Büyük fıkıh âlimlerinden. Künyesi, Ebû Abdullah'dır. 202 (m. 817) senesinde
Bağdâd'da doğup, 294 (m. 906) târihinde vefât etmiştir. Babası, Mervli'dir.
Nişâbûr'da yetişip, büyüdü. İlim öğrenmek için, mühim ilim merkezlerini dolaştı.
Sonra Semerkand'da yerleşti. Eshâb-ı kirâmın ve onlardan sonrakilerin hükümlerle
alâkalı fetvalarını çok iyi bilirdi.
Yahyâ bin Yahyâ en-Nişâbûrî, Abdan bin Osman, Ebû Kâmil el-Cuhderi, İbrâhîm bin
Münzir, Ubeydullah bin Muâz, İshâk bin Râheveyh ve daha başka âlimlerden ilim
alıp rivâyette bulundu. Kendisinden de oğlu İsmâil Muhammed bin İshâk er-Reşâdî,
Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Belhî gibi âlimler rivâyette bulunmuşlardır.
Şâfiî âlimlerinden çok istifâde etmiştir. Resûlullah efendimizin hadîs-i
şerîflerini ve ma'nâlarını çok iyi bilirdi. Hattâ Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i
şerîfi ve Eshâb-ı kirâma ait hiçbir söz yoktur ki, onu Ebû Abdullah Mervezî
bilmesin dense, bu söz yanlış olmaz diye söylenmiştir.
Âlimler der ki; İbn-i Mübârek, Yahyâ bin Yahyâ, İshâk bin Râheveyh, Muhammed bin
Nasr el-Mervezî, Horasan'ın büyük âlimlerindendir."
Âlimlerin hakkında buyurdukları:
Hakim; "O, büyük bir fıkıh âlimi, asrının en büyük muhaddisi (hadîs âlimi), çok
ibâdet eden bir zâttır."
Ebû Bekir es-Sayrafî: "Eğer, Muhammed bin
Nasr, "Kasâme" kitabından başka kitap yazmasaydı; bu, onun için, büyük bir âlim
olmasına kâfi gelirdi. Fakat o buna rağmen çok kitap yazmıştır."
İbn-i Ahrem: "O ticâret ortağı ile
Nişâbûr'da yerleşince, ilim ve ibâdetle meşgul oldu. Daha sonra Semerketnd'a
gitti. Ortağı Nişâbûr'da kaldı. Orada Muhammed bin Yahyâ'dan sonra müftî ve en
önde gelen bir âlim idi. Yahyâ bin Muhammed bin Yahyâ ve ondan sonraki âlimler,
onun fazîlet ve üstünlüğünü kabul etmişlerdir."
Yine o, Ebû Abdullah Mervezî'yi şöyle anlatır: "Ondan daha güzel namaz kılan
birisini görmedim. Kulağına sinek konsa, çok da rahatsız etse, yine kendisini
ondan korumak için hiçbir hareket yapmazdı. Biz onun güzel şartlarına uygun,
huşu' içinde namaz kılışına hayran kalırdık. O, namaz kılarken, yere dikilmiş
bir ağaç parçası gibi hareketsiz dururdu. O, güzel huylu bir zât idi."
Muhammed bin Abdülvehâb es-Sekafî şöyle anlatır: "Horasan vâlisi İsmâil bin
Ahmed, her sene Muhammed bin Nasr'a dörtbin dirhem gönderirdi. Ayrıca, bu kadar
dirhem de, kardeşi İshâk'tan ve Semerkandlılardan gelirdi. Onun çoluk-çocuğu
olmadığı için, bunları fakîrlere dağıtırdı. Dünyâ malına düşkün değildi."
Yine kendisi şöyle anlatır: "Mısır'dan, Mekke-i mükerremeye gitmek üzere gemiye
binmiştim. Yolda gemimiz battı, bütün eşyalarımız zayi oldu. Sonra bir kara
parçasına çıktık ve kurtulduk. Yanımda hizmetçim vardı. Bu sırada çok susadım,
hiç su bulamadım. Başımı hizmetçimin kucağına koydum. Artık çaresiz bekliyorduk.
Bu sırada bir de ne göreyim. Elinde su testisi bulunan bir adam yanımıza geldi.
Testiyi bize uzattı, alıp içtim ve hizmetçime de içirdim. Sonra yanımızdan
gitti. Fakat nereden gelip, nereye gitti bilmiyorum."
Emîr İsmâil bin Ahmed anlattı: "Semerkand'da bulunuyordum! Birgün bir yerde
oturdum. Yanımda kardeşin İshâk da vardı. Biraz sonra, büyük âlim Ebû Abdullah
Muhammed bin Nasr geldi. O gelince, ilmine hürmeten ayağa kalktım. Aradan bir
müddet geçip, Muhammed bin Nasr gidince, kardeşim İshâk bana, "Sen, koskoca
vâlisin, halktan birisi gelince ayağa kalkıyorsun. Böyle idarecilik olmaz, diye
sitem etti. Ogün ben, kardeşimin bu sözüne çok üzüldüm. Akşam olup, yatmıştım.
Rü'yâda Resûlullah efendimizi gördüm. Herhalde kardeşim İshâk da, yanımda idi.
Resûlullah (s.a.v.) gelip, kolumu tuttu ve şöyle buyurdu: "Ey
İsmâil! Senin ve oğullarının
mülkü dâim olsun. Çünkü sen, Muhammed bin Nasr'a ilminden dolayı hürmette
bulundun." Sonra,
kardeşim İshâk'a döndü, "Senin ve oğullarının
mülkü devam etmesin. Çünkü sen, Muhammed bin Nasr'ı küçümsedin"
buyurdu.
Muhammed bin Nasr ihtiyar iken, bir çocuğunun olmasını arzu ediyordu. Bunu
anlatan der ki: "Biz bir gün onun yanında idik. Bu sırada talebelerinden birisi
gelip, gizlice ona bir şeyler söylemişti. Bunun üzerine ellerini kaldırıp, "İhtiyar
olduğum halde bana İsmâil'i veren Allahü teâlâya hamd olsun"
(İbrâhîm sûresi, 39) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Sonra, avuçlarının içini
yüzüne sürdü. O bu âyet-i kerîmeyi okumakla üç şeyin sünnet olduğuna işaret
etti. Çocuğa isim koymak, Allahü teâlânın lütuf ve ihsanına karşı hamd etmek,
ona İsmâil ismini koymak. (Çünkü, çocuğa Peygamberlerin (a.s.) isimlerini koymak
sünnettir.)
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-üş-Şâfiiyye
cild-2, sh-246
2)
Târîh-i Bağdâd cild-3, sh-315
3)
Tehzîb-üt-tehzîb
cild-9, sh-489
4)
Tezkiret-ül-huffâz
cild-2, sh-650
5)
Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh-21
6)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-216
7)
Mu'cem-ül-müellifîn
cild-12, sh-78
8)
Brockelman
sup. cild-1, sh-258
|