Dünyâya değer
vermemesi ve ibâdete düşkünlüğü ile tanınan büyük bir velî. Çok ibâdet edenlerin
ve zâhidlerin reislerindendir. Cüneyd-i Bağdâdî ve Ebû Türâb-ı Nahşebî
hazretleriyle sohbet etti. Aslen Bağdâdlıdır. Şam, Mısır ve Mekke'de bulundu.
Ömrünü ibâdet ve riyâzetle geçirdi, ibâdet ve cömertliği son derecede idi.
Yanında dünyâ malı bulundurmazdı. Çarşıda demircilik yapar, günde bir dinar on
akçe kazanınca işi bırakırdı. Eline geçen parayı akşamla yatsı namazları
arasında fakîrlerin kapısını tek tek çalarak dağıtırdı. Kendisi günlerce birşey
yemezdi. Oruç tutmak harâm olan Ramazan bayramının birinci günü ve Kurban
bayramının dört günü hariç, gündüzleri hep oruç tutardı. Akşam olunca Cüneyd-i
Bağdâdî hazretlerinin kapısına gelir, bir-iki parça kuru ekmekle iftar ederdi.
Kendinde olanı dağıtır kimseden birşey istemezdi.
Ebû
Ca'fer Haddâd (r.a.) anlatır: "Yanımızda çok çalışan, çok ibâdet eden bir genç
vardı. Bununla beraber bu genç, başkalarını çok gıybet ederdi. Bir ara kayboldu.
Bir müddet sonra onu kötü kimselerin yanından çıkarken gördüm. Niye bu hâle
düştüğünü sordum. O da, "Gıybet beni bu hâle düşürdü. Bu kötü insanlardan birine
tutuldum. O manevî hâllerin hepsini elimden kaçırdım. Şimdi bunların yanından
ayrılamıyorum. Duâ et de, bu hâlden kurtulayım" dedi. Yine kendisi anlatır:
"Çölde bir su kuyusunun başına oturmuştum. Üstadım Ebû Türâb Nahşebî (r.a.)
gelip beni gördü. Onaltı gündür birşey yiyip içmemiştim. Bana orada ne yaptığımı
sordu. Ben de "İlm ile ma'rifetten hangisi bana galip gelecek diye tecrübe
ediyorum. Eğer ilim galip gelirse su içeceğim. Ma'rifet galip gelirse geçip
gideceğim" dedim. O da, "Sen tasavvuf yolunda ilerleyeceksin" buyurdu.
Ebû
Ca'fer Haddâd hazretleri harabe hâlindeki Sa'labiye'ye gitti. Orada bir kümbetin
içine girdi. Onyedi gündür ağzına hiçbir şey koymamıştı. Bu arada Horasanlı bir
grup gelerek aç ve yorgun bir hâlde kendilerini kümbetin önüne attılar. Biraz
sonra bir atlı gelip onların önüne bir miktar hurma bırakıp gitti. Atlı O'nu hiç
fark etmemişti. Horasanlılar hurmayı yedikleri sırada atlı geri geldi. "Sizin
yanınızda başka kimse var mı?" diye, sordu. Onlar da, kümbetin içindeki Ebû
Ca'fer hazretlerini gösterdiler. Atlı adam, "Sen kimsin ki, ben giderken karşıma
bir adam çıkıp sana niye birşey vermedim diye beni azarladı. Ona niye yiyecek
birşey vermedin deyip, seni doyurmadan benim gitmeme izin vermedi. Halbuki, ben
uzun yoldan geldim. Yorgunum ve yolum uzun" dedi ve bir miktar hurma verip
gitti.
Ebû
Ca'fer el-Haddâd hazretleri anlatır: "Mekke'de saçlarım uzamıştı. Yanımda tıraş
âletim de yoktu. Bir berberi gördüm. O'nun iyi bir insan olduğunu tahmin ettim
ve "Beni Allahü teâlânın rızâsı için tıraş eder misin?" diye sordum: "Evet"
deyip, yanındaki müşterisini gönderdi. Beni oturtup tıraş etti. Hem para almaca,
hem de harçlık verdi. Ben de elime geçen ilk şeyi getirip Müzeyyin ismindeki o
berbere ikrâm etmeye niyet ettim. Mescidde bir adam yanıma gelerek "Basra'dan
bir dostun gönderdi" deyip ö-nüme bir kese bıraktı, içinde üçyüz dinar para
vardı. Hemen kal karak ahdimi yerine getirmek niyetiyle Müzeyyin'in yanına
vardım: "Al bunu! İhtiyaçların için kullanırsın" dedim. Ama o kabul etmeyip: "Ey
mübârek insan! Hem bana geliyor, Allah rızâsı için beni tıraş et diyorsun, sonra
da gelip para veriyorsun, hiç böyle şey olur mu? Haydi işine git, Allah senden
râzı olsun" dedi. (Buna benzer bir menkıbe Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri için de
anlatılır).
Ebû
Ca'fer Haddâd hazretleri: "Firâset, karşısına çıkan bir şey hakkında hatırına
gelen ilk şeydir. Eğer hatırına aynı cinsten başka şeyler de gelirse, o nefsten
gelen sözlerdir" buyurdu.
Ebû
Ca'fer-i Kebîr hazretlerinin talebelerinden ve Mekke'de komşularından olan Ebû
Ca'fer Haddâd es-Sagîr başka olup, Mısırlıdır. İbn-i Ata ve zamanın büyükleriyle
sohbet etti. Hocası Ebû Ca'fer-i Haddâd el-Kebîr gibi o da zâhid ve âbid olup,
kazancını fakîrlere sadaka vermek, Allahü teâlâya ibâdet etmek ve kullarına
yardım etmekle meşhûrdu.
KAYNAKLAR
1) Tabakât-ı
sûfiyye sh-234
2) Târîh-i
Bağdâd Cild-14, sh-412
3) Hilyet-ül-evliyâ
cild-10, sh-339
|