Mâlikî âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Abdüsselâm bin Sa'îd'dir. Çok zekî ve
mes'eleleri halletmekte mâhir olduğu için kendisine hafif ve canlı bir kuşun
ismi olan Sehnûn lakabı verilmiştir. 160 (m. 776) senesinde doğup, 240 (m. 854)
yılında vefât etti. İlim öğrenmek için Kayrevân'a geldi. Burada Ebû Hârice,
Behlûl, Ali bin Ziyâd, İbn-i Eşres, İbn-i Ebî Kerîme, kardeşi Habîb, Ebî Ziyâd
er-Râînî'den ilim aldı. İlim elde etmek için yolculuk yaptı. Bu sırada onsekiz
veya ondokuz yaşında idi. Muvattâ kitabı üzerinde, İbni Kâsım'ın huzurunda
müzâkere yapılıyordu. Sehnûn mevzular üzerinde geniş ve derin açıklamalar
isteyince, kendisine niçin İmâm-ı Mâlik'i dinlemek için gitmiyorsun,
denildiğinde, fakîrlikten dolayı gidemediğini söyledi. Bir defasında da,
fakîrlik olmasaydı, İmâm-ı Mâlik'i dinlemeye giderdim demiştir. Sehnûn, İbn-i
Ferhûn'dan ders aldı. Sonra, tahsiline devam etmek için Tunus'a gitti. Yanında,
kendisi için İbn-i Ferhûn, Ali bin Ziyâd'a yazdığı tavsiye mektubu vardı. Sehnûn,
mektubu Ali bin Ziyâd'a verdi. Ali bin Ziyâd'ın İbn-i Ferhûn'a hürmeti çoktu.
Onun için, Sehnûn'un kaldığı yere kadar gider, ona ders verirdi.
Sehnûn daha sonra Mısır'a gidip İmâm-ı
Mâlik hazretlerinin mümtaz (seçkin) talebelerinden Abdurrahmân bin Kâsım,
Abdullah İbni Vehb ve Eşheb'den çok istifâde etti. Bunlarla birlikte hacca, daha
sonra Medîne-i münevvere ve Suriye'ye gitti. Buradan Kayrevân'a dönüp, Mâlikî
mezhebini yaymağa başladı.
Ebü'l-Arab, Sehnûn hakkında şöyle der: "O
sikadır, bir çok ilmi kendisinde toplamıştır. Başka âlimlerde bulunan vera',
zühd ve cömertlikten başka, üstün meziyetleri de vardır. Sultandan hiç bir şey
kabul etmezdi. O, ince kalbli, çok gözyaşı döken, tevâzu'u çok, huşû'u açık bir
zât idi. Yapmacık hareketlerden uzak idi. Ahlâkı güzel, edebi pek fazla idi. Ehl-i
bid'at ve Ehl-i dalâlet'e karşı çok sert idi. Hak ve hakikat husûsuda kınayanın
kınamasından çekinmezdi. Âlimler onun üstünlüğü hususunda ittifak etmişlerdir.
Büyük âlim Eşheb'e Sehnûn sorulduğunda, "Onun gibisi bize gelmemiştir" dedi.
Sehnûn (r.aleyh), "Bu kitaplar benim göğsümde Fatiha sûresini bilmem gibidir.
Fâtiha'yı nasıl bilirsem, o kitapların içindeki bilgileri de öyle bilirim"
demiştir. İbn-i Vaddâh, "Fıkıh ilminde Sehnûn gibisini görmedim" der. Süleymân
bin Sâlim der ki: "Mısır'a gittim. Orada Hâris bin Muskîn, Ebû Tâhir, Ebû İshâk
ve daha başka âlimleri gördüm. Medîne-i münevvereye gittim. Orada Ebû Mus'ab ve
Ferevî'yi gördüm. Mekke-i mükerremeye gittim. Orada üç muhaddis (hadîs âlimi)
gördüm. Daha başka yerlere de gittim. Orada bir çok fıkıh ve hadîs âlimleri ile
karşılaştım. Fakat, Sehnûn ve oğlu gibisini görmedim" der. Îsâ bin Miskîn ise,
Sehnûn bu ümmetin zâhididir. (şüphelilere düşme korkusuyla, mubahların çoğundan
sakınan, dünyâya i'tibâr etmiyen) der. Magrib'de İmâm-ı Mâlik'in (r.a.) ilmi,
Sehnûn ile yayıldı.
Kâdîlığı
(Hakimliği):
Sehnûn 284 (m. 897) senesinde Afrika hâkimliğine
getirildi. O zaman 74 yaşında idi. Vefâtına kadar bu vazîfede kaldı. Kâdılık
kendisine verildiği zaman, kızının yanına gidip, baban bugün bıçaksız
boğazlandı, dedi. Bu sözü duyanlar onun kadılığı kabul ettiğini anladılar.
Sehnûn, kadılık vazifesi için sultandan ne
bir bahşiş ve ne de geçim vesîlesi olacak bir şey almadı. Sadece yardımcıları,
kâtipleri ve emrinde çalışan hâkimler için, Ehl-i kitabın cizyelerinden bir
miktar alırdı.
Bir kerre, yardımcılarının maaşları kesilmişti. Sehnûn, Emîr'e, "Sen bunların
maaşlarını kestin. Halbuki onlar senin işini görüyorlar. Resûlullah efendimiz
"İşçinin
hakkını, teri kurumadan veriniz"
buyurmuştur" dedi.
O
kadılığı sırasında, sözle hasmını incitenlere, şâhidlere müdâhele edenlere
cezalarını verdirir, "Siz şâhidlere müdâhele ederseniz, onlar, nasıl şâhidlik
yapacaklar" derdi. Taraflardan birisi, mahkemede şâhidlik yapan birisine bir
ayıp isnâd eder veya şâhidlik vasfı bulunmadığını söylerse, "Şahidlerin
durumlarını bana sor, ben onları çok iyi bilirim. Aynı zamanda, şâhidde
bulunması lâzım olan hususlara ben senden daha fazla dikkat ederim" derdi. Şâhid
onun huzuruna girip, heyecanlandığı zaman, heyecanı ve korkusu gidinceye kadar
ona mühlet verirdi. Bu durum zaman alsa da, ona ağır gelmezdi. "Bizde dayak atma
yoktur" derdi.
Çarşı pazarda aldatma ve hîle üzerinde ehemmiyetle durur. Rastladığında hak
edenlere gereken cezayı verirdi.
Onun, da'vâcı ile da'vâlıyı dinlediği, mahkemelerini yaptığı, kendisine tahsis
edilmiş bir odası vardı.
Mahkeme sırasında gürültü olup, herkes konuşmaya başladığı zaman, da'valı,
da'vâcı ve şâhidden başka herkesi dışarı çıkarır, sonra dinlenmesi gerekenleri
tek tek çağırırdı. Afrika'da senelerce, adaletle hükmetmiştir. O zaman, insanlar
onun gibi hâkimin gelmediğini söylemişlerdir.
İbn-i Iclân Endülûsî der ki: "Sehnûn,
talebelerine çok fâideli olmuş, onları çok iyi yetiştirmiştir. Talebelerinin her
biri gittikleri her yere, ilimleriyle ışık saçmışlar, rehber ve nümûne
olmuşlardır."
İbn-i Hâris, onun meclisinde yetişen
âlimlerin sayısının yediyüz civarında olduğunu söyler.
Sehnûn hazretleri, oğlu Muhammed bin
Sehnûn'a şöyle nasîhat etti: Ey oğul! İnsanlara selâm ver. Çünkü selâm,
karşısındakinde, senin hakkında sevgi meydana getirir. Düşmanına da selâm ver.
Ona müdâra et. (Müdârâ: Dîni korumak için dünyâlık vermek.) İlmiyle (bildiği
ile) amel etmiyene, ilmi fâide vermez. Aksine zarar verir, ilim bir nurdur ki,
Allahü teâlâ, onu kalblere bırakır. Bir kimse ilmiyle amel ederse, ilim onun
kalbini nurlandırır, aydınlatır. Bir kimse ilmiyle amel etmez ve dünyâyı
severse, dünyâ sevgisi kalbini kör eder. İlim böyle bir kimsenin kalbini
aydınlatmaz. Azıcık bir harâmı terk etmek, nafile olarak yapılan bin hacdan daha
fazîletlidir.
Abdülmelik bin Haşâb el-Endülûsî, Sehnûn'un
sika olduğunu söyledikten sonra, şöyle anlatır: Rü'yâmda, Resûlullahı (s.a.v.)
gördüm. Yolda yürüyorlardı. Hz. Ebû Bekir, Resûlullahın peşinde, onun da peşinde
Hz. Ömer (r.a.), onun da arkasında, İmâm-ı Mâlik, onun da peşinde Sehnûn vardı,
diye söylemiştir.
Başka birisi, yine Sehnûn'un durumu ile alâkalı bir rü'yâ görüp, bunu İbn-i
İyâd'a anlattı. O da, "Bu zât, sünnet-i seniyye üzerine vefât etmiş" dedi.
Sehnûn "Müdevvene" adlı ve kaynak kabul
edilen bir eser yazdı. Bunun üzerine altı tane şerh yapılmıştır. Ebü'l-Velîd
Muhammed bin Ahmed bin Rüşd de, Müdevvene üzerine, onun zor yerlerini izah eden
bir hâşiye yazmıştır.
Müdevvene'nin hacmi çok geniş olduğu için,
Ebû Muhammed Abdullah bin Ebû Zeyd tarafından kısaltılarak, Muhtasar-ül-Müdevvene
ismi verilmiştir.
KAYNAKLAR
1)
Mu'cem cild-5,
sh-224
2)
Dibâc sh-160
3)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-3 sh-180
|