Meşhûr altı
hadîs kitabından biri olan Sünen-i Ebî Dâvûd'un sahibi ismi, Süleymân bin Eş'âs
bin İshâk bin Beşîr es-Sicistânî'dir. Künyesi Ebû Dâvûd' dur. 202 (m. 817)
senesinde Hindistan'ın sınır komşusu Sicistan'da doğup, 275 (m. 889) târihinde
Basra'da vefât etmiştir. Zamanının en büyük hadîs âlimlerindendi Aynı zamanda
tefsîr ilminde de derin âlim idi. Hanbelî mezhebindendir. Gençliğinde hadîs-i
şerîf öğrenmek için üzün yolculuklar yaptı. Horasan, Şam, Irak, Hicaz; Mısır
gibi ilim merkezlerine giderek, zamanın tanınmış âlimlerinden hadîs-i şerîf
dinlemiştir, ilmî derece bakımından Buhârî ve Müslim'den sonra gelir. Hadîs
hususunda sika bir âlimdir. Müslim bin İbrâhîm, Süleymân bin Harb, Ebû Velîd
Tayâlisî, Ebû Ma'mer el-Makad, Yahyâ bin Mata, Ahmed bin Hanbel gibi büyük
âlimlerden (r.aleyhim) rivâyetlerde bulunmuştur. Ondan da oğlu Abdullah, Ebû
Abdurrahmân en-Nesâî, Ahmed bin Muhammed bin el-Hârûn ve daha başka âlimler
(r.aleyhim) rivâyette bulunmuştur.
Ebû
Dâvûd (r.a.) beşyüzbin hadîs-i şerîf yazdı. Bunlardan seçtiği 4800 hadîs-i şerîf
ile meşhûr sünen kitabı meydana geldi. Bu kitabında özellikle fıkıhla ilgili
hadîs-i şerîfler vardır. Fıkıh sahasında pek kıymetli bir kaynaktır. Ebû Dâvûd,
bu kitabını Ahmed bin Hanbel hazretlerine arz ettiği zaman, onu çok beğenmiştir.
Ebû Dâvûd (r.a.), "Bu kadar hadîs-i şerîf arasında, özellikle şu dört hadîs-i
şerîf insanlar için kâfi gelir" buyurmuştur.
"Ameller,
niyetlere göredir."
"İnsanın
kentlisine fâidesi olmıyan şeyleri terk etmesi, müslümanlığının güzelliğinden-dir."
"Bir mü'min,
kendisi için istediği ve sevdiği bir şeyi, kardeşi için de istemedikçe, imânı
kâmil bir mü'min olamaz."
"Helâl
meydanda, harâm da meydandadır. Bunların arasında şüpheli şeyler vardır. Harama
düşmemek için, bu şüphelilerden sakınmak lâzımdır."
Ebû
Dâvûd Sicistanlı olmasına rağmen, Basra'ya geliş sebebini, hizmetçisi Ebû Bekir
bin Câbir şöyle anlatır: Ben Ebû Dâvûd ile beraber Bağdâd'da bulunuyordum. Bir
gün akşam namazını kılmıştık. Bu sırada kapı çalındı. Açtım, Emîr-ül-mü'minîn
Ebû Ahmed el-Muveffak idi. İzin isteyip içeri girdi. Ebû Dâvûd onu karşıladı.
Sonra münâsip bir yere oturttu. Hoş geldin deyip, hâl hatır sorduktan sonra,
geliş sebebini öğrenmek istedi. Emîr-ül-mü'minîn üç isteği olduğunu söyledi. Ebû
Dâvûd, onların neler olduğunu sordu. Emîr-ül-mü'mînin şöyle anlattı: "Birincisi
zât-ı âliniz Basra'ya göçecek, orada yerleşeceksiniz. Bununla, bütün ilim
talebelerinin Basra'ya gelmesini temin edeceğiz. Böylece, Basra, ma'mur bir
memleket olacak. Biliyorsunuz. Zenc isyanı oldu. Bu yüzden şehir çok perişan
olup, insanlar oradan söğüdü, ikincisi, çocuklarıma, Sünen kitabınızı
okutacaksınız. Üçüncüsü, çocuklarıma, husûsî olarak rivâyette bulunacaksınız.
Çünkü, bizim çocuklarımızın diğer çocuklarla beraber oturmaları uygun değildir"
dedi. Bunun üzerine Ebû Dâvûd, "Yok, böyle olmaz, ilimde herkes eşittir. Şunun
çocuğu, bunun çocuğu diye fark yapılmaz" dedi. Ebû Dâvûd'un (r.a.) bu sözü
üzerine halifenin çocukları ile diğer çocuklar, beraber ders okumaya başladılar.
Halifenin isteği üzerine Basra'ya gelen Ebû Dâvûd hazretleri, oraya ilim ve
irfan ışıklarını saçmış, sünnet-i seniyyeye büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Ebû
Dâvûd (r.a.) ilmiyle amel eden mübârek bir zâttı. Yaptığı işlerde bir hikmet
olurdu. Onun elbisesinin yenlerinden birisi geniş, diğeri dar idi. Birisi
kendisine, "Allahü teâlâ sana merhamet etsin. Bu böyle nedir? Yenlerinin birisi
dar, diğeri geniş" diye sordu. O, şöyle cevap verdi: "Geniş olanım kitaplar için
yaptım. Diğerini geniş yapmaya lüzum yoktu. Onu da geniş yaptırırsam, israf
olacaktı. Bu yüzden onu normal olarak yaptırdım" dedi.
Ebû
Dâvûd (r.a.) büyük bir hadîs âlimi olduğu için, devamlı Resûlullah efendimizin
mübârek sözlerini yazar ve okurdu. Bu bakımdan herkesin yanında i'tibârı
yüksekti. Hattâ bir gün meşhûr evliyâdan Sehl bin Abdullah Tüstürî onun yanına
gelmişti. Orada bulunanlardan birisi ona: "Ey Ebû Dâvûd! Bu zât Sehl bin
Abdullah'dır, seni ziyârete gelmiş" dedi. Bunun üzerine, Ebû Dâvûd, ona hoş
geldin dedi ve yanına oturttu. Biraz sonra Sehl bin Abdullah Tüstürî şöyle dedi:
"Benim sizden bir isteğim var." Ebû Dâvûd: "Nedir?" diye sordu. "Fakat, bu
isteğimi kabul etmeni çok arzu ediyorum" dedi. Ebû Dâvûd: "Eğer mümkün ise,
isteğini niçin yerine getirmiyeyim?" dedi. Bunun üzerine Sehl bin Abdullah;
"Bana Resûlullah efendimizin o mübârek sözlerini söylediğin dilini çıkar da bir
öpeyim" dedi. Ebû Dâvûd, onun bu isteğini yerine getirdi.
Eserleri:
"Sünen-i Ebî Dâvûd; basılmıştır. Kütüb-i sittenin (Altı hadîs kitabının)
üçüncüsüdür. Tefsîr ile alâkalı pekçok ma'lûmat vardır. Kitâb-ı Merâsîl; hadîs-i
şerîf ile ilgili olup, bu da basılmıştır. Küçük bir eserdir."
Sünen-i Ebî
Dâvûd'un şerhleri çoktur. Bunlardan Muttaki Hindî'nin yazdığı Avn-ul-Ma'bûd dört
cild hâlinde basılmıştır. Başka bir şerhi Hattâbî'dir. Bu da basılmıştır. Diğer
bir meşhûr şerhi de Bezl-ül-mechûd adlı şerhidir. Son zamanlarda yazılan el-Menhel-ül-Azb-ül-Mevrûd
isimli şerh yanın kalmış, daha sonra üzerine tekmile yazılarak basılmıştır.
Hattâbî
der ki: "Ebû Dâvûd'un Sünen kitabı, çok kıymetli ve şerefli bir kitap olup, o
tarzda bir kitap yazılmamıştır. Bu kitap herkesin rağbetini kazanmıştır. Irak,
Mısır, Mağrip ve diğer İslâm memleketlerindeki âlimler bu kitabı kaynak olarak
ele almışlardır. Tertip ve fıkıh ilmi bakımından çok güzeldir."
Ebü'l-Alâ
el-Muhsîn el-Vedâdî şöyle anlatır: Resûlullahı (s.a.v.) rü'yâmda gördüm. "Kim
bir sünen ele geçirmek isterse, Ebû Dâvûd'un sünenini okusun" buyurmuşlardır.
İmâm-ı Nevevî
(r.a.): Fıkıh ve başka ilimlerle uğraşan kimselerin Ebû Dâvûd'un sünenine
ehemmiyet vermesi, onu çok iyi tanıması gerekir. Çünkü, delil olarak getirilen
ahkam (hükümler) ile alâkalı hadîs-i şerîflerin çoğu bu kitaptadır. Sonra bu
kitaptan istifâde de kolaydır.
Sünen-i Ebî
Dâvûd, Tirmizî'nin Câmi'î, Nesâî'nin Müctebâ'sı, Sahîh-i Buhârî, Sâhîh-i Müslim
ve İmâm-ı Mâlik'in Muvattâ'ından sonra ikinci derecede gelmektedirler. Bu
kitapların müellifleri (yazanlar), hadîs ilminde güvenilir, âdil, yüksek ezber
kabiliyeti ve derin bir ilme sahip olmakla tanınmaktadırlar. Bu âlimler
(r.aleyhim) hadîs-i şerîfin sahih olması hususunda kabul ettikleri şartlarda
asla müsamaha göstermemişlerdir.
(Kütüb-i sitte
şunlardır: Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen-i Ebî Dâvûd, Sünen-i Tirmizî,
Sünen-i Nesâî, Sünen-i İbn-i Mâce'dir.)
Âlimlerin
hakkında buyurdukları: Mûsâ bin İbrâhîm: "Ebû Dâvûd, sanki dünyâda hadîs-i şerîf
için, âhırette Cennet için yaratılmıştır. Onun gibisi az bulunur."
"Ebû Bekirel-Hallâl:
"O, zamanının en büyük âlimlerindendir. Hadîs-i şerîfle ilgili bilgilerde pek
derin idi."
Bildirdiği
hadîs-i şerîflerden bir kaçı:
"İnsanın
dinî, arkadaşının dîni gibidir, herkes, kiminle arkadaşlık ettiğine baksın."
"Bilmediklerinizi sorunuz. Cehâletin ilâcı sormaktır."
Ümm-i
Ferve haber veriyor, Resûlullaha (s.a.v.) hangi amelin efdal olduğu soruldu.
"Amellerin efdali, vaktinin evvelinde kılınan
namazdır"
buyurdu.
"Cum'a
günleri bana çok salevât okuyunuz. Bunlar bana bildirilir"
Öldükten sonra
da bildirilir mi, denildiğinde: "Toprak, Peygamberlerin vücûdunu
çürütmez. Bir mü'min bana salevât okuyunca, bir melek bana haber vererek,
ümmetinden falan oğlu filân, sana selâm söyledi ve duâ etti der."
"Muhakkak
ki, Allahü teâlâ, lütuf sahibidir,
(kullara
kolaylık diler, güçlük dilemez) yumuşak
hareket etmeyi müddetçe, melekler, kötü söz söyliyene kendi sözünü geri
çeviriyorlardı. Fakat o da,
(kendisine kötü söz söylenen) kötü
sözü söyliyenin sözünü kendisine iade edince, melekler kalktı, gitti."
"Bir
kimseye, üç günden fazla bir mü'minle dargın durması helâl olmaz. Üç gün geçince
mü'min kardeşine gidip, onunla buluşsun ve selâm versin. Eğer yanına gittiği
şahıs selâmını alıp mukabele ederse, her ikisi de sevabta ortak olurlar. Eğer
selâmı almazsa, selâm veren, dargınlık günahından kurtulur."
(Selâmı almıyan
günahı yüklenir.)
"Kardeşi ile
bir sene konuşmayıp, dargın duran, onun kanını akıtmış
(onu öldürmüş)
gibidir."
"Küçüğümüze
rnerhamet etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen, bizden değildir." "Kişi güzel
ahlâkı ile, geceyi ibâdetle geçirenin derecesine ulaşır."
Ebû
Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Nefsim yed-i
kudretinde olan Allaha yemin ederim ki, siz müslüman
olmadıkça Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe, kâmil müslüman
olamazsınız. Selâmı aranızda yayın ki, birbirinizi sevesiniz. Kin beslemekten
sakının. Çünkü o, tıraş edip kazıyıcıdır. Size saçları tıraş eder, demiyorum.
Fakat o, dîni kazıyıp siler."
Hz. Muâviye'nin
rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Resûlullah efendimiz buyurdu: "İnsanlardaki
ayıpları araştırırsan, onları ifsâd eder, bozarsın."
Ebû
Mes'ûd el-Ensârî (r.a.) bildirdi. Birisi Resûlullah efendimize geldi. "Bana bir
sey oldu. Yürüyecek durumum yok. Bir hayvana bindiriverseniz de gitsem" dedi.
Resûlullah efendimiz, "Seni bindirecek bir
şeyim yok.
Fakat falancaya git. Belki o seni bir şeye bindirip gönderir"
buyurdu. Sonra Resûlullah efendimiz bunu
Eshâb-ı kirâma anlattı ve şöyle buyurdu: "Kim hayırlı
bir işe delâlet ederse, (sebep
olursa) o hayırlı
işiişliyenin ecir ve sevabı kadar mükâfat vardır."
Yezîd
bin Sâib haber verdi. Resûlullah efendimiz, "Sizden biriniz arkadaşının
eşyasını, ne şaka ve ne de ciddî olarak almasın. Biriniz arkadaşının değneğini
aldığı zaman çnu kendisine geri versin."
"Her ma'rûf
(iyilik) sadakadır."
Enes (r.a.) bildirdi. Muhacirler
(r.anhüm) "Ey Allahın Resûlü! Ensâr (r.anhüm) bütün sevabları alıp götürdü. Bize
bir şey kalmadı" deyince, Peygamber efendimiz şöyle buyurdu: "Hayır,
siz onlar için duâ ettiğiniz ve onları, size verdikleri sebebiyle, övdüğünüz
müddetçe, size de sevâb vardır"
buyurdu.
Ebû
Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah efendimiz buyurdu: "İnsanlara teşekkür
etmiyen, Allaha şükür etmiş olmaz." (Ni'mete vasıta olana duâ ve medih
yapılınca, sevab kazanılır. Bu duâ ve medih, ni'mete vesîle olana teşekkür
demektir. Bu teşekkür, Allahü teâlâya şükür yerine geçer.)
İbn-i
Ömer rivâyet etti. Resûlullah efendimiz buyurdu: "Hepiniz birer çobansınız.
Hepiniz, emrinde ve eli altında olanlardan mes'ûlsünüz. Devlet reîsi de bir
çobandır. O, emri altındakilerden mes'ûldür. Kişi ailesi üzerinde bir çobandır.
Kadın kocasının evinde bir çobandır. Hizmetçi de efendisine ait mal üzerinde bir
çobandır."
Resûlullah
efendimiz Eshâb-ı kirâma (r.anhüm) "Siz başpehlivanı ne olarak kabul
ediyorsunuz?" diye buyurunca, Onlar: "Erkeklerin yenemediği kimse olarak
biliyoruz" dediler. Peygamber efendimiz "Hayır, hakikatte o gazap ânında nefsine
sahip olandır" buyurdu.
Avf
bin Mâlik bildirdi. Resûlullah efendimiz buyurdu: "Ben ve meşakkat
ve geçim darlığından dolayı yanakları moraran kadın
(kocasından dul kalıp, çocuğuna sabreden,
evlenmiyen kadın) Cennette
şu iki parmak
gibi birbirimize yakınız."
"Cibrîl komşuyu
çok tavsiye etti. O kadar ki, neredeyse komşunun komşuya mirasçı olacağını
zannettim,"
Ebû
Sa'îd el-Hudrî rivâyet etti. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bir kimsenin
üç kızı veya üç kızkardeşi olur da onlara iyi
muamele ederse, mutlaka cennete girer."
Ebû
Bekr rivâyet etti. Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: "Dünyâda,
Allahü teâlânın, acele o-larak cezasını vermeğe,
(âhırette ayrıca azâbı olmakla beraber) Sıla-i
rahmi terk etme ile azgınlık ve taşkınlıktan daha lâyık bir günah yoktur."
Enes bin Mâlik
(r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kim rızkının
bol olmasını ve ömrünün uzamasını severse, sıla-i rahm yapsın."
Bekir bin Hâris
(r.a.) "Yâ Resûlallah! Kime iyilik edeyim?" diye sordu. Resûlullah efendimiz,
"Annene, sonra babana, kız-kardeşine,
erkek kardeşine ve bunları takip eden akrabana (iyilik etmeni vâcib bir haktır"
buyurduktan sonra, yakın akrabaları da ilâve
buyurdular.
Ebû
Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki; "Kul vefât
ettiği zaman, bütün amellerinin sevabı da kesilir. Bunlardan üç amel
müstesnadır. (Bunların sevabı
kesilmez) Birincisi, Sadaka-i câriye,
ikincisi, kendisinden faydalanılan ilim. Üçüncüsü, kendisine, duâ eden sâlih
evlât."
Ebû
Ubeyd'in (r.a.) şöyle anlattığı işitilmiştir. Biz Resûlullah efendimizin yanında
bulunuyorduk. Birisi, "Ey Allahın Resûlü! Annem ve babam vefât ettikten sonra,
kendilerine yapabileceğim bir iyilik kaldı mı?" diye sordu. Resûlullah
efendimiz: "Evet
şu dört şey vardır: Onlara hayır duâda bulunup,
Allahü teâlâdan onların af ve mağfiretini dilemek. Vasiyyetlerini yerine
getirmek. Onların dünyâda iken sevdiği arkadaşlarına ikrâmda bulunmak.
Akrabalığın kendilerinden geldiği akrabaya iyilik etmek."
Ebû
Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûl-i ekrem efendimiz buyurdular ki: "Şu
üç kimsenin duâsı makbuldür. Bunda asla şüphe yoktur. Bunlar mazlumun duâsı,
yolcunun duâsı, ana-babanın çocuklarına duâsı."
Abdullah bin
Amr (r.a,) anlattı. Cihada gitmek için biri Resûlullahıh yânına geldi. Resûl-i
ekrem e-fendimiz (s.a.v.) ona: "Anan baban hayatta mı?"
diye suâl ettiler. O şahıs da
"Evet hayattadır" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz (s.a.v.)
"Madem ki, böyle müslüman
ana ve baban var. Onlara iyilik ve ihsanda bulunmak için çalış"
buyurdular.
Abdullah bin
Âmir anlattı: Ana ve babasını terk edip ağlatan ve hicret etme hususunda,
Resûlullaha (s.a.v.) bî'at eden biri, Peygamber efendimize geldi. Resûlullah
efendimiz ona buyurdu ki: "Ana-babana dön,
ağlattığın gibi onları güldür ve ferahlandır."
Muâviye
bin Hayde anlattı: Resûlullaha "Yâ Resûlallah! Kime iyilik edeyim?" dedim.
"Annene" buyurdu. "Kime iyilik edeyim?" dedim. "Annene" buyurdu.
"Kime iyilik edeyim?" dedim. "Annene" buyurdu. "Kime iyilik edeyim?"
dedim. "Babana, sonra en yakına,
ondan sonra en yakınına"
buyurdu.
Şekl
bin Humeyd anlattı: "Ey Allahın Resûlü! Bana faydalanacağım bir duâ öğret"
dedim. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz (s.a.v.): "Allahım!
Kulağımın, gözümün, dilimin, kalbimin ve şehvetimin şerrinden bana afiyet ve
ihsan eyle de"
buyurmuştur.
Hz. Ömer'in
(r.a.) bildirdiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) "Şu
beş şeyden; tenbellikten, cimrilikten, yaşlılığın kötülüğünden, kalbin
fitnesinden ve kabir azabından, Allahü teâlâya sığınırdı."
Enes bin
Mâlik'in rivâyet ettiğine göre, Resûlullah efendimiz, şu duâyı çok söylerdi:
"Allahım!
Bize dünyâda da âhıretie de güzellik ver. Bizi Cehennem azabından koru."
Abdullah bin
Ömer (r.a.), Resûlullahın duâlarından birisinin şöyle olduğunu haber verdi: "Allahım!
Ni'metinin yok olmasından, ihsan ettiğin afiyetin değişmesinden, ansızın
azabının gelmesinden, gazabına sebeb olacak şeylerin hepsinden sana sığınırım."
Muâz
bin Cebel'den (r.a.) rivâyet edildi. O şöyle anlattı: Peygamber efendimiz
elimden tuttu. "Ey Muâz"
buyurdu. Ben "Buyurun" dedim. "Ben seni
seviyorum" buyurdular. "Vallahi ben de sizi seviyorum" dedim. "Sana her
namazın peşinden söyleyeceğin
ba'zı sözler öğreteyim mi?"
buyurunca, "Evet" dedim. Resûlullah efendimiz, "Allahım!
Seni anmak (Kur'ân-ı kerîmi okuyup
onunla amel etmek) ni'metine
şükretmek ve sana güzel ibâdet etmek üzere
bana yardım et de."
buyurdu.
Abdullah bin
Ömer'den (r.a.) bildirildiğine göre, Resûlullah efendimiz şöyle duâ
buyururlardı: "Allahım!
Ben senden dünyâda da âhırette de, af ve afiyet isterim. Allahım! Ben dînim ve
ehlim hususunda senden afiyet isterim. Ayıplarımı ört, korkumu gider, önümden,
arkamdan, sağımdan, solumdan, yukarımdan da beni muhafaza eyle.
(Yerin
geçmesiyle de) altımdan
helâk olmaktan sana sığınırım."
Ebû
Bekr (r.a.), Resûlullahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu bildirmişti: "Kederli
olanın
yapacağı duâlar şunlar: Allahım! Senin rahmetini umuyorum. Beni biran olsun
nefsime bırakma! Benim bütün hâlimi düzelt. Senden başka ilâh yoktur."
Nu'mân
bin Beşîr bildirdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki; "Gerçekten
duâ ibâdettir." Sonra şu âyet-i
kerîmeyi okudu: "Bana duâ
ediniz. Duânızı kabul edeyim"
(Mü'minûn-60).
Belî
kabilesinden birisi rivâyet etti. Babamla beraber Resûlullaha (s.a.v.) geldim.
Resûlullah (s.a.v.) yanımda, babama gizlice bir şeyler söyledi. Sonra ben
babama, Resûlullah (s.a.v.) sana ne söyledi, diye sordum. "Bir işi
yapmak istediğin zaman, Allahü teâlâ sana o işten bir çıkış kapısı gösteri nceye
veya yaratıncaya kadar yavaş hareket et ve temkinli ol"
buyurdu, dedi.
"Âhırete ait
işlerin dışındaki işlerde acele etmemek hayırlıdır."
Habbet-üt-Temîmî'nin
babası Resûl-i ekrem efendimizden (s.a.v.) şöyle duydu: "Baykuşlarda
uğursuzluk diye bir şey yoktur. En doğru yorum, hayıra yormaktır. Göz değmesi
haktır ve gerçektir." Ebû Sa'îd
(r.a.) haber verdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Sizden biriniz esnediği
zaman, elini ağzına koysun. Çünkü şeytan ağzına girer."
Muâviye
(r.a.) bildirdi: Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: "Kişi,
Allahü teâlânın kullarının kendisi için ayakta dikilmesine sevinirse, ateşten
bir eve hazırlansın."
Abdullah bin
Amr rivâyet etti. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu: "İki
kişi arasına oturmak suretiyle aralarını ayırmak, kimseye helâl olmaz.
Müsâdeleriyle olursa müstesnadır."
Şa'bî'den
rivâyet edildi. Birisi, Abdullah bin Amr'a geldi. Abdullah'ın yanında da ba'zı
kimseler vardı. Bu zât, Abdullah'a doğru giderken, ona mâni oldular. Bunun
üzerine Abdullah, "Onu bırakın" dedi. Sonra adam Abdullah'ın yanına oturdu. "Resûlullahtan
(s.a.v.) duyduğun bir şeyi bana haber ver" dedi. Abdullah bin Amr hazretleri de,
"Resûlullah efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: "Müslüman
o kimsedir ki, müslümanlar, onun dilinden ve elinden zarar görmezler. Muhâcir
de, Allahü teâlânın yasakladığı şeyleri terk edendir."
Abdullah'dan
rivâyet edildi. Resûl-i ekrem şöyle buyurdu: "İnsanlar
üç kişi, olduğu zaman, üçüncüyü yalnız bırakıp, iki kişi aralarında gizli
konuşmasınlar."
Süleym
bin Câbir rivâyet etti. Peygamber efendimize gittim. "Ey Allahın Resûlü! Bana
nasîhat ver" dedim. Bunun üzerine Peygamber efendimiz: "Allahü
teâlâdan kork ve takvaya sarıl. Kuyudan su çekmek isteyen, senin kovandan, onun
su kabına su boşaltman yahut kardeşinle güleryüzle konuşman şeklinde bile olsa,
hiçbir iyiliği küçük görme. Elbiseni yere sarkıtmaktan sakın. Çünkü bu
kibirdendir. Allahü teâlâ bunu sevmez. Eğer bir kimse, senden bildiği bir şeyle
seni ayıplarsa, sen onu, hakkında bildiğin bir şeyle ayıplama. Seni kötüleyeni
bırak. Söylediğinin günahı ona aittir. Onun mükâfatı ise senindir, insan, hayvan
veya başka bir şey olsun, hiçbir şeye kötü söz söyleme"
buyurdu. Süleym
(r.a.) der ki, "Ondan sonra ne bir insana, ne bir hayvana, hiçbirisine kötü
söylemedim."
İbn-i
Abbâs (r.a.) haber verdi. Resûlullah efendimiz buyurdular ki: "Elinde, et ve
yemekten kalma, yağ
bulaşığı olduğu halde, onu yıkamadan yatıp uyuyan kimseye bir zarar dokunursa,
kendisinden başkasını kınayıp, ayıplamasın."
Câbir bin
Abdullah rivâyet etti. Resûlullah efendimiz buyurdular: "Kapıları
kilitleyin. Su kırbasını bağlayın. Kapları örtünüz. Lâmbaları söndürünüz. Çünkü,
şeytan kilitli kapıyı açmaz, Bağı çözmez ve kabı açmaz."
Ebû
Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Resûlullah efendimiz buyurdu: "Beş
şey, peygamberlerin seçtiği sünnetlerdendir. 1. Bıyık kısaltmak, 2. Tırnakları
kesmek, 3. Kasıkları tıraş etmek. 4. Koltuk altlarını yolmak, 5. Misvak
kullanmak."
(Misvak, Arabistan'da bulunan, Erak ağacının
dalından bir karış uzunlukta kesilen parçadır)
Ebû
Hüreyre (r.a.) rivâyet etti. Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Şunlara
bir yüzle, bunlara bir yüzle gelen iki yüzlü kimse, insanların en
kötülerindendir."
"Güçlü
olmak, insanları yenmekle değildir. Gerçek güçlü ve kuvvetli olan, öfke
zamanında nefsine sâhib olandır."
KAYNAKLAR
1) El-A'lâm
cild-3, sh-122
2) Tabakât-ı
Hanâbile cild-1, sh-159
3) Târîh-i
Bağdâd cild-9, sh-54
4) Vefeyât-ül-a'yân
cild-2, sh-404
5) Mu'cem-ul-Müellifîn
cild-4, sh-255
6) Tehzîb-ül-esmâ
vel-luga cild-2, sh-285
7) Şezerât-üz-zeheb
cild-2, sh-167
8) Tabakât-üş-Şâfiiyye
cild-2, sh-293
|