Evliyânın büyüklerinden. Künyesi, Ebü'l-Fevâris olup, adı Şah bin Şücâ'dır.
Kirman padişahının oğlu idi. Zamanının büyüğü, hakikat yolunun önderi idi.
Firâseti keskin idi. İşi evliyâyı bulup, onunla sohbet etmek idi. Ebû Türâb
Nahşebî, Ebû Hafs, Ebû Ubeyd Busrî ve Yahyâ bin Muâz gibi âlimlerle sohbet
etmiştir. Ebû Osman Bayrî talebesi iken, Şah Şücâ'nın izniyle Ebû Hafs'ın
talebesi olmuştur. Şah Şücâ' 276 (m. 889)'da vefât etti. Tövbesinin sebebi şöyle
anlatılır: "Şah Şücâ' dünyâya geldiği vakit, göğsüriün üzerinde yeşil bir hatla,
"Allah celle celâlühü" yazılı idi. Gençlik zamanında gezip tozmayı, eğlenmeyi
kendine iş edinmişti. Kendisi saz çalıp, şarkı söylerdi. Bir gece, bir
mahallede, saz çalıp şarkı söylüyordu. Bir kadın evinden çıkıp, onu seyretmeye
gitmişti. Kocası uyanıp karısını evde göremeyince, dışarı çıkıp karısını Şah
Şücâ'yı seyrederken görünce, Şah Şücâ'ya: "Ey zâlim! Tövbe etmenin zamanı
gelmedi mi?" diye sordu. Şah Şücâ' bunun etkisinde kalarak, "Geldi, geldi..."
deyip elbisesini yırtmış, sazı kırmıştı. Eve gelip gusül ederek, kırk gün dışarı
çıkmadı ve birşey yemedi Bunun için babası, "Bize kırk yılda vermediklerini ona
kırk günde verdiler" demişti.
Şah Şücâ' kırk yıl uyumadı. Uyumaması için gözüne tuz sürerdi. Gözleri bu yüzden
kızarmış idi. Bir gece uyuduğunda, rü'yasında anlatılması güç, çok güzel şeyler
gördü. Bundan sonra onu nerede görseler, yanında bir yastığa dayanır, uyurdu.
"Belki öyle bir rü'yâ görürüm diye uyuyorum" derdi. Uyumağa âşık olmuştu. "Böyle
rü'yânın bir ânını, bütün âlemin uyanıklığına değişmem" buyururdu.
Şöyle anlatılır: "Şah Şücâ' ile Yahyâ bin Muâz arasında iyi bir dostluk vardı.
Aynı yerde bulundukları halde, Şah Şücâ', Yahyâ bin Muâz'ın meclisinde
bulunmazdı. Niçin Yahyâ bin Muâz'ın sohbetlerine katılmıyorsun?" dediklerinde,
"Doğrusu budur" dedi. Israr etmeleri üzerine, bir gün gidip bir köşede oturdu.
Yahyâ bin Muâz konuşamadı ve "Burada, konuşmağa benden lâyık birisi vardır"
dedi: Şah Şücâ', "Ben buraya gelmem uygun olmaz demedim mi?" dedi.
Şah Şücâ' Kirmânî'nin bir kızı yardı. Kirman valileri ona talib idi. Şah
onlardan üç gün mühlet istedi. Bu üç gün içinde mescidleri dolaştı. Güzel namaz
kılan bir genç gördü. Namazı bitirinceye kadar onu seyretti. Sonra yanına gidip,
"Ey genç, evli misin?" diye sordu. Genç, "Hayır" deyince ona, "Kur'ân-ı kerîm
okuyan, takva sahibi ve güzel bir kızla evlenmek ister misin?" dedi. Genç; "Bana
kim kız verir ki, dünyâda üç dirhemden başka hiç bir şeyim yok" dedi. "Ben
veririm. Bu üç gümüşün biri ile ekmek, biri ile katık, biri ile güzel koku satın
al" dedi. Şah Şücâ' kızını o genç ile evlendirdi. Kızı, o fakîr gencin evine
girdiğinde bir kuru ekmek parçası gördü. "Bu nedir?" diye sorunca, genç "Senin
nasîbindir. Yarın sabah yemek için ayırmıştım" dedi. Şah'ın kızı babasının evine
doğru gitmeye başlayınca genç, "Ah! ben Şah'ın kızının, benim yanımda
durmayacağını bilmiştim" dedi. Kız bunu işitince, "Ben senin fakîrliğin
sebebiyle gitmiyorum, îmânının zayıflığı için gidiyorum. Sen akşamdan, sabahın
ekmeğini hazırlıyorsun. Ben ise babama şaşıyorum. Bunca senedir yanındayım, bana
seni takva ve zühd sahibi birine vereceğim derdi. Bugün öyle birine verdi ki,
Rabbine i'timâd etmiyor, rahat içinde bulunmuyor. Bu evde ya ben kalırım, ya bu
ekmek. Sen karar Ver" dedi. Genç ekmeği bir fakîre verdi. Şah'ın kızı geri döndü
ve onunla mes'ûd olarak yaşadı.
Şöyle anlatılır: "Ebû Hafs, Şah Şücâ'ya bir mektûb yazarak: "Nefsime, amelime ve
kusuruma bakıp ümitsizliğe düştüm" dedi. Şah Şücâ' ona cevap yazarak şöyle dedi:
"Mektubunu kendi gönlüme ayna yaptım. Eğer hâlis bir şekilde nefsimden ümit
kesecek olursam, saf bir şekilde Allahü teâlâya ümid bağlamış olurum. Şayet
Allahü teâlâya saf bir şekilde ümit bağlarsam, Allahü teâlâdan saf bir şekilde
korkmuş olurum. O zaman kendi nefsimden ümit keserim. Nefsimden ümit kesince,
Allahü teâlâyı zikredebilirim. Ben Allahü teâlâyı zikredince, Allahü teâlâ beni
affeder. Allahü teâlâ beni affedince halktan kurtulur, Allah dostları ile
beraber olurum."
Hâce Ali Sirgâhî, Şah'ın türbesinin yanında
yemek verirdi. Yemek verdiği bir gün, "Yâ Rabbî! Bir misafir gönder" dedi.
Aniden bir köpek geldi. Hâce Ali köpeği kovaladı. Köpek kaçtı. Sonra Şah'ın
kabrinden bir ses geldi: "Misafir istiyordun. Gönderdik, kovdun" dedi. Derhal
kalktı, dışarı koştu. Köpeği aradı bulamadı. Şehrin dışına gitti. Köpeği orada
bir ağacın altında yatıyor halde buldu. Yemeği onun önüne koydu. Köpek yemeğe
dönüp bakmadı. Hâce Ali utandı ve istiğfâra başladı. Tövbe etti. Köpek "Ey Hâce
Ali, şimdi iyi ettin. Misafir çağırıp kovmak ne demektir. Dikkatli ol! Eğer Şah
Şücâ' orada olmasaydı, göreceğini görmüştün" dedi.
Şah Şücâ' Kirmânî buyurdu ki: "Evliyâyı sevmekten daha kıymetli ibâdet olamaz.
Evliyâyı sevmek, Allahü teâlâyı sevmeğe yol açar. Allahü teâlâyı seveni, Allahü
teâlâ da sever."
"Hiç bir âlimin yaptığı ibâdetler arasında, evliyâya karşı duyulan sevgiye
ulaşanı yoktur." "Güzel ahlâk, başkalarına eziyet etmemek ve güçlüklere
katlanmaktır."
"Gözünü harâma bakmaktan, nefsini isteklerinden koruyup, kalbini devamlı
murakabe, bedenini sünnete uygun amellerle ma'mur edenin, firâsetinde hiç hatâ
olmaz."
"Sabrın alâmeti üçtür: "Samimî bir rızâ, şikâyeti terk, kaderin tecellisini
gönül hoşluğuyla kabullenme."
"Tövbe etmiş olmak için dünyâyı, murada ermek için de nefsinin arzu ve
isteklerini terk et." "Takvanın alâmeti vera', vera'nın alâmeti helâl olduğu
şüpheli olan şeylerden geri durmaktır." "Yalan söylemekten, gıybet etmekten ve
hıyânette bulunmaktan uzak durunuz." "Korku dâima hüzündür. Allahü teâlâdan
korkmanın alâmeti dâima ondan korkmaktır."
Şah Şücâ' Kirmânî'nin Mir'ât-ül-hukemâ isimli bir kitabı ve tasavvufa dâir
birçok küçük risâleleri vardır.
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-237
2)
Tabakât-üs-sûfiyye
sh-192
3)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-105
4)
Nefehât-ül-üns
sh-137
5)
Keşf-ül-mahcûb
sh-286
6)
Kıyâmet ve Âhıret sh-333
7)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-202
|