Şam'da yetişen
âlimlerin büyüklerinden. Abdurrahmân bin Ahmed el-Ansî din imamlarından iken,
Allahü teâlâdan başka her şeyi terk edip, tasavvuf yoluna girdi. Künyesi Ebû
Süleymân'dır. Şam'ın güneyinde bulunan Daran köyünde yerleşti. Bunun için
kendisine Ebû Süleymân-ı Dârânî denir. 205 (m.820)'de Şam'da vefât etti. Türbesi
oradadır. Süfyân-ı Sevrî ve başka âlimlerden ilim öğrenip hadîs-i şerîf dinledi.
Lütuf ve ihsanı bol, çok kibar ve sevimli bir zât idi. Bunun için kendisine
Reyhân-ül-kulûb (Gönüllerin güzel kokulu çiçeği) denirdi. Nefsine muhalefet
etmekte, açlık çekmekte çok ileri idi. Öyle ki, bu ümmetten açlığa onun kadar
tahammül eden olmamıştır. Bunun için kendisine "Bündâr-ül-Câlîn" (Açların reisi)
denirdi ilimde, ma'rifette, yüksek hâlleri ve çok güzel sözleri meşhûrdur.
Nefsin zararlarına ve sinsi düşmanlıklarına son derece vâkıf olup, ondan
korunmakta, kalbi ve diğer uzuvların hepsini İslâmiyete tam uygun olarak
kullanmakta eşine çok az rastlanan Allah adamlarındandı.
Hz. Ebû
Süleymân-ı Dârânî, doğru yola gelmesine sebeb olan hâdiseyi şöyle anlatmıştır:
"Câmide bir va'izin sohbetlerine devam ederdim. Birgün sözleri bana çok te'sîr
etti. Fakat dışarı çıktığımda bu te'sîr hiç kalmadı. Geri geldim, ikinci defa
dinledim, yine sözleri kalbime oldukça çok te'sîr etti. Dışarı çıktım. Bu te'sîr
bir miktar devam etti ve kayboldu. Üçüncü defa geldim. Bu sefer öyle duygulandım
ki, bu te'sir eve kadar aynı hâlde kaldı. Eve gelince mûsikî âletlerimi kırdım.
Tövbe ettim. Allahü teâlâya ulaştıracak doğru yolu tuttum. Tövbe ettiğimi Yahyâ
bin Muâz hazretleri duyduğunda, "Bir serçe, bir turnayı avlamış" demişti.
Hz. Ebû
Süleymân Dârânî, bir gün insanlara nasîhat ediyordu, ileri gelen talebelerinden
Ahmed bin Ebü'l Havarî, hocasının nasîhat ettiği meclise gelip, "Efendim, fırın
ısındı. Bugün ne pişirmemizi emir edersiniz?" diye sordu. Hz. Ebû Süleymân cevâb
vermedi. Talebesi aynı suâli birkaç defa tekrar edince, talebesine "Gidip, içine
oturunuz!" buyurduk Talebe, "Hocamın her sözü hikmetlidir. O, madem ki böyle
buyurdu, Onun dediği doğrudur" diyerek, gelip fırının içine girdi. Hz. Ebû
Süleymân, sohbet bittikten sonra etrafındakilere "Derhal gidip, Ahmed'i fırından
çıkarın!" buyurunca, yanındakiler hayretle "O, hakikaten dediğinizi yapmış,
fırına girmiş midir?" dediler. Hz. Ebû Süleymân "Elbette. O söz dinler. Nefsine
uymaz. Bana muhalefet etmez" buyurdu. Oradakiler merakla fırına gelip, kapağı
açtılar. Ahmed, hakikaten kızgın fırında oturmakta, bir kılı dahi yanmamış hâlde
beklemekteydi.
Ebû Süleymân-ı Dârânî'nin talebesi Ahmed
bin Ebü'l Havarî şöyle anlatıyor: Bir sene hocam ile beraber hacca gidiyorduk..
Yolda su tulumunu düşürmüşüm. Su ihtiyâcımız oldu. Susuz kaldık.. Hocama dedim
ki, "Efendim su tulumunu kaybettim." Ellerini açıp şöyle düâ etti: "Ey gaybları
bilen ve sahiblerine iade eden, dalâlette olanları hidâyete erdiren Allahım!
Kaybettiğimiz şeyi bizlere iâde eyle." Duâsını bitirir bitirmez bir kimsenin,
"Bu su tulumunu kaybeden kimdir?" diye seslendiğini duyduk. Tulumumuzu alıp
yolumuza devam ettik.
Hz. Ebû
Süleymân şöyle anlattı: "Bir gece câmide ibâdet ediyordum, içerisi çok soğuktu,
öyle ki soğuğun şiddetinden duâ ederken bir elimi koynuma sokuyor diğer elimi
semâya doğru açıyordum. Bu şekilde duâ etmek, beni fevkalâde rahatlatmıştı.
Uyuduğumda hafifden bir ses; "Yâ Ebâ Süleymân! Duâ için kaldırdığın eline nasi
bini verdik. Diğerini de kaldırsaydın ona da nasîbini verirdik" diyordu. Bunun
üzerine kendi kendime, "Ne kadar soğuk olursa olsun, bir daha her iki elimi de
semâya kaldırmadan duâ etmiyeceğim diye söz verdim.
Bir gece bir
huri gördüm. Tebessüm ediyordu. Yüzünün nuru o derece idi ki, anlatılacak gibi
değil. Ben, "Bu kadar nûr ve güzelliğine sebeb nedir?" dedim. Cevaben "Bir gece
gözünden bir kaç damla, yaş akmıştı. Onunla yüzümü yıkadılar. Onun te'sîri ile
bu nûr ve güzellik hâsıl oldu. Sizin gibi temiz zâtların gözyaşları, hurilerin
yüzlerinin parlatıcısı olmaktadır. Göz yaşı ne kadar çok olursa o kadar iyidir"
dedi.
Talebesi olan
Ahmed bin Ebü'l Havarî diyor ki: "Bir gece tenhada namaz kıldım. Bundan çok
büyük lezzet hâsıl oldu. Ertesi gün, bu durumu hocama arz ettirm. "Daha fazla
gayret et ki, aynı tadı, insanlar arasında iken de bulabilesin" buyurdu.
Bir defa, Ebû
Süleymân-ı Dârânî'ye (r.a.) sordular ki, "Allahü teâlâyı tanımak ile
şereflenmenin sırrı, hikmeti nedir?" cevâbında buyurdu ki, "Kişinin, iki
cihanda, Allahü teâlâdan başka maksadının olmamasıdır."
Sâlih
zâtlardan birisi bir gece rü'yasında Hz. Ebû Süleymân-ı Dârânî'yi nurdan
kanatlarla uçuyor gördü. "Hayırdır inşâallah! Bu ne hâldir?" dedi. Ebû
Süleymân-ı Daranî (r.a.) "Şimdi cezaevinden kurtuldum, serbest oldum" buyurdu.
Rü'yâyı gören zât sabah uyandığında, Hz. Ebû Süleymân-ı Dârânî'yi ziyârete
gitti. Vefât etmiş olduğunu öğrenince rü'yâsının ne demek olduğunu anladı.
Vefâtından
sonra kendisini rü'yâda görüp "Allahü teâlâ size nasıl muamele eyledi?"
dediklerinde, "Rahmet ve inayet buyurdu. Fakat, insanlar tarafından parmakla
gösterilmem bana çok zarar verdi" buyurdu.
"Kim öğle
namazının farzından evvel dört rek'at namaz kılarsa, o gün işlemiş olduğu
günahları mağfiret olunur"
hadîs-i
şerîfini Ebû Süleymân-ı Daranî (ra.) rivâyet etmiştir.
Ebû Süleymân-ı Daranî buyurdular ki:
"Helâlden bir
lokma az yemeği, akşamdan sabaha kadar namaz kılmaktan daha çok severim. Çünkü,
mi'de dolu olunca, kalbe gaflet basar, İnsan Rabbini unutur. Helâlin, fazlası
böyle yaparsa, mi'deyi harâm ile dolduranların hâli acaba nasıl olur?"
"Açlık, Allahü
teâlânın hazinelerinden bir hazinedir. Onu sevdiklerine ihsan eder."
"En sağlam
kale, dilini korumaktır. İbâdetin sözü açlıktır, İnsanı Allahü teâlâdan
uzaklaştıran şeylere muhabbet etmek, bütün kötülüklerin başıdır."
"Karın
tokluğu, Allahü teâlâya karşı yapılacak ibâdetlerin tam yapılmasına mânidir."
"Kul, nefsini
tanımayınca tevazu edemez. Dünyânın hiç olduğunu bilmiyen, zühd sahibi olamaz.
Zühd, seni Allahü teâlâdan alıkoyan şeyleri terk etmektir."
"Tevazu, güzel
amel işleyemediğini düşünmektir."
"Dünyâyı
düşünmek perdedir. Âhıreti düşünmek hikmete, gönlün canlanmasına sebep olur,
ibret almakla ilim artar, tefekkür ile de Allah korkusu artar."
"Bir kalbe
dünyâ düşüncesi yerleşse, âhıret düşüncesi o kalbden, göç edip gider." "En
fazîletli amel, nefsin istediğinin zıddını yapmaktır."
"Her şeyin bir
emaresi olduğu gibi, ilâhi feyzlere kavuşmaktan mahrum kalmanın alâmeti de
ağlamamak, ağlamayı terk etmektir."
"Bir gece,
uyku bastırdığı için biraz uyudum. Rü'yâmda gördüm ki, bir huri bana, "Beşyüz
senedir beni senin için yetiştiriyorlar, sen ise uyuyorsun" dedi."
"Bir kimse,
güzel bir amel işleyince, bunu kendi gayretleri ile değil de, Allahü teâlânın
lütfü, ihsanı ve yardımı ile yapabildiğini iyi bilirse, o kimsenin, ucba
kapılması, ibâdetini beğenmesi mümkün değildir."
"En zor, ama
en makbul olan şey sabırdır. Sabır, iki kısımdır. Birincisi, Allahü teâlânın
yapmamızı emrettiği, fakat nefsimizin istemediği ibâdetleri yapmaya devam
etmekte sabretmek, ikincisi ise, Allahü teâlânın yapmamızı yasak ettiği, fakat
nefsimizin hoşuna giden şeyleri yapmamaya devam etmekteki sabır."
"Kul, Allahü
teâlâdan haya ederse, Allahü teâlâ onun ayıblarını örtüp, insanlardan gizler,
hatâlarını affeder. Kıyâmet günü onun hesabını kolay eyler."
"Çok vakit,
kalbime düşünceler geliyor. Araştırıyorum. Kitaba (Kur'ân-ı kerîmin emirlerine)
ve sünnete (hadîs-i şerîfler) uygun bulursam kabul ediyorum."
"Bugünü, düne
eşit olan zarardadır."
"Âhıret için
sana fâidesi olmayan kimse ile arkadaş olma."
"Allahü teâlâ
benim sağ gözüme, Cehennemin yedi tabakası ile azâb etse râzı olurum. Azabın
birazını da öbür gözüme niye koymuyor diye düşünmem. Zîrâ bilirim ki, O, benim
için en faydalı olanı yapar."
"Bütün
insanlar beni, olduğumdan daha aşağılamak, hakaret etmek isteseler, bunu
yapamazlar. Çünkü, herkesin, hakaret derecelerinin en aşağısı olarak
düşünebileceklerinden daha aşağı olduğumu biliyorum."
"Allahü
teâlâdan râzı olmak ve O'nun kullarına merhamet etmek, Peygamberlerin
ahlâkındandır."
"Bir kimse
dîne yapılan hizmetlerde bulunsa ve bu hizmetlerde, nefsine bir pay ayırsa,
yaptığı hizmetlerin tadını ve fâidesini bulamaz."
"Bütün
işlerde, kulun niyeti Allahü teâlânın rızâsı olursa, o işin sonu mutlaka iyi
olur."
"Bir kimse,
bir mü'mini gözünde küçültür, kendini ondan daha kıymetli zannederse, hangi
ibâdeti yaparsa yapsın, tadına zevkine varamaz."
"Farkında,
olmadan, şüpheli bir lokma yemiş olsam, bir Cuma'dan öbür Cuma'ya kadar içimde
bir ateş yanar ve acısını hissederim."
"Neîs'kâîn ve
Allahü teâlânın rızâsını aramaya mânidir. Yapılacak en iyi iş, nefse muhalefet
etmektir."
"Lüzûmundan
fazla yiyerek mi'desini şişiren kimse için şu altı zarar vardır. İbâdetlerinden
zevk alamaz, öğrendiği hikmeti hâfızasında tutamaz. Diğer insanları da kendisi
gibi tok zannedip, onlara karşı merhametli ve şefkatli olamaz, ibâdetleri
yaparken üzerine ağırlık çöker. Çeşitli arzuları meydana çıkar. Müslümanlar
câmiye giderken, o helaya gider."
"Kanâat
rızânın, vera da zühdün başlangıcıdır." "Âhıreti düşünmek, aklın alâmeti ve
kalbin hayatıdır."
"Bir
dostundan, bir uygunsuzluk görürsen hemen onu tenkid etme. Mümkündür ki,
kendisini tenkid ederken sana, önce yaptığı uygunsuzluktan daha zor ve ağır
gelecek bir söz söyleyebilir."
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-üs-sûfiyye
sh-75
2)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-9, sh-254
3)
Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-91
4)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-1, sh-131
5)
Târîh-i Bağdâd cild-10, sh-248
6)
Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-13
7)
Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye sh-i002
8)
Kıyâmet ve Âhıret sh-194
9)
Tezkiret-ül-evliyâ
sh-142
10)
Nefehât-ül-üns
sh-116
11)
Sıfât-üs-safve cild-5, sh-225
12)
Keşf-ül-mahcûb
sh-245
13)
El-Bidâye ve'n-nihâye cild-10, sh-255
14)
Risâle-i Kuşeyrî sh-86
15)
Mir'ât-ül-cinân
cild-2, sh-29
|