Tasavvuf
büyüklerinden. Künyesi Ebû Abdullah'dır. Basra'da doğdu. Doğum târihi kesin
olarak bilinmemektedir. 243 (m. 897) târihinde Bağdâd'da Ahmed bin Hanbel
hazretlerinden iki sene sonra vefât etmiştir. Nefsini çok hesaba çektiği için,
Muhasibi denmiştir. Aslen Bağdâdlıdır. Zamanında Bağdâd'ın en büyük
âlimlerindendi. Yezîd bin Hârûn ve daha birçok âlimden rivâyette bulunmuştur.
Kendisinden de Ebû Abbâs bin Mesrûk, Ahmed bin Hasen bin Abdül-Cebbâr es-Sûfî,
Cüneyd-i Bağdâdî, İsmâil bin İshâk es-Serrâc, Ebû Ali Hüseyn bin Hayran el-Fakîh
ve daha başka büyük âlimler rivâyette bulunmuşlardır. İmâm-ı Şâfiî hazretleri
ile aynı asırda yaşamıştır. Şâfiî mezhebindedir.
Rivâyet ettiği
bir hadîs-i şerîf şöyledir: Ebüdderdâ (r.a.) haber verdi. Resûlullah efendimiz
(s.a.v.) buyurdu ki: "(Kıyâmet günü) Mîzânda
en ağır gelecek olan şey, güzel ahlâktır."
Ba'zı
menkıbeleri:
Ahmed bin
Hanbel hazretlerine dediler ki: "Haris el-Muhâsibî tasavvuf ile alâkalı
mevzulardan bahsediyor. Bunlara âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden delil
getiriyor. Onu dinlemek istemez misin?" Ahmed bin Hanbel (r.aleyh): "Evet,
dinlemek isterim" dedi. Nihayet bir gece yanına gitti. Gece sabaha kadar
sohbetini dinledi. Hâris el-Muhâsibî'de ve yanında bulunanlarda dinen münâsip
olmayan bir şeye rastlamadı. Ahmed bin Hanbel hazretleri burada gördüklerini
şöyle anlatmaktadır: "Akşam ezanı okununca, öne geçip namazı kıldırdı. Namaz
kılındıktan sonra, yemek geldi. Yemeğe oturdular. Hâris el-Muhâsibî, hem
konuşuyor hem yemek yiyordu. Zaten yemek yerken güzel şeylerden bahsetmek
sünnete de uygundur. Yemek yendikten sonra, ellerini yıkadılar. Sonra, beraberce
oturdular. Herkes yerini alınca, bir suâli olan var mı? diye sordu. Riya, ihlâs
ve muhtelif hususlarda, suâller sordular. Onların her birine cevap verdi. Ayrıca
delillerini de söyledi. Bu sırada gece bir hayli ilerlemişti. Birisine, Kur'ân-ı
kerîm okumasını söyledi. Kur'ân-ı kerîm okundukça ağlıyor, inliyor ve gözyaşları
döküyorlardı. Kur'ân-ı kerîm okunması bitince, Hâris el-Muhâsibî hafifçe duâ
yaptı. Daha sonra namaza kalktı." Sabah olunca, Ahmed bin Hanbel hazretleri
Hâris el-Muhâsibî'nin fazîletli bir zât olduğunu söyleyip, takdirlerini
bildirdi.
Esmâî bin İshâk es-Serrâc da şöyle anlatır:
Bir gün, Ahmed bin Hanbel bana, "Haris el-Muhâsibî sana çok geliyor. Geldiği
zaman beni çağırır, onun görmiyeceği bir yere oturtursan, çok memnun olurum.
Onun sözlerini ben de dinlemiş olurum, dedi. Bunu memnuniyetle kabul ettim.
Ahmed bin Hanbel'in yanından ayrıldıktan
sonra, doğruca, Hâris el-Muhâsibî'nin yanına gittim. Bize teşrif etmelerini
istedim. O da kabul etti. Sonra, o akşam gelmesi için Ahmed bin Hanbel'e haber
verdim. Akşam namazından sonra geldi. Üst katta bir odaya aldım. Hâris el
Muhasibi ve arkadaşları gelinceye kadar, Kur'ân-ı kerîm okuyup, zikirle meşgul
oldu. Nihayet Hâris el-Muhâsibî ve arkadaşları geldi. Yemek yenip, yatsı namazı
kılındı. Namaz bittikten sonra herkes uygun bir şekilde oturdular. Sonra
içlerinden bir tanesi, Hâris el-Muhâsibî'den bir mes'ele sordu. O, anlatmaya
başladı. Herkes bütün dikkatle-riyle dinliyorlardı. Hâri3 hazretleri öyle ince
mevzulara temas ediyordu ki, o anlatırken bir kısmı ağlıyor, bir kısmı
inliyordu. Bu sırada, Ahmed bin Hanbel'in bulunduğu odaya gittim. O, burada
yalnızca dinliyordu. Yanına vardığımda, onu bambaşka bir hâl üzere gördüm.
Kendinden geçmiş bir vaziyette ağlıyordu. Sonra Hâris hazretleri ve
arkadaşlarının yanına gittim. Onlar da kendilerinden geçmişti. Bu hâl sabaha
kadar devam etti. Nihayet sabah namazı vakti girdi. Namazlarını kılıp,
dağıldılar. Onlar gidince, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin yanına gidip, onları
nasıl bulduğunu sordum. O da: Herkesin anlıyamıyacağı çok derin mevzulardan
anlattığını söyledi.
Büyük âlim Ebû
Abdullah bin Hafif der ki: Büyüklerimizden beş kişiye uyunuz. Diğerleri hakkında
da doğruyu söyleyiniz. Bu beş kişi şunlardır: Hâris bin Esed el-Muhâsibî, Cüneyd
bin Muhammed, Ebû Muhammed Ruveym, Ebû Abbâs bin Ata, Amr bin Osman el-Mekkî.
Bunlar, zahir ve bâtın ilimlerinin arasını birleştirmişlerdir.
Haris el-Muhâsibî'yi
tanıyanlardan birisi şöyle anlatır: Hâris el-Muhâsibî (k.s.) çok bitkin bir
hâlde bana uğramıştı. Ben, kapımın yanında oturuyordum. Çok acıkmış olduğu
yüzünden belli idi. Bunun üzerine "Efendim! Bize gelip bir şeyler yeseydiniz!"
dedim. Sonra bizim evden vazgeçip, amcamın evine götürmeyi münâsip gördüm. Çünkü
onun evi hem daha geniş ve hem de, durumları daha iyi idi. Hâris el-Muhâsibî'yi
amcamın evine götürdüm. Sofrayı hazırlayıp, önüne koydum. Elini uzatıp, lokmayı
aldı. Fakat yemedi. Sonra kalktı ve benimle konuşmadan çıkıp gitti. Daha sonra
onunla karşılaştığımız zaman "Efendim! Da'vetime icâbet etmekle önce beni
sevindirdiniz. Fakat yemeden kalkıp gittiğiniz zaman çok üzüldüm. Bunun üzerine
"Ey oğul! Gerçekten çok acıkmıştım. Getirdiğin yemekten de yemek istiyordum.
Ancak, burnuma doğru yaklaştırınca içim kabul etmedi."
İbn-i Mesrûk der ki: Hâris el-Muhâsibî
vefât ettiği zaman, bir gümüşü bile yoktu. Halbuki babasından çok mal, mülk ve
para kalmıştı. Hiçbirinden bir şey almadı. Hâris el-Muhâsibî hazretleri nefsini
devamlı hesaba çeker, onun kötülüklere meyletmemesi için elinden geleni yapardı.
O, bu hususta der ki: Nefsini hesaba çekenlerin birtakım güzel hususiyetleri
vardır. Onlar, bu hasletleri sebebiyle yüksek derecelere kavuşmuşlardır. Onlara
göre, insan azmedip, nefsinin arzu ve isteklerine uymazsa, ma'nevî yönden
ilerlemesi mümkündür. Şu hasletleri elde etmeğe çalışan fâidelerini görür
1-Doğru ve yalan yere yemin etmemek. 2-Yalan söylememek. 3-Verdiği sözde durmak.
4-La'net etmemek. 5-Kimseye bedduâ etmemek. 6-Allahü teâlânın rızâsı için
sabırlı ve tahammüllü olmak. 7-Haramlardan sakınmak. 8- Kendisini başkasından
büyük görmemek. 9-Kimsenin kalbini kırmamak. 10-Gelen belâ ve musîbetlere
sabretmek, 11-Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek.
"Kim
Cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle beraber olsun." "Sâdık (doğru)
kimse, halk kendisine iltifat etmedi diye üzülmez. "Kulluk, insanın, acizliğini
idrâk edip, anlamasıdır."
"İlmin
neticesi, Allahü teâlâdan korkmak; zühdün neticesi, rahatlık; ma'rifetin
neticesi, Allahü teâlâya dönüştür."
"Eziyetlere
katlanmak, kızmamak, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmak, güzel ahlâktandır."
"İnsanlar
medhetse de, zâlim olan kimse dâima pişmanlık içindedir."
"Kanaatkâr bir
kimse aç bile olsa, onun gönlü zengindir."
"Hırslı kimse,
malı ve mülkü ne kadar da çok olsa, o yine fakîrdir."
"Tâatin aslı,
vera'dır (şüphelilerden sakınmak). Vera'ın aslı takvadır. Takvanın aslı, nefsi
yaptıklarından hesaba çekmektir. Nefsi hesaba çekmenin aslı, Allahü teâlânın
rahmetinden ümidli olup, azabından korkmaktır. Ümid ile korkunun aslı, dünyâda
iyi işler yapıldığı zaman, bunlara karşı mükâfat verileceğinin, kötü işler
yapıldığı zaman ise azâb yapılacağının bilinmesi, bunun da aslı, iyilik
yapıldığı zaman mükâfatının, kötülük yapıldığı zaman da cezasının büyük olduğunu
bilmektir. Bunun da aslı, tefekkür ve ibret almaktır."
"Eğer kulun
başına bir belâ gelecekse, bunun alâmeti kalbin Allahü teâlâyı anmamaya
başlamasıdır. Artık kalb, bundan sonra, gaflete dalar."
"İlim
sahipleri, Allahü teâlâdan daha çok korkar. Zühd, insanın kalbini dünyâ
sıkıntılarından uzak tutar. Allahü teâlânın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımak,
tövbe etmeyi temin eder."
"Her şeyin bir
cevheri, özü vardır. İnsanın da cevheri, akıldır. Aklın cevheri sabırdır. Kim
Allahü teâlânın vermiş olduğu ni'metlere şükretmezse, o ni'metin elinden
alınmasını istemiş olur."
"Arapların
söylediği sözlerin en doğrusu, Hassan bin Sâbit'in (r.a.) Resûlullah efendimiz
hakkında söylediğidir. O, şöyle demiştir: Hiçbir binek, Resûlullahtan (s.a.v.)
dana afif (temiz), sözüne sâdık ve üstün bir kimseyi taşımamıştır."
"İnsan,
nefsiyle mücâdele edip, onun arzu ve isteklerine mâni olmalıdır." "Cesede göre
başın durumu ne ise, sabrın da imâna göre durumu öyledir."
"Hz. Ömer
(r.a.) efendimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâdan korkan kimse, intikam almayı
düşünmez. Yine, Allahü teâlâdan korkan kimse, her istediğini yapmaz. Eğer
kıyâmet günü olmasaydı, âlem şu gördüğümüzden daha daha başka olurdu.)"
"Gayretini,
başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslâh etmek için harca."
"Hz. Ali
(r.a.) buyurdu ki: (Ey insanoğlu! Zenginliğinden dolayı sevinme, fakîrlikten
dolayı ümidsiz olma, gelen belâ ve musîbetten dolayı üzülme, rahatlık ve
genişlik vaktinde taşkınlık ve azgınlık yapma. Şüphesiz, altın ateş ile, iyi kul
da, belâ ve musîbet ile tecrübe edilir.)"
"Allahü
teâlânın senin için murâd ettiğine, dilediğine râzı ol. Abdullah bin Mes'ûd
şöyle buyurur Allahü teâlânın senin hakkında yaptığı taksimine râzı ol. Böylece,
insanların en zengini olursun. Allahü teâlânın harâm kıldığı şeylerden uzaklaş,
onları yapma. Böylece, günahlardan en çok sakınan bir kimse olursun. Allahü
teâlânın emirlerini yerine getir, insanların en âbidi olursun. Hâlini Allahü
teâlâya arz et. Sadece ondan yardım iste. Hâlini insanlara şikâyet etme."
"Namazını,
artık dünyâdan ayrılıyormuş gibi kıl."
"Kadere, hayır
ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna kâmil inanılmadıkça, asla imânın tadı
alınmaz."
"Haya, Allahü
teâlânın beğenmediği kötü huylardan vazgeçmektir."
"Sâdık (doğru
olan), insanlar kendisine kıymet vermeseler bile, hiç korkusu olmıyan, kalbinin
doğruluğuna inanıp, insanların, kendi amellerinden hiçbirisini görmelerini
istemiyendir."
Derler ki,
Hâris el-Muhâsibî kırk yıl sırtını duvara dayamayıp, ayaklarını uzatmadan
oturdu. Niçin böyle kendine eziyet ediyorsun diyenlere, "Allahü teâlânın
huzurunda kul gibi oturmamaktan haya ediyor, utanıyorum" derdi. Yine buyurdular
ki; "Kıymetli kardeşim! Kötü ahinler insanlar için çok tehlikelidirler. Onlar
dünyâya düşkündürler. Dünyâyı âhırete tercih ederler. Sonra şunu iyi bil.
Dünyâyı âhırete tercih edenler, rahat ve huzur içerisinde de değildirler.
Onların neş'e ve sevinçlerine, keder ve sıkıntılar karışmıştır. Bunların sonu
felâkettir. Aslında böyle kimselerin dünyâsı da âhıreti de harabtır. İki
dünyâları da perişandır. Kıymetli kardeşim! Kendinize geliniz. Aklınızı başınıza
alınız. Allahü teâlâdan korkunuz. Şeytan sizi aldatmasın. Şeytan ve onun
yardımcıları, Allahü teâlânın huzurunda perişan olacaklardır."
Abdullah bin
Meymûn der ki: Hâris el-Muhâsibî hazretlerine, zühd (dünyâya rağbet etmemek)
niçin kıymetlidir? Bunun sebebi nedir? diye suâl edildi. O şöyle cevâp verdi:
"Bunun beş sebebi vardır. Birincisi, dünyâ insanı, bir çok meşakkat ve
sıkıntılara düşürür, insanın kalbini Allahü teâlânın rızâsından ve âhıreti
düşünmekten alıkor. İkincisi, dünyâyı sevenlerin derecesi, dünyâya rağbet
etmiyenlerin derecesinden çok aşağıdadır. Üçüncüsü, dünyâyı sevmemek, insanı
Allahü teâlâya yaklaştırır ve Cennetliklerin derecelerine yükseltir. Dördüncüsü,
dünyâyı sevenlerin, kıyâmet gününde hesapları uzun olur. Beşincisi, Allahü
teâlânın katında dünyânın bir sinek kanadı kadar bile kıymeti yoktur." (Burada
ve benzeri yerlerde dünyânın ma'nâsı: Allahü teâlânın rızâsından ve beğendiği
şeylerden uzaklaştırıp, âhıreti unutturan şeyler demektir.)
Haris
el-Muhâsibî hazretlerine şükrün ne olduğunu suâl ettiler. Buyurdu ki: "Allahü
teâlânın, sonsuz ni'met ve ihsan sahibi olduğunu, başkalarından gelen
ni'metlerin de hakikatte, yine Allahü teâlâdan geldiğini bilmektir. (Allahü
teâlâ, insanlara, iyilik etme gücü ve kuvvetini vermeseydi, kimse kimseye iyilik
yapamazdı. O halde, bütün iyilikler, Allahü teâlâdan gelmektedir.)
Haris
el-Muhâsibî hazretlerine sabrı suâl ettiler. O da: "Sabır, Allahü teâlâdan
gelenler şeyi hoş ve iyi bir şekilde karşılayıp, heyecan ve ümidsizliğe
düşmemek, sıkıntılı ve meşakkatli zamanlarda dayanıklı ve tahammüllü olmaktır"
şeklinde cevap verdi.
Yine ona rızâ
makamına nasıl kavuşulur, denildi. O şöyle cevap verdi: "Allahü teâlânın adalet
sahibi, hüküm ve işlerinde hikmet sahibi olduğuna, O'nun, kulları için seçtiği
şeylerin, kulların kendileri için sevdikleri ve seçtikleri şeylerden daha
hayırlı olduğunu ve nihayet Allahü teâlânın emirlerine teslim olmak,
emrettiklerini yapıp, nehyettiklerini (yasakladıklarını) yapmamaktır."
Ahmed bin Muhammed bin Mesrûk anlatır:
Hâris el-Muhâsibî hazretlerine, "Allahü teâlâya muhabbetin, sevginin alâmeti
nedir?" diye suâl edildi. Soru soran şahsa, "Senin bu hususta bir bildiğin var
mı?" dedi. O zât: "Evet şu âyet-i kerîmeyi
"Ey Sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer
Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da sizi sevmesini istiyorsanız,
bana tâbi olunuz. Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever"
biliyorum. Bu
âyet-i kerîmeden, Allahü teâlânın kullarını sevmesinin alâmetinin, Resûlullah
efendimize tâbi olmak (O'na uymak) olduğunu, anladım" dedi. Hâris hazretleri bu
cevâbı çok beğendi.
Buyurdular ki;
"Allahü teâlâ bir kulunu sevdiği zaman, ona, farzların edası için sevinç ve
gayret verir."
"Bir kimsenin
kalbinde Allahü teâlânın korkusu kalmaz ve âhırette azâb göreceğini unutursa,
günahları çoğalır ve tehlikeli durumlara girer. O zaman, iyi şeyleri idrak edip
yapamaz, kötü şeylerin kötülüğünü görüp, ondan sakınamaz. Nefsinin esiri olur.
Allahü teâlânın katında kıymeti düşer. Kalbi paslanıp, îmânı zaifler."
Bir defasında
ona, zühd sahibi insanların dereceleri nasıldır?" diye sordular. O da şöyle
buyurdu: "Akıllarının derecem ve kalblerinin temizliği kadardır. Zâhidlerin en
üstünü, en akıllı olanıdır. En akıllı olanlar, Allahü teâlânın emirlerini iyi
anlayıp, onları yerine getirmek için bütün güçleriyle çalışanlardır. Bunlar,
dünyâya düşkün olmayıp, âhırete yönelenlerdir. (Haram ve şüphelilerden sakınıp,
mubahlara fazla dalmamak; dünyâdan yüz çevirip, âhırete yönelmekle olur.)
"Nefsinin
isteklerinden ve öfke ile hareket etmekten uzak dur. En önde gelen
vazifelerinden birisi de, yumuşak olmak ve dikkatli hareket etmek olsun."
"İlmiyle
takvasını, ameliyle basîretini ve aklıyla ma'rifetini arttıran kimsenin izinden
yürü."
"Kul için en
doğru yol, ilimle amel etmek, Allahü teâlânın korkusuyla harâmlardan
sakınmaktır. Günahla nefsini yâd etme. Günahta ısrar etme. Fakîrlik zamanında
Allahü teâlâya sığın, her hâlinde Allahü teâlâya muhtaç ol ve O'nun her emrinde
O'na tevekkül et."
"Sana
zulmedeni affet. Amelinle mağrur olmaktan sakındığın gibi, ilimle gururlanmaktan
salon. Yakınının, fakîrin ve kötüsünün hakkını gözet. Konuşmadan hoşlanmıyanın
yanında konuşma. Mazlumun kardeşine yardım et. Zamanını iyi değerlendir."
"Günahlar
gaflet getirir. Gaflet ise, kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması,
insanı Allahü teâlâdan uzaklaştım ve Allahü teâlâdan uzaklık ise, Cehenneme
götürür."
"Câhillerin
ahlâkından, günahkârların meclisinden, kendini beğenenlerin iddialarından,
mağrurların isteklerinden ve Ümitsizlerin ümitsizliklerinden sakın ve uzak dur.
Hak ile amel et Allahü teâlâya güven. Emr-i ma'rûf ve nehyi anilmünkeryap."
"Her hâlin
esası, doğruluk ve ihlâstır. Doğruluktan; sabır, kanâat, zühd, rızâ ve ünsiyet,
ihlâsdan; korku, sevgi ve haya doğar."
"Şu üç çeşit
muhabbet, çok mühimdir: Birincisi, ibâdeti günaha tercih etmek suretiyle Allahü
teâlâyı sevmektir, ikincisi, kuvvetli bir îmân ile Resûlullahı sevmektir. Bunun
alâmeti, Resûlullahın sünnetine yapışmaktır. Üçüncüsü ise, Allah için mü'minleri
sevmektir. Bunun alâmeti mü'minlere eziyet etmemek ve onlara fâideli olmaktır."
"Tâatani (Allahü
teâlânın beğendiği şeyleri) günaha, ilmini cehâlete, dînini dünyâya tercih eden
a-kıl aldatıcıdır."
"Dilin fara ve
vazifesi; sükûnet ve öfke zamanlarında doğruluktan ayrılmamak. Gizli ve açık
olarak hiç kimseye eziyet etmemektir. Gözün farzı ve vazifesi; harâmlardan
korunmaktır. Kulağın farzı ve vazifesi, helâl olmayan şeyleri dinlememektir.
Lisanından sonra, insanoğlu için en tehlikeli a'zâ kulağıdır. Çünkü kulak,
kalbin en büyük elçisidir. Fitne bataklığına en fazla dalan kulaktır. Burnun
fara ve vazifesi; burun, kulak ve göze tâbidir. Dinlemesi ve bakılması caiz
olmayan bir şeyin koklanması da caiz değildir. Ellerin ve ayakların farzı ve
vazifesi; Allahü teâlâ tarafından harâm kılınan şeylere uzanmamam ve
başkalarının hakkından sakınmasıdır."
Eserleri:
1. Adâb-ün-nüfûs
2. Şerh-ul-ma'rifet. 3. el-Menâsil fî'z-zühd ve gayrihi. 4. el-Ba's ve'n-Nüşûr.
5. er-Riâye li-hukûkıllah azze ve celle. 6. el-Halvet ve't-tenekkul fi'l-ibâdet.
7. Muâtebet-ün-nefs. 8. Risâlet-ül-müsterşidîn.
KAYNAKLAR
1)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-2, sh-57
2)
Tehzîb-üt-tehzîb
cild-2, sh-134
3)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-73
4)
Mîzân-ül-i'tidâl cild-1, sh-430
5)
Târih-i Bağdâd cild-8, sh-211
6)
Mu'cem-ül-müellifîn
cild-3, sh-174
7)
Tabakât-üş-şâfiiyye
cild-2, sh-275
8)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-102
9)
Câmi'u
kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh-387
10)
El-A'lâm cild-2, sh-153
11)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-144
12)
Miftâh-üs-se'âde cild-2, sh-157, 291, 311, 337
13)
Tabakât-üs-Sûfiyye
sh-56
14)
Risâle-i Kuşeyrî sh-72
15)
Keşf-ül-mahcûb
sh-109
|