halifenin kapısına geldi. Mektubu elinden bıraktı. O sırada esen rüzgâr mektubu aldı götürdü. O da evine döndü. Az bir zaman geçti ki kapı çalındı. Kapıyı açınca, tanımadığı bir ihtiyarla karşılaştı, ihtiyar ona ağır bir kâğıt tomar verdi. Onu alıp içeri girdi. Kâğıtların içinde, beşyüz dirhem olduğunu gördü. İçerisinde de yazılmış bir pusula vardı. Pusulada ise "Ey bu mektubun sahibi! Bundan sonra birşey isteyeceğiniz zaman daha dikkatli olunuz" yazılı olduğunu gördü.

Abdülazîz bin Ca'fer, Nu'mân bin Naîm, Sırrî bin Âsım, Muhammed bin Mus'ab, Abdurrahmân bin Arar, Abde bin Ebî Lübâbe'den, o da Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyet etti. Peygamberimiz (s.a.v.) "Kadere îmân; hüzün ve kederi giderir" buyurdu. Yine rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (s.a.v.) "Sizin en hayırlınız, Kur'ân-ı kerîmi öğrenen ve öğretendir" buyurdular.

Yazmış olduğu kitaplardan ba'zıları şunlardır: el-Muknî, yüz cüzlük bir kitaptır. eş-Şâfiî, seksen cüzdür. Muhtasar-ı Sünne, Tefsîr-ül-Kur'ân gibi kitapları da vardır.

 

KAYNAKLAR

1) Tabakât-ı Hanâbile cild-2, sh-119

2) Târih-i Bağdâd, cild-10, sh-459

3) Şezerât-üz-zeheb cild-3, sh-45

4) El-A'lâm cild-4, sh-15

5) Mu'cem-ül-müellifîn cild-5, sh-244

 
 

Bir Önceki Sayfaya Gider

Bu Bölümün İndex Sayfasına Gider

Bir Sonraki Sayfaya Gider